İşe yeni girmiştim. İlk kez karşılaştığım bir sürü şey olmasına rağmen günler çok sıkıcı ve uzun geçiyordu. Etraftaki herkes yabancıydı. İş dünyasındaki -neyse artık bu hala anlamış değilim- o garip bakışlar ve ağızdan laf alma çabaları beni deli ediyordu.İnternet bağlantısı da börülce patronumuzun talimatı ile sadece öğlen saatinde açıktı.Canım çok sıkılıyor, içim daralıyor, kalbim sızlıyor-burası çok duygusal olmuş olabilir ama gerçek- başım ağrıyordu. En azından öğlen bilgisayarda yapacağım bir şeyler arıyordum. Ama şöyle bir gerçek vardı ki ben internetten de çok hoşlanmıyordum -nedense gözümde bir kişiliği vardı.-Her şey o gün başladı. O güzel kış gününde. Dışarısı karla kaplıydı. Yollar kapanmış şirketin bir çok servisi yolda kalmış iş yerine gelememişti. Bir kısmı ise yola çıkmaya hiç yeltenmemiş, şirkete haber vererek o güzargahta oturan hiç kimsenin işe gelemeyeceğini haber vermişti. Biz ise bir mucize olarak işe varmıştık. İş hayatımdaki en güzel gündü. çalıştığım katta sadece üç kişiydik. Sessiz, huzur dolu şahane bir gündü.Müdürümüzün bilgisayarında internet her daim açıktı. E tabi o müdür olduğu için interneti “doğru” biçimde kullanmasını bizden iyi biliyordu ve onun bilgisayarında internetle ilgili herhangi bir kural olamsına gerek yoktu. Peh…çokta fifiydi:)Kardan muzdarip olanlardan biri de sarışın ve kendini sırf sarışın olduğu için yakışıklı sanan müdürümdü. Yoktu. O masa benimdi. Kuruldum bilgisayarın başına ve hayatımda hiç duymadığım kadar yoğun bir duygu hissetmeye başladım internete karşı. Yönetici masasında oturmamın bunda etkisi büyüktü sanırım. Çok seviyordum o an onu. Hayatımda başka hiçbir şey olmasa da olurdu bu saatten sonra. Gerçek aşkımı bulmuştum sonunda.Deli gibi o siteden öbürüne atlıya zıplaya girip çıkıyordum. İki satır yazı okuyor, bir kaç karikatüre bakıyor, yarılarak gülüyor, ansızın hüzünleniyordum. İnternet bana sıradan şeyleri acayip gösteriyordu. Sanki gerçek sanal, sanal gerçek olmuştu. O koltukta yaşlanabilir, oracıkta ölebilirdim. Dedim ya hayattaki her şeye sahip olmuştum.Ne istesem buradaydı işte. “Bir tıkla” elimin altında. Gerçekten dokunmam yada almam gerekmiyordu. Her şey hakkında her şeyi öğreniyordum.Sonra bir grup buldum. Bir sürü insan bir şeyler yazıp paylaşıyordu. Onlar da sanırım paylaşmayı internetten öğrenmişti. İnsan tarihi kadar eski olan bu his sanal alemde kazanamadı değeri kazanmıştı. Site de faydalı yazılar yazılıyor gibiydi. Herkes yazdıklarında gayet ciddi ve samimi idi. E bu durum “paylaşma” hissinin bir nebzede olsa gerçek manasında kullanıldığını hissetiriyordu bana. Zira bu kadar değerli bir duygunun hiçe sayılması ve her dakika “paylaşılması” beni üzüyordu.Yazılar hoşuma gidince biraz daha takıldım oralarda-sanal ya her şey bu da öyle- Biraz daha oyalandıktan sonra bir yazı gördüm. Adamın biri -belki de kadın- çok eğlenceli bir şeyler yazmıştı. Yazı bir yere kadar okunabiliyor devamı için sarılı pembeli bir kutucuk “üye olmam” gerektiğini bildiriliyordu. Yazının devamını merak ettiğim için hemen üye oldum-internet sazanı:)-Devamı daha komik olan bu yazının bir yerinde hüzün damlamarı vardı. Bunu fark edince baştan okudum yazıyı. Aslında tamamı hüzün doluydu. Peki bana neden bu kadar komik gelmişti? İlk okuduğumda neden bu kadar değersiz ve sadece komik gelmişti?Adam çokta iyi olmayan bir yazı dili ile bir ölümü -gerçek bir ölümü- anlatıyordu. Ama bilgisayar ekranından o kadar renkli bir siteden bu hikayeyi okumak… Gerçek gibi değildi. Olamazdı. Sanal alemde ölümün ne işi vardı canım. Olsa olsa komik olurdu. Zihin buna alışmıştı, hikaye böyle gidiyordu, insanı inandığı şeyden vazgeçirmek çok zordu. Bu sebepten komik olduğuna inandığım için “içim acıdı çok. Sevdiceğim gitti, tutamadım” cümlesine kadar anlamadım.Saatler geçmiş, gün bitmişti. Gitme vaktiydi. O andan itibaren önümde açık duran o yazıyı tekrar tekrar okudum. Pembe kutunun içinde azda olsa gerçek görünmesini istedim ama mümkün değildi. Yanıp sönen kutucuklar. Gerçek güzel ama sahte arkadaş olmak isteyen ablaların pırıltılı kutucukları. Hepsi gerçek olandan daha güzeldi. Gerçek olansa o kadar sahte görüntünün içinde öylece duruyordu. Kendini müdafa edecek bir hali yoktu ki buna gerek de yoktu. Çünkü o gerçekti.Servis saati gelince bilgisayarı kapattım, çantamı alarak bahçeye çıktım. Düşündüm. İnternetten neden hoşlanmadığımı bugün ise neden bu denli önemsediğimi.O güne kadar orada yasaklı olduğu için çekiciydi. Evde ise serbest olduğu için iticiydi. O gün kimse olmadığı için yalnızlıkta gerçekliğine dönen her insan gibi doyumsuzdum, istiyordum. Tek sebebi bu idi.Müdürüme olan nefretim, yasaklı olan herşeye karşı midemin verdiği bulantı tepkisi ile patronumun internet konusundaki tutumuna olan baş kaldırım bana bunu yaptırmıştı. O gün her şeyden çok onu istememin sebebi buydu.

İnternet hiç gerçek değil. Elbet faydaları ve hayatı kolaylaştıran tarafları var ama sanırım en yufka yüreklimizin bile bir canavara dönüşebileceği bir garip alem.