off
off

Başka bir İstanbul sabahı, aklımda şu şarkı vardı. Kirliydim. İçim dışım hem de… Acayip kirli! Herşey çok çabuk kirleniyordu. Kirlenmek sadece çocukken güzeldi.Sabahın ilk ışıklarında İstanbul’un üstündeki yaraların kabukları yavaş yavaş kalkıyor, gri bulutların altından henüz iyileşmeye yüz tutmuş ama daha bir hayli zaman isteyen yaralar gibi duran o yer yer pembelikler, güneş ışıklarının bulutlara yansımasıyla muhteşem bir görüntü oluşturuyorlardı.Direksiyonu bıraksam, sanki kendi doğrultusunda bir yön tayin edecekmiş gibi duruyordu. Tayin ederdi de, biliyordum. Bu yüzden bırakmıyordum ya! Sabahın insanı uykuyla sarmalaması kadar güzel başka birşey daha yoktu.Yanımdaki koltukta o uykuya yaslanmış bir dost vardı… Mışıl mışıl uyuyordu. Demek bana güveniyordu. Bunu düşünüp de farkedince, doğmakta olan güneşin gözümü alan ışınları daha bir az rahatsız etti beni sanki… Gülümsedim. O uyanmasın diye hiç vites değiştirmemeye gayret ederek sürdüğüm yollar, belki normal şartlarda daha kısa sürede aşılabilirdi. Ama hızın hiç önemi yoktu. Hayat gibi… Nicelik-nitelik kurgusunu içinde barındıran bir çok olgu gibi, bunu farkedince insan, daha bir dingin oluyordu nedense…”Çevreyolundan Ankara’ya basıp gitsem mi?” diye düşünüyordum. Uyandığında “Geldik mi?” diye soracak ve karşısındaki her ne ise baktığı; algısı şaşıp, afallayacaktı. Bir anda uykusunu delip O’nu kendine getirecek bir Ankara görüntüsü hayal ettim. Bu sefer sesli güldüm. Yanımdan beni sollayarak geçen aracın şoförü de güldü. İnsanlar üzerlerine alınabilecek ne çok şey bulabiliyorlardı.Uzun yolculukları nasıl da özlemiştim. Vakit tamamdır, diyordu bir ses, içimden… Duymamaya çalışıyordum.Kafamdaki tehlikeli düşünceleri atmak için başka birşeyler düşünmeye kendimi zorlarken birden aklıma kilt giyen erkekler düştü. Acaba bu giysinin kendisi mi erkekleri yakışıklı gösterme konusunda bu kadar başarılı idi? Yoksa yakışıklı erkekler mi kilt bile giyseler yine de endamlarından birşey kaybetmiyorlardı? Ya da mesela şu Samuray giysileri! Onlar da muhteşemdi. Yok yahu, belki de yine bu yakışıklı adamların giysiye kattıkları tılsımlı bir şeydi, kimbilir…Bunları düşünürken, yolun çarçabuk bittiğini farkettim. Ankara’ya basıp gitme fikrimi bir başka serüvene erteleyip, uyumakta olan arkadaşıma usulca, “Geldik” dedim. Uykusundan uyanırken O’na rüyasında ne gördüğünü sormadım. O da bana birşey sormadı doğal olarak… Haliyle direksiyon başındaydım.Fakat sormuş olsaydı, yol boyunca gördüğüm rüyaları bir kahvaltı sofrasında anlatacak kadar bile, malzeme vardı dilimde…bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape