Eğer denizden korkuyorsanız ya da deniz tutuyorsa bu cümleden sonra bu yazıdan ayrılın, zira bir sonraki paragrafta okyanusa açılacağız.Dünyayı bir yelkenliyle gezmek benim çocukluk hayalimdir. Ne güzel geliyor değil mi kulağa? Dünyayı gezmek, yelkenliyle! Evet güzeldir ve güzelliğinin en önemli besini ulaşılmazlığıdır. Para, zaman, bilgi, hazırlık, form, cesaret ve sabır ister öncelikle. Ya tekne? Bu gezi için gerekli tekne aslında genellikle tahmin edilenden çok daha düşük maliyetlerle elde edilebilir, lüksünüz ve emniyet skalanız arttıkça maliyet büyür. Elbette Rahmi Koç gibi özel doktorunun, aşçısının, tecrübeli bir kaptanın da içinde bulunduğu ciddi ekip ve Nazenin 4 gibi saray yavrusu bir tekne ile öyle kafanıza esen şehirlerden uçakla memlekete sıkça gelerek yapılan bir gezi değil bahsettiğim. Gerçi dünya turu atan Türkiyeli tekne sayısı bilinen kayıtlarla sadece yedi adet olduğu için, sekizinci tekne olarak tarihe de geçecek Nazenin 4.Daha derin ayrıntılarla ilgilenenler verdiğim linkleri takip edebilirler, ben burada konuyu toparlayıp anlatıyorum, sıkıcı değil özendirici olsun diye. Özenin işi gücü bırakın basın yelkeni diye!Neyse;Dünyayı yelkenliyle dolaşan ilk adamımız meşhur fiber kısrağı 10.5 metrelik Kısmet ile eşini de yanına alarak 1965’te tura başlayıp 1968’de bitiren Sadun Boro. En ünlülerden biri olan-lar da hiç kuşkusuz 1992-98 yılları arasında dünyayı dolaşan en küçük Türkiyeli tekne Uzaklar’la (8.5m) Zuhal-Osman Atasoy çifti, zira uzun süre bu seyahatin belgeselini televizyonlarımızda seyrettik, altı yıl dile kolay! Ünlüler ama bu yolculuk Türkiyeli bir tekneyle atılan altıncı Dünya turu, arada çok da adı duyulmamış 5 yolculuk daha var. Çok link olmasın diye adlarını vermeyeyim dedim ama yazıktır o kadar dolanmış adamlar, işte bahsettiğimiz iki tekne hariç liste: Tanıl Tuncel (Kelebek) 1986-1991, Haluk Karamanoğlu ve ailesi (Dariska) 1988-1993, Erkan Gürsoy (Barış) 1991-1995, Eralp Akkoyunlu (Yosun) 1987-1995, Ayfer Er (Cantana III) 1993-1998. Bu arada bu yolculuklardan ikisinde, tur devam ederken (Oda-Sadun Boro, Zuhal-Osman Atasoy) birer çocuk dünyaya geldi ve ikisinin adı da Deniz.Açıkçası benim için bu turların arasından en değerli olanı Sadun Boro’nun turudur. 1965’te buna cesaret etmek daha bir farklı cidden. Zira teknoloji geliştikçe bu hayal tur kolaylaşmaya başladı. Elbette hala çok zor ama göreceli olarak teknoloji işi kolaylaştırdı. Pusulanın keşfiyle okyanuslarda fink atmaya başlayan dünya denizcileri, günümüzde özellikle GPS teknolojisi ile +/- 3 metre yanılma payıyla tüm dünyada konumlarını belirleyebiliyorlar. Hatta olağan dışı şartlar dışında autopilot’la siz uyurken belirlediğiniz rotada, istediğiniz limana doğru yol alabiliyor tekneniz.Bu teknolojiyi de ardına alarak 2004 Mayısında 9.5 metrelik teknesi Mardek (kendini martı zanneden ördek) ile yola çıkan Hakan Öge turu tamamlamaya çalışan başka bir maceraperestimiz. İki yılı devirdi dünya denizlerinde ve şu anda ben bunları yazarken Büyük Okyanus’un neredeyse tam ortasında (yanıp sönen kırmızı noktada). Bu büyüklükte bir alan söz konusu ise bir damla sudan biraz daha büyük bir hacim kaplayan Mardek’in üzerinde süzülüyor. Kırklarının başında bir diş hekimi olan Hakan Öge’nin de bir rekor amacı vardı, bu turu tek başına bitiren ilkimiz olacaktı. Kader ağlarını Atlas Okyanusu’nun ortasında ördü, okyanusa çıkma hazırlıklarını yaptığı Kanarya Adaları’nda tanışıp –sanırım- orada hoşlanıştıkları Belçikalı Sophie’nin ablası ve eniştesinin teknesi ile martısız, karasız, başka hiç bir tekne görmeksizin tek başına geçirdiği 16 günün sonunda karşılaştı ve Sophie de o teknedeydi. Hakan ve Sophie okyanusun ortasında, gece, birden Sophie’nin Mardek’e geçmesine karar verdiler. Yani çok romantik bir tavırla Hakan rekorundan vazgeçti. Hala yola birlikte devam ediyorlar. Yine de başka bir ağır zorluğu göze aldılar. Bu turların en zor güzergahı olan Macellan Boğazını seçtiler, bu binlerce mil ekstra yol ve neredeyse güney kutbuna inmek demek. Yelkenliyle dünyayı dolaşırken Amerika kıtasını geçmenin en kestirme yolu olan Panama Kanalı’ndan vazgeçtiler.Hakan, yukarıda verdiğim linklerden de görebileceğiniz gibi sitesine yolculuğun neredeyse tamamını seyir defteri adı altında, blog misali 3-5 günde bir yazıyor. Dünya’nın gerisinde, berisinde, İnternet’e kısa dalga telsiz aracılığıyla bağlanabiliyor. En ücra yerlerde bile resim gönderemese de, yazı yollayabilecek kadar kısıtlı bir bağlantı kurabiliyor. Hadi gittik bu tura, İnternet’im ne olacak demeyin yani!Bir kaç yıl önceki Fas seyahatimde, Kasablanka’da, Casablanca filminin çekildiği bar olarak iddia edilen turistik bardaki “Tekrar çal Sam” meşhur repliğinin yönlendiği Piyanist Sam niyetine piano çalan zenci arkadaşın yanıma gelerek “Abi Türk müsünüz, ben de Antakya’lıyım!” demesiyle büyük şok yaşamıştım. Bunun bir ötesini sanırım Hakan kardeşimiz yaşamış, Büyük Okyanus’un neredeyse tam ortasında, bir kaç ayda bir tankerle mühimmat ulaşabilen, izolasyonun dibine vurmuş, orada neden yaşanır denilebilecek 1000 nüfuslu bir ada olan Mangareva Adası’ndaki tek fırının sahibi “Tahsin” çıkmış. Evet aynen böyle, bizim Tahsin!Ha bu arada, şu anda bulundukları yerden biraz aşağı inseler sanki bizim Lost’çuların adasına varırlar gibi, yine de aman diyelim others’ı var, manyetik alanı var, Beyoğlunda gece 4 gibi oralar, maazallah!Elbette bu yolculuğa çıkınca göreceklerinizin sınırı yok. Kanarya Adalarında okyanusu geçmek için limanda bekleyen boat-stop’çulardan tutun da, gittiğiniz limanlarda bu yolculuğu yapabilmek için çeşitli çareler bulmuş, örneğin “sea muffin” diye abuk bir iş icat etmiş insanlara rastlayabilirsiniz.İcat demişken, şimdilik Pilli’ye yazarak kazandıklarımızla bu turu yapma şansımız pek görünmüyor ancak kimbilir zamanla o da olabilir. Bir denizci deyimiyle; cümleleriniz rüzgarla dolsun!Son olarak, 9. tur olmaz belki ama ölmezse şu adam da mutlaka bu turu atacak bir gün!