Bu bir çeşit ölümdü. Belki ölümden de acı bir dönüşüm… Öyle bir dönüşüm ki, dönüşen şeyin, değişik bir şekilde de olsa varlığını sürdürüyor olmasındansa, gerçek bir ölümle sonsuza dek yok olması çok daha az acı verici görünüyor.Çünkü o şey, var oldukça, dönüşümden öncesiyle sonrasını sürekli bir çatışma haline sokuyor; en küçük bir hareket ya da sözü önceden hissedilen duyguların artık hissedilmediğinin, o duyguları uyandırma gücünü uzun zaman önce yitirdiğimizin güçlü birer göstergesi durumuna getiriyor.Mesela karşımızdaki yakışıklı bey bize ‘Ahmet bugün büroya uğradı. Uzun zamandır görüşmemiştik.’ diyor. Bizse artık eskisi kadar cazip olmadığımızı düşünüyor ve ‘Bir ömür boyu gözlerine bakabilirim.’ dediği o günleri özlüyoruz.’Öyle mi? Şey… Nasılmış?’ türünden de olsa birşeyler geveleyebilecek gücü bile bulamadığımızdan karşımızdaki bey, ne zamandır özlemini çektiğimiz bir ilgiyle gözlerimize bakıyor ve: ‘Neyin var senin?!’ diye soruyor.Evet… Neyim var ki benim?! Bir hastalığım yok… Aç kalmıyorum… Yakışıklı ve sorumluluk sahibi bir kocam var… Haftada bir gündelikçi kadın geliyor… İstediğim kadar harcama yapabiliyorum…’Beni endişelendiriyorsun!’Gözlerinde ilginin yanısıra birşey daha vardı. Ne olduğunu tam çözememiştim… Ama onu daha fazla bekletemezdim. Çözme işini sonraya bırakarak: ‘Yok birşey!’ dedim. ‘Sadece…’Biraz yorgun olduğumu söyleyip soruyu geçiştirmeyi düşünüyordum. Ama cevaplama işini uzattıkça gözlerindeki parıltı daha güçleniyor ve o parıltıyı gördüğüm her zaman olduğu gibi beni dünyanın en güzel kadını yapan o sihirli değneğin dokunuşunu hissediyordum tenimde.Bana bir yabancıymışım gibi bakıyordu. Yeni başlayan bir ilişkinin ilk adımlarını atmakta olan birinin çekingenliğiyle… Sınırlarını tam olarak kestiremediği bir alanda her an bir barikata çarpma tehlikesinin ürpertisini taşıyarak… Ama bu ürpertinin onu en küçük bir adım atamaz hale getirecek kadar güçlenmesine de asla izin vermeyecek kadar kararlı… Tıpkı görüşmeye başladığımız ilk günlerdeki gibi…Hangi cevabın bu büyülü anı birkaç saniye daha uzatmayı sağlayabileceğini düşünüyordum. Cevap inandırıcılıktan uzak olmayacak kadar basit ve mantıklı olmalıydı. Ama bakışlarındaki yadırgamayı bir anda yok edip yerini önceki aşinalığa ve dolayısıyla da umursamazlığa bırakmasını önleyecek derecede de belli bir gizemi taşımalıydı içinde.Cevabı biraz daha geciktirirsem, kocam büyük ihtimalle başladığım bu oyunu çok geçmeden farkedecek ve bu da ileri zamanlarda aynı oyunu oynayıp gözlerindeki o parıltıyı tekrar yakalama imkanımın sonsuza dek elimden alınmasına neden olacaktı. Oysa ben çok sevmiştim bu oyunu. Aylardan beri ilk kez gerçekten nefes aldığımı hissediyordum.’Korkuyorum!’ dedim.’Neden korkuyorsun?”Görülmeyecek kadar tanıdık olmaktan…’ Neler söylüyordum?! Bu bir oyun değil miydi? Oysa ben gerçek hislerimden söz ediyordum.’Görülmeyecek kadar tanıdık olmak mı? Nasılyani?’ Oyunu sürdürüp sürdürmemek bu noktada vereceğim karşılığa bağlıydı. Ya gerçekleri söyleyecektim… Ya da gizemin yok olmasını önleyecek yalanlar bulacak ve bunu da sırf bakışlarını birkaç saniye daha fazla üzerimde tutabilmek adına yapacaktım.’Sanırım biraz rahatsızım.’ Evet… Güzel bir nokta yakalamıştım. ‘Hastalık’, ‘Ölüm’ gibi kavramlar, bakışlarımızı saplanıp kaldıkları ve o an için çevremizde ilgi kaynağı olabilecek başka herhangi birşey de bulunmadığından sürekli ve zorunlu olarak bakmayı sürdürdüğümüz, bu yüzden de baştaki anlamlarını hızla yitirmelerine yol açtığımız nesnelerden bir süre için uzaklaştırmamızı sağlıyor. Böylelikle de daha ileri noktalardaki nesneleri görmeye başlıyoruz… Ve bir an geliyor, onların arasında bir yerlerde kendimize ait olan o nesneyi buluyoruz yeniden. Diğerlerinden onu ayıran tüm farklılıklarıyla… Hem de başlangıçtaki anlamına tastamam kavuşmuş olarak…’Birkaç gündür başım ağrıyor.’ dedim. Uzak bir akrabamın, beynindeki tümör yüzünden ölümü gelmişti aklıma. Hastalık aniden kendini göstermiş, doktora başvurulduğundaysa önü alınamaz bir noktada olduğu öğrenilmişti.Ölümle aramda uzaktan da olsa bir bağlantı kurmakla, ona benim artık içinde varolmayacağım bir yaşamı sorgulama imkanını verebilirdim belki. Belli bir zamanı tüketmiş her ilişki için bu tür bir sorgulama gerklidir aslında. Başlangıçtaki şiddetleri nedeniyle, büyük bir yanılgıyla asla tükenmeyeceklerine inandığımız duyguların, hala yerliyerinde olup olmadıklarının şöyle bir yoklanması, sonuç her ne olursa olsun bize yeni bir başlangıç noktası sunar çünkü.Duygular sürüyor olsa bile gereklidir bu başlangıç. Bizden bir parça haline gelecek kadar kanıksamış olduğumuz bu duyguların, tekrar bizi şaşırtabilmeleri için gerekli olan mesafeyi koyar yaşantımızla aramıza.’Neden daha önce söylemedin?!’ Sesindeki ürperti, varolmayacağım bir yaşamla ilişkiliyse, _ki sıradan bir başağrısından kaynaklanmayacak kadar derin bir endişeyi yansıtıyordu_ böyle bir yaşamı şimdikine tercih etmeyeceğine kuşku yoktu. Ama bu bana aşık olduğu anlamına gelmezdi. Oysa benim, sesinde duymak istediğim tek anlam da buydu.’Önemli birşey olduğunu düşünmedim.’ dedim.’Nasıl düşünmezsin?! Ya geç kaldıysak!…’Masadan kalkışını ve yatak odasına ilerleyişini seyrederken, hastaneye gittiğimizde nasıl bir tutum sergilemem gerektiğini hesaplamaya çalışıyordum.’Hadi, hala kalkmadın mı masadan?!”Hayatım… Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum.”İki dakika içinde dışarı çıkmış olacağız. Eğer hala hazırlanmamış olursan, üzerinde her ne varsa onunla gideceksin demektir.’Evliliğimizin ilk aylarında bir akşam yemeği sonrası yine buna benzer bir tartışma yaşamıştık. Feci şekilde ve üstelik ‘gerçekten’ midem ağrıyordu. Bunu kocama söylediğimde, hemen hemen şimdikiyle aynı tepkiyi vermişti. O zaman bu tepkisinde bana aşık olup olmadığının izlerini yakalamaya çalışmamıştım şimdiki gibi. Çünkü nefes aldığımdan olduğu kadar emindim duygularından.Hastanelerden nefret ettiğim için ona karşı çıkıyor, ağrının çok şiddetli olmadığında ısrar ediyordum. O da şimdikine benzer tehditlerle beni harekete geçirmeye çalışıyor, ikidebir yatak odasının kapısından başını uzatıp hala yerimde miyim diye kontrol ediyordu.Eğer davranışlar yalnızca duyguların bir ürünüyse, yıllar önceki o akşam onu o şekilde hareket etmeye yönelten duyguyla _ki ben o zaman ‘aşk’ olduğunu düşünüyordum_ şimdiki aynı olmalıydı.Başını kapıdan uzatmış, pantolonunu üzerine geçirmeye çalışıyordu. Yeni bir tehdite meydan vermemek için sandalyeden fırladım ve birkaç saniyede yanına vardım.’Bak sakın…’Elimi dudaklarının üzerine koyarak onu susturdum.’Korkma! İyi olduğumu söylemeyeceğim. Evet… Başım ağrıyor. Aslında ağrımıyor ya. Herneyse… Demek istediğim şu:…’Gözlerindeki parıltının gözlerimin ta içine işlemesini bekledim birkaç saniye.’Teşekkür ederim sevgilim.’Mavilikler