Dikkat! Aşağıda okuyacağınız eleştiri yazısı yer yer ‘spoiler’ içerebilir; ve fakat içermeye de bilir. Bu durum, film hakkında ne kadar önbilgiye sahip olduğunuza göre değişkenlik gösterir!

Terminatör Salvation’ın bol tanıtım ve promosyonla gösterime girdiği bir haftada, arada kaynayıp gitmemesi gereken sağlam bir film daha beyazperde seyircisiyle buluştu. Nobel Ödüllü José Saramago’nun aynı isimli romanından uyarlanan ‘Blindness’, önce 2008 Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak ses getirdi, ardından da 2008 Film Ekimi’nde Türkiye semalarında arz-ı endam etti. Film Ekimi’ne bilet bulabilen sinefiller taa aylar önceden filmi gördü, seyredemeyen meraklı sinemaseverler yurtdışındaki gösterimlerden ve dvd’lerden elde edilen kopyaları indirdi, seyrin tadına vardı ve maalesef haziranın ilk haftası gösterime giren bu yapıma gidebilecek potansiyeldeki kitle çoktan ununu eleyip, eleğini duvara astı. Olsun, gene de biz bir-iki çift kelam edelim, adet yerini bulsun, gönüller bir olsun.Öncellikle belirtmeliyim ki Fernando Meirelles abimize, modern hayatlarımıza tokat gibi çarpan “Tanrı Kent”ile şapka çıkarttık. Fakat, aldığım eleştiri kokuları itibarıyla Meirelles, çıtasını tek bir filmle çok yükseğe takan Hollywood dışı pek çok yönetmen gibi, sonraki yapımlarında o filminin yarattığı müthiş atmosferi, o seviyeyi yakalayamamakla ve ana-akım sinemaya bir adım daha yaklaşmakla suçlanıyor. Tıpkı González Iñárritu ya da Milcho Manchevskigibi. Benim elim, açıkçası “Körlük” filmi için “Hollywood klişelerine yönelmiş” eleştirisini yazmaya gitmiyor. Zira, birkaç detay dışında (çivide sallanan makas olmamış, evet) seyirci beklentisiyle örtüşen herhangi bir yanı yok bu filmin bana göre. Öte yandan, henüz romanı okumamış olmakla birlikte, uyarlandığı eserin filme çok sağlam bir alt metin sunduğunu ve insanı asıl gerenin bu alt-metin yorumlamaları olduğunu söylemek mümkün.

İşte kızılca kıyamet de, yönetmenin bu malzemeyi nasıl yorumladığında kopuyor. Ben Meirelles’in yorumunu, belki de film değerlendirildiği ‘kıyamet filmleri’ yelpazesi içinde konusu itibariyle en özgün yeri kaptığından dolayı, başarılı buldum. Yönetmenin filmin bizatihi anlatıcısı olması hali, bu filmde Tanrı Kent kadar belirgin ve sarsıcı değil belki ama dünyaya bilmem ne göktaşı çarpan, uzaylıların ya da robotların istila ettiği, Marduk’un ya da küresel bir sel dalgasının ha geldiği, ha geleceği temalarının döndürülüp döndürülüp önümüze sunulduğunu düşündükçe, eğer bu film bir ‘felaket filmiyse’ hoş gelmiş, sefalar getirmiş diyorum. Hatta bu çarpıcı romanın yazıldığı tarihin 1995 yılı olduğunu düşünürsek, bu kadar çöp filmin üretildiği bir skalada, bu eseri uyarlamak için oldukça geç kalındığını söylemek mümkün.

Oyunculuklara gelince, tek bir söz söylesem hem tam olarak açıklarım, hem de abartmamış olurum : Mükemmel! Doktorun Karısı rolünde izlediğimiz ve kör olan tüm insanların bir anlamda gözü olan, onların sorumluluğunu alan, kurtarıcı kahraman olarak ‘Julianne Moore’ döktürmüş de döktürmüş. Bir ara sinirleri gerçekten laçka olduğunda, çekip gidecek karantina binasından sandım. Ama çok iyi dayanmış; hatta insanüstü dayanmış olması gerek. Böyle bir psikoloji yok, olamaz. Ama oldurmuş Julianne ablamız, ellerine sağlık.Topluluğun mürekkep yalamışı olan ama iş ortalığı çekip çevirmekten bir adım ileriye gidip, lider olmaya döndüğünde çaresizleşen ve hatta pısırıklaşan Doktor rolünde de Mark Ruffalo kendisine biçilen acizlik rolünü bileğinin hakkıyla vermiş diyorum. Evet, dedim.Gael García Bernal’a bu sefer ‘kötü adam’ rolü layık görülmüş; pek bir üzülüyorum, dertleniyorum kendisine bu tarz ‘badboy’ karakterler biçildiğinde, ama belli ki Amerros Perros’tan bu yana oyunculuğuna hayran olmam boşuna değilmiş. Bernal bu filmde, insanlığın insanlıktan çıkmış halini bizzat ve hatta nerdeyse tek başına temsil ediyor.Third person narrator, yani Anlatıcı rolünde de Danny Glover üstat, sanki içinde yaşanılan dünyadan değil de çok daha mistik, farklı bir boyuttan gelen, ‘Ferrari’sini Satan Bilge’ tadında oynamış filmde. İlk bakışta herkes kör, ama tek gözü bantlı olan bu zenci adamın gönül gözü ardına kadar açık.Sonuç olarak ben bu filmi her şeyiyle beğendim. Ses ve görüntü efektlerini de beğendim. Hatta olmayan müziklerini de beğendim. Senaryosunun orijinalliğini beğendim; hiç sıkılmadım seyrettim, aksine gerim gerim gerildim içine düştüğümüz vahşet halinden, hatta tir tir titredim. İsterlerse ‘sinemadan da hiç anlamıyormuş’ desinler; son yıllarda seyrettiğim en iyi yabancı yapımlardan biri olan bu filmi, ben ‘en iyi 10’ listeme yazdım bile. Eleştiri her daim yıkıcı olacak değil ya kuzum?