Büyük Adam Küçük Aşk, 2001’de gösterime girdikten beş ay sonra yasaklanmış, sonra yasağı kaldırılmış, ödüller almış, bolca tartışılmış, kimilerince sevilmiş kimilerince beğenilmemiş izlediğim en güzel Türk filmlerinden bir tanesi. Yönetmeni Handan İpekçi, filmin senaryosu da kendisine ait. Baş rollerde Şükran Güngör (ki kendisini rahmetle anıyoruz), Dilan Erçetin (ki ne kadar şirin bir kız olduğunu bu filmde görüp daha sonra Bir İstanbul Masalı’nda kendisinin heba edildiğine şahit olup üzülüyoruz), Füsun Demirel (ki üstlendiği rollerinin hakkını verdiğini biliyoruz), İsmail Hakkı Şen (ki kendisi hakkında fazla bir bilgimizin olmadığını görerek şaşırıyor ve sinepilci arkadaşlara ayıp ettiğimizi düşünüyoruz.) var. Ayrıca Yıldız Kenter de (ki ne desem boş demek istiyorum ama eleştirmenlerce bu filmdeki performansının pek tutulmadığını okuyup susuyoruz.) kısa bir rolle karşımıza çıkıyor. Filmi daha beter salya sümük hale sokan müzikler ise Mazlum Çimen ve Serdar Yalçın imzasını taşımakta.Filmin konusuna gelince: Büyük adamımız yetmişli yaşlarında emekli bir yargıç. Cumhuriyet ilkelerine bağlı, disiplinli, prensipleri çerçevesinde bir hayat sürmekte. Küçük aşkımız beş yaşında bir Kürt kızı. Ailesi öldürülmüş, bırakıldığı bir yakınının evi polisler tarafından basılıp evde bulunanlar öldürülünce onlardan da mahrum kalmış, meydana gelen çatışmaya şahit olup fazlasıyla korkmuş, saklandığı yerden karşı dairedeki büyük adama sığınmak zorunda kalmış (evet, başka bir filmi fena halde hatırlatıyor) ve böylece normal koşullarda ne yargıcın düşünebileceği ne kendinin isteyeceği bir yaşama da adım atmış.

Bu öyle bir yaşam ki, diller farklı, yaşayışlar, yaşananlar farklı, yaşlar çoook farklı. Ama, başlangıçta aralarında hiç bir ortak özellik görülmeyen bu iki insanın durumu aslında aynı: İkisi de yalnız. Eşini yıllar önce kaybetmiş, tek oğlu yurt dışında yaşayan, yakın zamanda huzur evine yerleşmeyi düşünen koca bir adam ve ailesini kaybetmiş küçük bir kız. Bunca farklılığa rağmen yalnızlığın bu iki insanı eninde sonunda yakınlaştırdığını, temel ortak noktamızın “insan” olmak olduğunu; dili, dini, kültürü ne olursa olsun her insanın acıyı, yalnızlığı, sevgiyi, mutluluğu, aşkı yaşadığını görüyoruz.

Filmde en çok tartışılan Türklük-Kürtlük kavramlarına ya da polisin nasıl gösterildiğine dair konulara değinmek istemem. Herkesin düşüncesi kendine. Sonuçta güzel bir film yapılmış, oyuncular işlerinin hakkını vermiş, küçük detaylarla insanın içine işleyen, fazlasıyla hüzünlendiren, yok canım düpedüz zırıl zırıl ağlatan sahnelerle sinema salonundan şiş gözler ve burkulmuş bir yürekle çıkartan bu filmi siz sinepilci arkadaşlara öneririm kalbimdeki bütün naif duygularla.