Bringing Out The Dead, Martin Scorsese‘nin 1999 yılında Joe Connolly‘nin eserinden uyarladığı filmin başrollerinde Nicolas Cage, Patricia Arquette, John Goodman, Tom Sizemore gibi dönemin önemli oyuncuları mevcut. Filmin senaristi daha evvel Taxi Driver, Raging Bull ve The Last Temptation of Christ gibi önemli ve büyük filmlerin senaryolarını da yazan Paul Schrader. Filmin kurgusunu, yönetmenin daimi kurgucusu Thelma Schoonmaker yaptı.

Sirenler susmuyor New York sokaklarında. Çünkü ölümler, yaralanmalar bitmek bilmiyor. Her gün, her gece şehrin bir yerinde yardıma muhtaç insanlara yetişmeye çalışıyor bu sirenleri susmayan ambulansın şoförü. Fakat artık işini eskisi gibi sevmiyor, bu işi artık eskisi gibi yapmak istemiyor. Çünkü o, son zamanlarda çok fazla ölüm görmeye başladı. Çünkü o artık yaralıları hastaneye yetiştiremiyor. Hal böyleyken Frank, bu ölümlerde dolaylı ya da doğrudan bir ilgisinin olduğunu düşünmeye başlıyor. Artık çalışmak istemiyor Frank. Ama çalışmak zorunda. Çünkü hastanenin ona ihtiyacı var. Onunsa bir kaç haftalık bir dinlenmeye. Ama hastane yönetimi onu “kovmuyor”. O da çareyi uyuşturucuda, alkolde arıyor. Bu düşüşünü, dibe vuruşunu hızlandırıyor.Scorsese bu kez bizleri taksiyle değil ambulansla dolaştırıyor New York’un kirlenmiş/kirletilmiş sokaklarında. Frank’in hikayesine ortak olup onun gördüğü ölümleri görmemizi, onun tanık olduğu çirkefliklere tanık olmamızı istiyor.Bu kez karşımızda şehirden değil ölümlerden muzdarip bir karakter mevcut.Ona bu kötü günlerinde babası komada olan Mary Burke, “gecelere” beraber aktığı Larry, Marcus ve Tom yardımcı olurlar. Ama aslında onların durumları da iyi değildir.

Scorsese’nin az umursanan ve Taxi Driver kadar benimsenmeyen bir yapımı “Bringing Out the Dead”. Taxi Driver’la neredeyse kardeş sayılır. Onun gibi başkarakteri bir şeylerden muzdarip. Gene başrolde New York ve çirkinlikleri mevcut (“Biri şu şehri tuvalete atıp üzerine sifonu çekmeli!”). Gene karakterimiz şehri (aslında insanları) kurtarmaya yelteniyor(“Birinin hayatını kurtarmak, aşık olmak gibi bir şeydir. Dünyanın en iyi uyuşturucusudur. Kendini tanrı gibi hissediyorsun!”). Bu açılardan Taxi Driver’la benzer bir yapım olmuş. Belki de bu yüzden hakkettiği değeri görmedi. Ne de olsa daha evvel bir “benzeri” yapılmış ve efsane olmuştu. Aynı şeyleri tekrar izlemenin ne yararı vardı ki! Böyle düşünüldüğünden olsa gerek pek önemsenmedi film. Oscarlar’da da aday bile olamamıştı. Festivallerden ve diğer ödül törenlerinden de adaylıklar koparamadı. Taxi Driver kadar büyük bir yapım değil. Scorsese vitesi düşürmüş, daha az iddialı ve daha düşük bütçeli bir filme imza atmış.
Yönetmenin ilk beşine girmez ama izlenmeyi hakkeden bir yapım. Bunda çeşitli etkenler mevcut.Tabiki bir Scorsese filmi oluşu yönüyle izlenmeli. Nicolas Cage’in dibe vuran karakteri nasıl kotardığını görmek için, John Goodman ve diğer yardımcı oyuncular için de izlenebilir. Özellikle Nicolas Cage kariyerinin en iyi performanslarından birisini ortaya koymuş bu filmde. Bunun dışında daha çok Coen filmlerinden tanıyabileceğimiz John Goodman (Big Lebowski, O Brother, Where Art Thou?, Barton Fink, Raising Arizona) da başarılı bir performans sergilemiş. Goodman ile Cage’in filmin yapımından on iki yıl evvel, yani ’87’de Coenler’in Raising Arizona yapımında beraber oynadıklarını da hatırlatmak isterim. İkiliyi gene aynı filmde izlemek çok güzeldi.

Filmin başarılı yönlerinden bir tanesi müzikleri ve sahnelere eklenen şarkılar. Sahnelere eklenen rock parçaları filmin dinamizmini bir hayli arttırıyordu. Diğer artıları arasında kurgu, sanat yönetmenliği ve görüntü yönetmenliğini söyleyebiliriz. Yönetmenin filmin konseptine ve hikayesine uygun olarak hareketli bir kamera kullanması, ambulansın ışıklarını sahneler arası geçişlerde kullanması ve görüntüleri hızlandırma tekniğine başvurması yerinde bir karar olmuş.