Ne zamandır konuşmuyordu. Kimse onu konuşturamadı, o gittikten sonra, yani onun pencereden atlayışını gördükten sonra…
Durduğu yerde sallanıyor ve bir de aynı noktaya bakıyordu. Bazen onu görüyormuş gibi birden tebessüm ediyordu boş duvara, sonra konuşmaya başlıyordu durgun daha doğrusu donmuş gözbebekleriyle… Sakin ve çok içten/ sanki bir mahzenden gelen sesiyle bir şeyler söylüyordu ona, belli belirsiz. Görüyordu belli ki, ya da o gördüğünü sanıyordu. Anlatıyordu ona, ne denebilir ki…Bir tek ona anlattığı kelimeleri vardı. Odasına girdiğimde, yine aynı noktada sabitlenmiş bakışlarıyla, kollarını kendine sıkıca sarmış ve eğilip sallanarak hatta kendinden geçerek, gene söyleniyordu. Geldiğimi fark edemiyordu. Hiç birşeyi fark edemiyordu. Durdum kapıda, yasladım kapının eşiğine… Bir yanağında yangın bir yaş süzülüyordu sessiz ve belirsiz. Belli ki, çok seviyordu ama ne yapılabilirdi ki… Artık ne sevgilisine ne de bu mırıl mırıl konuşan artık başka bir dünyada yaşayan kadına; ulaşmak mümkün değildi, anladım…Ama o kadın benim ablamdı ve başka bir yangın vardı, ona yanımdayken dahi ulaşamamanın yangını… Yanağımdan bir yaş süzüldü. O, ne beni ne yaşı fark etti. Doktorlar tüm bilmişlikleriyle şizofreni deseler de, şu an duyduklarım ne kadar mantıklı dökülüyordu onun dudaklarından… Dinledim sadece…

‘Suskun yollar tarihçesi olur ki zaman, içimin suyuna ayna tutar.Küçük bir fısıltı. Kimsenin bilmeyeceği bir sır… Bir bakış: ne kadar etkileyeceğini kimse bilmiyor. Yaralarımı ışık hızıyla tedavi ettiğini kimse göremez. Oysa bunu yapmak için çaba da sarf etmiyor. Tek yaptığı beni istemesi. BENİ İSTEMESİ. Bu kadar.Bu, bu kadar zor ve bu kadar kolaymış… Neden? Bu kadar zor çünkü bu zamana/ bu ana kadar yoktun. Bu kadar kolay çünkü ruhun okşuyor beni ellerin değil. Bir söz, içi bu denli ısıtır, bir nefes bu denli çöle dönüştürürken bedeni; sıcağına, varlığına esir olunur mu? Olunurmuş…Seve seve… İsteye isteye, bile bile…Şimdi tüm anlar sana dönüyor. Senden kopuyor, benden parçalanıyor, kokunla bütünleşiyor, evrenin enerjisinden güç alıyor ve biz oluyor büyük resimde.Sen, ‘Vay canına’ diyorsun. Bense, ‘Mucize denilen varmış. Artık mucizeler inanıyorum’ diyorum. Başkalarıysa, ‘Olsa olsa rüya olabilir.’ diyor.

(www.corbis.com adresinden alınmıştır.)
(www.corbis.com adresinden alınmıştır.)

Nasıl denilirse denilsin sonuçta, DNA’mın tılsımlı kodları; nefesinde, bakışında, sımsıkı sarışında ‘Yalnız benimsin.’ demende var oluyor. Aslında çoktan var olmuş/ varmış zaten, sadece zamanı gelince karşılaştık ve ruhumu serinleten rüzgar; en güzel sesim, en güzel mısralarım, en güzel anlarım, tüm bitmesin dediklerim seninle var olanlar…Şimdi bir ırmak çağlıyor, inan bizi çağırıyor: hiç olmadığım kadar saçma, hiç olmadığım kadar romantik ve saçma denilecek kadar saçma on yedinci yüzyılların maneviyatı bir şaraba sığmış ve ben onu içiyor gibiyim… O büyülü iksiri kafama dikmiş kadınım ve senin kadınınım…’

O hala konuşuyordu, sırtına siyah el örgüsü bir şal koydum. Şal, beton bir zemine çakılan aşkının ona doğum günü hediyesiydi. Şalı öttüm sırtına, üşüse de fark edemez belki diye; içim ezilerek ve kanayarak, ayaklarım çıplak çıktım odadan, bu sefer hıçkırıklarımı tutmaya çalışmayarak…Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.