Tarihin tozlu raflarından indirdim bu hikayeyi.Önce el sürmeye çekindim,utandım aşkın kalpleri durduran samimiyetinden.Mahrem bir nesneye el sürmüş gibi irkildim,derin bir iç çektim ve tozunu üfledim.Sayfaları çevirdikçe adeta, ”bul beni!” der gibi bekleyen bir hikayeye rastladım.Tarih, 16.yüzyılın ilk çeyreği ve yer,Devlet-i Ali Osman…

Yavuz Sultan Selim Han,Mısır seferine çıkmıştır ve Suriye‘de Halep yakınlarına kurmuştur karargahı.Ordu üç ay gibi bir süre burada konaklamıştır.Türkmenlerin yaşadığı bir bölgede,Padişahın çadırını derleyip toparlamak için bir Türkmen kızı görevlendirilmiştir.Gün içerisinde Padişah çadırda yokken gider,ortalığa çeki düzen verir ve işini bitirince ayrılırmış bu güzel Türkmen kızı.Güzelliği dillere destan bu kız,bir sabah gündelik işlerini yapmak için gitmiş ve tam çadırın kapısında Yavuz Sultan Selim Han‘a rastlamış.Utanmış,başını önüne eğmiş ve Padişahın çıkmasını beklemiş.Çadıra girdiğinde gönlü küçük bir kuş gibi çırpınıyormuş güzelin.Bir bakış görmüş sadece ama o bakış bir mühür gibi işlemiş kalbine.Günler geçmiş,haftalar geçmiş ama Türkmen kızının yüreğindeki kor hiç geçmemiş aksine daha da alevlenmiş.Bir gün çadırın orta direğine gözü ilişmiş ve aşk sarhoşu misali direğe söyle bir yazı karalamış;

Seven insan neylesin?

Akşam vakti Yavuz,otağına gelmiş ve gözü direkteki yazıya ilişmiş.Düşünmüş Koca Padişah,bu da ne ola ki? Kim, neden otağın direğine böyle bir şey yazar ki?Almış eline kalemi ve hemen altına,o da şöyle bir yazı yazmış;

Hemen derdin söylesin.

Ertesi sabah Türkmen kızı çadıra gelmiş ve yazdığı yazının altındaki yazıyı farketmiş.Sevinmeli mi üzülmeli mi bilememiş.Yazıyı defalarca okumuş ama bir türlü kalbinden geçenleri yazma cesareti bulamamış.Altına korkuyla karışık duyguları ve titreyen elleriyle şöyle yazmış;

Ya korkarsa neylesin?

Çadıra gelen Padişah bir ara direkteki yazıyı hatırlamış ve kalkıp bakmış.Bir de ne görsün,bir satır daha eklenmiş.Yavuz’un kalbini inceden bir sevda kaplamaya başlamış,Koca Cihan Padişahı hiç bilmediği birinin sevdasını hissetmiş içinde ve hemen altına şu satırı eklemiş;

Hiç korkmasın söylesin.

Padişah,sabah olmasını beklemiş sabrını zorlayan duygularla ve sabah olur olmaz candostu Hasancan’ı huzuruna çağırmış.Durumu anlatmış ve yazılanları göstermiş.-Bu çadıra benden başka giren ve yazıyı yazabilecek olan kim var merak ederiz ve tiz görmek isteriz.Ferman Padişahın,o emir verir de durulur mu? Türkmen kızını alır ve huzura getirirler.Ceylan gözlü,güzeller güzeli bir kız.-Gönlümüze ateş yakan,bizi uykusuz bırakan sen misin ey dilber?Nasıl cevap versin,dili tutulmuş garibin,heyecandan ne yapacağını şaşırmış ve sadece kafasını sallayabilmiş. Tez Padişahın emriyle düğün alayı kurulmuş;yenilmiş, içilmiş ve evlenmiş iki aşık.Cihan padişahını heyecanla bekliyormuş Türkmen güzeli Sultanın otağında.Yavuz Sultan Selim Han girmiş içeri ve kızın yüzüne bakmış.O kadar çok heyecanlanmış,o kadar çok sevinmiş ki güzel kız,Sultan’ın önüne yığılıvermiş ve oracıkta kalbi durmuş.Bir matem ki, bir acı ki yayılmış tüm karargaha.Vuslat anında ayrılmak,kavuşmuşken hasret kalmak ne zor şey.Ey Koca Yavuz!,düşmanlarını titreten Yavuz!,kadere kimin gücü yeter? Hünkar çok üzülmüş,ağlamış için için.Derler ki; aşkın ilk şahidi,üzerinde hala dört satır yazıyı taşıyan çadır direği bile inlemiş bu acıdan.Türkmen kızına mermerden güzel bir mezar yaptırmış ve mezar taşına şöyle yazdırmış;

Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felekGiryemi kıldı hûn, eşkimi füzûn etti felekŞîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzânBeni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.

”Gözlerime bilmem nasil bir büyü yapti ki felek,Gözümü kan içinde birakti, gözyaşına boğdu felekPençemin( gücümün) korkusundan aslanlar (bile) titrerkenBeni bir ceylan gözlüye esir etti felek.”