Kitapevinde çektirdiğim fotokopiler ile kasaya gitmeden önce, almak istediğim birkaç kitabı incelemek istedim, sonra vazgeçtim, param yoktu ve bir çılgınlık yapıp kredi kartına biraz daha yüklenirsem iyice çıkmaza girecektim, bir kitap parası bile harcamamalıydım. Kasaya hızla yönelirken şeker dükkanı gibi rengarenk kırtasiye ürünleri de aklımı çelmeye çalıştı ama ben nefsime hakimdim. Hiç değilse kitap bölümüne gidip, koltuğa gömülüp yarım saat kitapları koklasaydım, birkaç satır okusaydım düşüncesi ile beni yoldan çıkartmaya çalışan içimdeki kitap canavarına da suss diyerek kasaya ulaşmayı başardım. Fotokopilerin parasını ödeyip, kendimi bu büyülü yerden dışarı attım.Kitapevinden çıktığımda buz gibi hava yüzüme çarptı, yürüsemiydim eve 15 dakika yoksa dolmuşa mı binseydim diye düşündüm. Yürümeliydim, sabahın bu saatinde caddenin sakinliğinde yürümeyi hep çok sevmiştim. Çoğunlukla kalabalık olan bu cadde, sabahları sadece sakindi ve ben bomboş kaldırımları seviyordum.Caddede yürürken bu sefer içimdeki kahve canavarı aklımı çelmeye çalıştı. En sevdiğim cafenin önünden geçerken, hadii gir içeri o çok sevdiğin cam kadehlerde beyaz çukulatalı mokkanı yudumlayıp yanında servis edilen çukulatalı kurabiyeni kemirir, gazetelere göz atar, camdan da etrafı seyredersin diye yırtınsa da ona da kulak asmadım.Evde kahveni yapar içersin, gazetelerinde gelmişti sen çıkmadan, koltuğa yayılarak keyf çatarsın diye kendi kendime alternatifler üretiyordum. O cafenin müdavimi olmuştum oysa son zamanlarda, nerdeyse tüm arkadaşlarımla buluşmaları o cafede yapıyordum. Onlarla uzun uzun sohbetler etmeyi, yada bir başıma öylecene oturmayı çok sevdiğim bir mekan olup çıkmıştı, hem bana bir kart çıkartmışlardı %10 indirim yapıyorlardı. Hemde o karton bardaklarda özensiz self servis yapılan cafelerden bin kat iyiydi, aynı paraya masanıza servis yapan kibar garsonlar ve şık fincanlarda şık sunumlar. Çok ayrıntıcı değildim ama yeme içme konusunda minik ayrıntılara takılıyordum nedense. Cafenin önünden de içeri girmeden geçmeyi başarıp, kısa günün kârı olarak dolmuş, kitap, kahve derken ne kadar çok tasarruf yapmıştım. Aferindi bana aferin..Yürümeye devam ederken, mağazalara vitrinlere de bakmamalıydım, allah muhafaza %70 indirim yazan mağazalara girip rengarenk kazaklarla çıkabilirdim, yada 15. çizmeyi alabilirdim. Bu nedenle kafamı önüme eğmiş yürüyordum ki gözlerimin önünde bir çift çıplak ayakla karşılaşınca şaşırdım. Kartonun üzerinde bir çift esmer ayak duruyordu, yukarı doğru gözlerimi kaldırdığımda duvara tünemiş bir adam gördüm, üstü başı giyimli idi, ancak neden ayakları çıplak bir şekilde orda oturuyordu anlayamadım. Dileniyordu, ama ayaklarında herhangi bir sakatlık yoktu, dikkatle baktım. Düzgün bir çift ayak ancak çıplak. O soğukda giyecek bir çift çorabı bile yok, yazık diye düşündüm. Sonra içimdeki huysuz ve hiç birşeye itimatı olmayan canavar salak mısın sen taktik bu dedi.İçimdeki canavarın haklı olduğunu 100 metre ilerde karşı kaldırımda da aynı şekilde oturan adamı görünce anladım ki, bu yeni bir taktik idi. Artık sakat taklidi yapmayı bırakmışlar, üşüyen ayaklarını göstererek dileniyorlardı. Onları görenlerin içi üşüyordu biliyorum, benim bile içim üşüdü. Bilirsiniz üşüyen ayakları ısıtmak çok zordur. Üşüyorum demenin değişik ve akıllıca bir yoluydu.. Gidip bir çift çorap alarak vermemi söyledi içimdeki çok bilmiş, oysa hesap kitap yapan cimri ise salak mısın işte böyle sen gibiler sayesinde onların evi var sen kiradasın, yürü evine dedi..Yürüdüm eve gittim…Sıcak eve girince rahatladım, insanın evi gibi yoktu.