Dün gibi hatırlarım, sıra sıra kitaplarda sayfalarca soru çözdüğümü. Duvarlara yaslanıp kara kara düşündüğümü. Bir gün belirliyorlar, bir tarih koyuyorlar, adına da sınav diyorlar. Sonra kenara çekilip seni seyrediyorlar. Eski Roma devrinin eğlenceleri gibi. Aslanlar ve insanlar… Şimdiyse sınavlar ve öğrenciler…Ucunda ödül de var. Hayatını kazanacaksın.Uzun bir süreç ama nedense herkes kısacık yaşamaya çalışıyor bu üniversiteye giriş sınavlarını. Sınav aslında doğunca başlıyor haberimiz yok. “Daha var nasıl olsa, sonra çalışırım!” Bu öteleme evresi son seneye gelene kadar devam ediyor. Son sene gelince ve ufukta sınav görününce paçalar tutuşuyor tabii. “Nereden başlasam?” Panik havası ile başlayıp Aydın havası ile bitiriyorlar(!)Bu arada ben uzun seneler dershanelerde çalıştım ve vites küçültme nedir orada öğrendim. Sınava hazırlanan bir öğrenciye ilk amacını sorarsınız. “Hedefin ne? Hangi bölümü kazanmak istersin?” İlk alınan cevap çok kısa ve çok kesin: “TIP!” Vay be dersin süper… Ama bu sertlik ve kesin cevap çalışmalara yansımaz. Bir müddet sonra ister istemez yine sorarsın çocuğa.Bu defaki cevap daha bir yumuşak olur. “Dişçilik de olabilir.” Sonra devam eder bu zincir. Eczacılık, veterinerlik, diyetisyenlik (yeni) ve son nokta: Hepsinin anası, yapıtaşı Biyoloji! Yanlış anlaşılmasın, çalışmadığından değil amaç işin kaynağına inmektir. Ya şehir seçme mevzusu. “Hangi bölümü okumak istersin?” Cevap biraz garip: “İzmir’de olsun da hangi bölüm olursa olsun!” Zaten bu cevap sözün bittiği yerdir. İzmir’in havası, suyu, kızları varken niye bölümle ilgilensin ki! Beklenen tarih gelir çatar ve şöyle bir sonuç:BAŞARAMADINIZ.TEKRAR DENEYİNİZ…