Uzun koridorda hastaların yattığı odalar birbirine yakındı. Odalardaki hastalar ameliyat olacakları yada taburcu olacakları günü bekliyorlardı. İbrahim cam kenarındaki yatağında doğrulmuş, ayaklarına terlikleri geçirmiş, yanındaki yatakta yemek yiyen arkadaşıyla sohbet ediyordu. Birkaç gün içinde bir kalp ameliyatı olacaktı. İki kez kalp krizi geçirmiş, durumu ciddi olduğundan gözetim altına alınmıştı. O hastanede gün sayarken yakınları onun için taze kan arıyor, kan verecek akrabaların listesini hazırlamaya çalışıyordu. Tam liste tamamlandı diye düşünürken yapılan testlerde birinin kan veremeyeceği anlaşılıyor, yerine konacak biri aranıyordu. Ama az kalmıştı. Kuyruğundaydılar artık zamanın hep birlikte.Sıcak ama rüzgarın etkisiyle bunaltmayan bir İstanbul öğlesiydi. İbrahim yan yatakta yatan arkadaşının ikram ettiği biberi yedi ve biraz koridorda dolaşmak için odadan çıktı. Kapının önünde iki adım attıktan sonra sırtından, sol koluna ve göğsüne doğru tırmanan acı ve sıkışma ile oracığa yığılı verdi. Hiçbir ses çıkaramadan, yardım isteyemeden. Koridorda telaşlı bir kalabalık oluşdu aynı anda. Hemşireler, doktorlar, hasta yakınları. İbrahım’ in yanında hiç tanıdığı yüz yoktu.Kenan, heyecandan yeride duramıyordu. Birazdan içerdeki hemşire dışarı çıkacak ve kızını kollarına verecekti. Karısı güzel oğlundan sonra şimdi birde kız babası yapacaktı onu. Karısını ve çocuklarını doyasıya sevebilmek içim ömür diledi Tanrı’dan.Her zamankinden daha gürültülü ve aceleci çalmıştı sanki telefon. Gülizar koşar adım açtı telefonu “birşey lazım herhalde” dedi kendi kendine. Karşıdaki ses “İbrahim kalp krizi geçirdi. Acil ameliyata alıyorlar. Ben haber verdim Ayhan’a kan verecek olanları aldı geliyor. Sende Sultan ve Yasemini al gel” diyen kocasının sesiydi. Abisi ameliyattan önce geçireceği bir kalp krizi ile şansının azalıcağını söyleyen doktorlara ve kendilerine latife eder gibi hastanede geçirmişti son krizini. Telaşla yengesine ve kız kardeşine anlattı durumu, alelacele çıktılar evden. Dünya sanki boşalmış, birtek kendileri kalmıştı.Hemşire usulca çıktı ameliyathaneden. Kenan’ a gülümsedi, küçük kızını birazdan görebileceğini, eşinide odaya aldıklarını söylediğinde Kenan, en büyük gülümsemesini taktı yüzüne ve heyecandan terleyen ellerini kazağına silerek hemşirenin omzuna dokundu. ağzından birtek kelime bile çıkartamıyordu.İbrahim acilen ameliyata alınmış, taze kanlar zamanında hastane yetiştirilmiş, ameliyat uzun ama başarılı geçmiş, herkes rahat bir nefes almıştı. Hastanın yanında iki refakatçı kalmış kalanlar evlerine yollanmıştı. Gülizar’ ın evi abisi için telaşlanan insanlarla dolmuş, geçmiş olsunlar odanın orta yerinde birinin önünden diğerine geçiş yapmıştı. Evin büyük dayısı, en büyük yiğenine “Kenan’ın kızı doğmuş mu?” diye sordu. En büyük yiğen halıya diktiği gözlerini ayırmadan sadece kafasını sallayarak cevapladı dayının sorusunu. “Aman pek güzel. Adını ne koymuşlar?” diye devam etti evin büyük dayısı. Büyük yiğen yine gözlerini ayırmadan elini onaylamaz bir eda ile sallayarak “Belinda koymuşlar. İnsan neden kızına böyle bir isim koyarki? Yazık değilmi. Çoçuklarının hayatını böyle isimlerle karartıyorlar. Hayat zaten zor. Birde bununla mı uğraşacak yavrucak?” diye cevapladı huzursuz ve onaylamaz bir ses tonuyla. Küçün kızın dayısı olarak onaylamamıştı ismini. İbrahim için duyduğu kaygının bir yarısını da onun için duyuyordu şimdi.Hava sıcak, gökyüzü pırıl pırıl, ağaçlar yemyeşildi. İbrahim tarlasında fasülyelerini suluyordu. Bir saat mühleti kalmıştı. Bir saat sonra su sırası Derviş’ e geçecekti. Allah’tan az bir işi kalmıştı. “Bir saat bana haydi haydi yeter” dedi içinden.Hava sıcak, gökyüzü pırıl pırıl, ağaçlar yemyeşildi. Raşo ve Belinda babalarının arabasına piknik malzemelerini yerleştirdiler. Babaları arabanın yanına giderek iki çoçuğunuda öptü doyasıya ve biraz şamata yaptılar üçü birlikte. Kenan ” Ben gidip büyük teyzenizi de alayım. Buradan geçerken sizi alırım. Sizde bu arada benim ekmeklerimi kızartın” dedi ve direksiyonun başına geçti. Türkiye’ ye dönmeden önce İsveç’teki son haftasonlarıydı. Çocuklarını kırmamış pikniğe ayırmıştı pazarını. Memleketine seneler sonra dönecek olmanın heyecanı vardı içinde, hızlandırdı arabayı. Yol boştu bu saatte. Canına kast edecek kadar hızlı kullanmayı sevmezdi arabayı zaten. Kayda değer bir hız değildi yaptığı.Yol kenarından bir anda yolun ortasına fırlayan geyik, Kenan’ ın bütün hayallerini söndürdü bir anda. Hayvana çarpmamak için direksiyonu kırdı, araba yoldan çıktı, ormana daldı ve ağaçlara çarpa çarpa hızla ilerledi. Hızla çalıkdı yüzyıllık ağaca ve durdu. Kenan’ ın bir tek anlında bir çizgi vardı. Vücudundaki ufak tefek kırıkları saymassak sağlamdı vücudu. Ama o tek çizik bitirmişti ömrünü. Tanrı’ dan dilediği ömür otuzbeş yaşında son buldu.Haber her haneye ulaştığında Kenan’ a olan özlem ve kavuşma yerini derin bir acıya bırakmıştı. Avuç avuç gözyaşı döküyorlardı. Genç ömrüne, memleketini birkez daha dünya gözüyle görememenin kederine, Birsen’ e, Raşo’ ya ve Belinda’ ya. Cenaze köyüne götürülmüş, babasının yanına gömülmüştü. İbrahim genç kuzeninin ani ölümüne olan üzüntüsünden ağlıyor ama dik durmaya çalışıyordu. Senelerce koparmadıkları ilişkilerinin böyle sonlanacağını hiç düşünmemişti. Aklına dahi gelmezdi. Büyük yiğen, Belinda’yı kucağına almış Kenan’ ın toprağa bırakılışını yaşlı gözlerle izliyordu. Kucağındaki güzel kıza baktı. Gözlerini babasından ayırmıyor, ama boş bakıyordu. Birden kızın adını düşündü “BELİNDA”. “Aslında güzel bir isim. Rüya gibi” diye geçirdi içinden yıllar önceki düşüncesini kovarak aklından, dua ederek kalbinden.