bayrak olayını taa başından bu yana izlemekteyim. gelinen nokta ise, milliyetçilik anlayışının neresinde olduğu tartışmasız bir biçimde netleşmiştir.şöyle bir süreci gözden geçirelim;21 mart 2005- her yıl olduğu gibi Newroz kutlamaları yapıldı. hatta bu yıl çok daha demokratik bir ortamda gerçekleşiyor diye ben de kendi adıma sevinmiştim. artık halkları birbirine kırdıran anlayış geri çekiliyor gibiydi. barış ve demokratik toplumsal süreç işlmeye başlıyor gibiydi. bu her ne kadar AB’ülkelerinin bir “dayatması” olsa da… bu topraklarda artık kürt diye bir realitenin tanındığı, TRT’de bile (yetersiz kalsa da) anadilde yayın yapıldığı, kürtlerin kuyruklarının bulunmadığı, kart-kurtteoreminin geçersiz olduğu bir dönem başlıyordu. buraya kadar çok güzel gelişmeler. ancak bir kısım derin devlet artıkları durumun fena halde sıkıntısı altında kaldılar. savaş denilen şey, bazı kesimlere oldukça gelir getiren bir sektör. Evet, savaş, bir sektördür. bizlerinde içinde yer aldığı ortadoğu topraklarında iyi bir rant kapısıdır. din ve milliyetçilik olgusu savaşların, kıyımların temel nedenidir. hal buyken bizim “derin ortaklar” nakit sorunsalı yaşamaya başladılar. paranın elden gittiğini görünce “vatan elden gidiyor” naralarıyla bu güzel gelişmeleri baltalamanın çok bilinen ve artık kabak tadı vermiş, hiç de zekice olmayan yöntemlerini devreye soktular.şenliklerde iki sabi sübyanın eline bir bayrak verip (bunu yapan kişi bugün muhtemelen bir bayrak imalat atölyesi açmıştır herhalde) gidin bunu yerlerde sürükleyin dedi. hadi diyelim böyle bir şey olmadı. çocuklar bayrağı gerçekten çiğnedi diyelim. siz hiç çocuk olmadınızmı. hınzırlık denilen şeyleri sizler yapmadınız mı. hınzırlık yapmanın çocuklar açısından ne derece eğlenceli olduğunu bilmeyenimiz var mı. sizler(bende dahil) batıda, karnı tok, sırtı pek, bisikleti olan, legolarıyla oynayan çocuklar olarak en bilinen hınzırlığımız çok katlı apartmanların zillerine basıp kaçmak olmuştur. Ama sözkonusu edilen “terörist çocuklar”ın mahallelerinde zillerine basıp kaçacakları apartmanlar bile yok. legoları yok. yol yok ki bisiklet olsun. karınları hep aç. mahrum ettirilişin en büyük kurbanları. şimdi biraz da çocuk psikolojisiyle bakalım olaya. bu çocuklar kendilerine yapılmış olan haksızlığın ve adaletsizliğin farkındalar. (biz o yaşlarda sümüklerimiz aka aka misket oynuyorduk) ve bu çocuklar suçlunun kim olduğunu biliyorlar. aklı başında geçinen milyonlarca “erişkin” insandan daha iyi kavramış durumdalar. suçlu devlettir onlara göre. gerçekten de öyledir. ve bu devlete karşı çıkılmalıdır, ama nasıl. birçoğunun abisi yıllar önce dağa gitmiştir ve dönememiştir.(amaçları tartışamnın dışında. sonuçta oluşan psikolojik durumu görmek lazım) bu çocuklar da öfkelerini devletin sembolüne; bayrağa yöneltmiştir. bayrak sizde anlı şanlı şerefli milli duygular uyandırabilir. Ama o çocuklar yıllarca devletin adaletsizlik cenderesinde ezilmiştir. Doğru dürüst türkçe bilemedikleri için sınıfta öğretmenleri tarafından sıra sopasına çekilmişlerdir. Bu çocuklara kızmak mümkün müdür. Kızılacak birileri varsa o da devlettir. Olayların devlet tarafından provoke edildiği gerçeği bir yana, tarihsel neden-sonuç ilişkisi bakımından da bu olayın sorumlusu devletten başka kim olabilir? Gelelim provokasyona. Provokasyonu kimlerin kışkırttığı aşikardır.22 mart 2005- herkes sanki ağız birliği yapmışcasına eşşekler gibi anırmaya başladı. Medyasından televizyonuna, bakkalından çakkalına kadar herseste bir bayrak histerisi başgösterdi. Sanki daha önce türk bayrağına hiç saygısızlık yapılmamış gibi. Vatan millet edebiyatı tozlu raflardan indirilerek bir kez daha hatmedildi. Ortaasya steplerindeki kutlu günler yad edilerek at sırtında kımız içildi, titrendi ve kendine gelindi, tanrı dağı duman almış türküsü yurtluklarda kurtlarla berabercesine zikredildi, iki rekat şaman dansı yapılarak kuyruklu kürtler için sürek avı başlatıldı. Üniversite kampuslarında demokrat öğrenciler satırlar eşliğinde biçildi. Genelkurmay tüm ülkücülere saldırın buyurdu. Tasmalar açıldı ve saldırıldı.Hafif’de bile bazı dengesiz unsurlar, hafifin demokratik ifade özgürlüğünden rahatsızlık duydu. Bir “köpekbalığı” arkadaşımız, (nicki jaws mıydı neydi) sitede bir kampanya başlatmaya teşebbüs etti ama sayın hafif sakinleri ona gereken cevabı vermiş bulundu tabii.Ülkede ne kadar ipsiz sapsız serseri varsa ellerinde birer türk bayrağı (asla ellerine yakışmıyor) maça gider gibi sokaklara döküldü. Aslında bu olayın maçtan bir farkı da yoktu onlar için. Ellerinde fenerbahçe ya da galatasaray bayrağı da olabilirdi. Veya trabzon spor…. TRABZON….TRAB…İğrenç….İğrenç kelimesi yetmiyor. Trabzonda bir ikinci vak’a yaşandı. TAYAD’lı ailelere saldırıldı. TAYAD’lı aileler, çocukları cezaevlerinde olan aileler… çocukları cezaevlerinde diri diri yakılan, katledilen, kafaları demir çubuklarla parçalanan aileler… ana onlar… yürekleri herşeyden büyük onların… çünkü oğulları ya da kızlarını içlerine sığdırabilsinler diye. Bilmem haberiniz var mı? TCK yeni yasalar getiriyor; cezaevlerinde F tiplerindeki tutukluların yaşam koşulları ağırlaştırılıyor. Çok kötü şeyler yapmayı planlıyor oralarda devlet. İşte trabzondaki analar bunu duyurmak istemişlerdi halka(halk mı dedim ben, özür dilerim) onların da insan yanları vardır sanıyorlardı. Böyle olduklarını bilselerdi eminim çıkıp bildiri felan dağıtmazlardı. Demokratik tepkilerini ortaya koymak istediler. Ama nooldu. Bir sivil polis “burada bayrak yakılıyor” diyerek oradaki ekosistemde yaşayan canlıları galeyana getirdi. Sonuçta canlılar ve oradaki ekosistemin bir parçası onlar. Mesela kabuğunu açmış bir midyeye dokunursan ne olur. Kabuğunu kısar. Tamaman içgüdüsel bir tepkime yani. Orda da öyle oldu. Mesela onlar olmasa devletin ekolojik dengesi alt üst olur. Orda yaşıyolar öyle. Normalde kimseye bi zararları da olmayabilirdi. Ama MHP naptı? Kendi ekosistemini tazelemek için böyle bi kalkışmada bulundu. Aynen sivas katliamında olduğu gibi yani. Şimdi şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Coğrafyamız kısmen demokratik bir sürece doğru ilerlemekteyken birden bu olay patlıyor. Tesadüf değil. Şimdi ülkede ne kadar MHP ve ülkü ocakları bürosu varsa bu provokasyonun karargahı konumundadır. Bunlar ülkenin geleceğini açık bir biçimde tehdit etmektedirler. Halkı galeyana getirip ülkede zümre ve milliyet ayrımı yaparak anayasal bir suç işlemektedirler! Benim önerim şudur; bu güruh ileride daha farklı şiddet eylemleri yapmadan önü alınmalıdır. Bu güruhun anayasal bir suç işediğinin bilincine vararak kerkesi MHP ve ülkü ocaklarının kapatılması yönünde bireysel yada topluca girişimde bulunmaya çağırıyorum. Hukuki işlemlerin başlatılabilmesi için bir girişim komisyonu gereklidir. Suçduyurusunda bulunmak ve MHP’nin kapatılmasını istemek her demokrat yuttaşın görevi olmalıdır. Parti kapatmanın neresi demokratik diyebilirisniz. MHP bir parti değildir. Zamanında devlet tarafından semirtilmiş, sözde parti adı altında insanlarımıza kan kusturmuştur. MHP eli kanlı bir terör örgütüdür. MHP devleti, bayrağı arkasına alarak, daha doğrusu kullanarak kendisini haklı çıkartma çabası içerisindedir. MHP miliiyetçi değildir, ırkçıdır. Alparslan Türkeş dedikleri kişi Hitlerin türkiye versiyonudur. 9 ışık diye bahsi geçen kitap, hitlerin kavgam kitabından farksızdır ve amacı ülkede faşist bir sistem kurmaktır. MHP katliam çetesidir. Susurlukta adı geçen katiller bizzat MHP’nin tetikçiliğini yapmış katillerdir. Mehmet Gül bir katildir ve TBMM’de bir zamanlar görev yapmıştır. Kısacası MHP demokrasi düşmanıdır tehlikelidir ve kapatılmalıdır.