24 şubat 1941 yılında Ticaret Bakanlıgı’na bağlı bir birim kurulur, bu birimin adı “İaşe Müsteşarlığı” dır, müsteşarlığın görevi ise ülkenin iaşe düzenini yönetmek yani yeme,içme düzenini.O dönem Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği , Nazi Almanyası tarafından işgal ediliyordu.Pearl Harbor baskını olarak tarihe geçen olayın oldugu aralık ayı içerisinde dünyanın çeşitli ülkelerinde bir hareketlilik vardı. İtalya ve Almanya Amerika’ya savaş ilan etmiş ortalık kırılıyordu. İşte o aralık ayında Türkiye’de halk yeni kararla tanışacaktı: ekmeğin “karne” ile dağıtılmasıkararı.Bu alınan kararın uygulanması ocak ayını buldu.Aile reislerinin beyanlarına göre her bireye bir ekmek karnesi verildi ve Buğday Koruma Vergisi kaldırıldı ve böylece İstanbul dolaylarında yetişen bugday,yulaf ve arpaya devlet tarafından el konuldu.

Birkaç gündür ekmeğin vesikaya bağlanacagı söylenir fakat bir sabah uyanınca ekmegin karneye bağlandıgını gören halk inanılmaz şaşkındır. (önce İstanbul sonra Ankara ve İzmir)Askere alınan gençler yüzünden üretimi azalan buğday büyük bir sıkıntı yaratmıştı , bu yüzden gereksiz ekmek tüketimini engellemek ve un tüketimini kontrol altına almak için uygulandıgı söylenmişti karne ile ekmek dağıtmak.Evin reisi bir beyanname doldurup muhtara vererek, evdeki kişi başına bir karne alacaktı ve karne alındıgı zaman nüfus cüzdanına işlenecekti. Bir aylık olan karnelerdeki kuponlar özenle kesilerek ,fırına götürülür ve ekmek alınacaktı. Ekmek agırlıgı ise kişisine göre değişiyordu, yedi yaşından küçüklere 187,5 , yetişkinlere 375 ,ağır iş yapanlara ise 750 gram agırlıgında somun denilen ekmek verilecekti. Nisan ayında ise bu agırlıklar 175 e hatta 150 grama kadar düşürülüp haziranda 300 grama yükseltilmiş.(Bir fırıncı öyküsü)1942 yılının ocağı sadece ekmek karnesi ile konuşulmuyordu, o ay pasta üretimi de yasaklandı . Mayıs ayı ise bütün tahıllara en konuldugu aydır.Ekmek satılmadıgı gibi un da satılması yasak oldugundan kimse evinde börek, çörek ,açma gibi yiyecekler de yapamıyordu. Dışarda yemek yemek isteyenler yanlarında ekmekle gitmek zorundaydılar lokantalar, tabi karaborsacılık, dolandırıcılık alıp yürümüştü, fahiş fiyata ekmek satmak, sahte karne basmak gibi işler çoğalmıştı, çok ihtiyaç sahibi olanlar ise karnelerini satıyorlardı. Çayı üzümle, pekmezle veya balla içmek ise şekerin kıt oldugu dönem yaşayanların başvurdukları tatlandırma yöntemleriydi.(Ekmek Karnesinin 4.Maddesi:Karnesini kaybedenlere yeniden karne verilmez )

FESTİVALEkmek karnesi tamam ya,Kömür beyannamesi de verilmiş;Düşünme artık parasızlığı;Düşünme yapacağın yapıyı;El tutar, ömür yeter;Yarına Allah kerim;Dayan hovarda gönlüm!Orhan Veli Kanık

Türkiye o yılları ekmek karnesi olarak hatırlasa da yine de ona da şükür diyorlardı, çünkü onların karne kuyruguna girerek, yokluk olarak yaşadıkları sıkıntıları, dünya gaz odaları, ölümler, katliamlar olarak yaşamıştı ve en önemlisi savaşa girmemişti. Her halükarda savaş ne kötü şey, katılan da katılmayan da sıkıntıya düşüyor.