Muzırlığın gelip üzerime yapıştığı ve gitmediği dönemlerden birinde size Başka Bir İstanbul Sabahı adı altında bir yol hikayesi anlatmıştım. O yazıda direksiyon başında İstanbul’u bir ucundan diğer ucuna katederken güya basıp Ankara’ya gitme hayalleri kurmuş ve yolda aklıma geldiği kadarıyla erkeklerin yakışıklılık(!) rasyolarını saçma sapan elementler üzerinden tanımlamaya çalışmıştım. Ne de olsa sabahın, uyku ihtiyacımın içine bir nevi sersemlik katması söz konusuydu. Zırvalamam muhakkaktır böyle vakitlerde. Neyse, o zamanlardan bu zamanlara çok sular aktı. Aramızdan kimileri bu yazı dizisinin -benim üçleme takıntımı bildikleri için- bir üçüncü İstanbul Sabahı’na bağlanacağına dair tahminler yürütmüşlerdi. Bu yazıyı farklı diyarlardan okuduklarında tam da şu anda gülümseyeceklerini biliyorum. Bunu da belirtmeden geçmeyeyim. Hazırsanız eğer; bambaşka bir İstanbul sabahı artık anlatılmayı bekliyor.Yine tayfaya haber salıp akışkan kıvama geçtiğimiz bir geceydi. Rock barların arasından bilindik en nadide, en müziğe doyacağımızı bildiğimiz birkaçını seçmiş, turluyorduk. Adreslerin ikincisinde tayfaya yeni üyeleri de kattıktan sonra kültürel etkinliklerin duvarlardan insanın üzerine üzerine fışkırdığı Dersaadet’in sokaklarına kaymaya başlamıştık, bitmeyen bir saadet içindeydik… O esnada takılmaktan da geri durmuyorduk cibinlik konusuna. Cibinlik aşağı cibinlik yukarı derken aramızdan bazıları konuyu dağıtmaya diğer bazıları da olayı bilhassa kurcalamaya çalışıyorlardı. O zamanlar global krizin k’si henüz teğet geçmemişti hayatlarımızdan. Biz bildiğimiz, o Türkiye şartlarındaki krizleri tatbik ediyorduk usul usul. Ona göre önlemler alıyor, istifaları bastırmadan evvel mutlaka iş buluyor yahut işten atılacağımızı anladıysak türlü taklaları son kertede trambolin üzerinde denemeye çalışıyorduk patronu memnun etmek için. Sirkte çalışmak kolay değildi. Her gün tezek temizlemek, sonra o kokuyu üzerimizden atmak için yıkanıp, gece de insanları eğlendirmek: Hayat gailesi kolay değildi. Krizli türünden olanı ise hiç kolay değildi… Ama yine de anıları sağlam tuttuğun takdirde “Geçmiş zaman olur ki; …” diye başlayan cümlelerle hikayeler biriktirebiliyorsun kendine…O gece biraz rahatlamanın eşiğinde olduğumun farkında olarak eğlenmeye başlamıştım. Ama ne eğlenmek! Daha bizim tayfanın ilk bir saatinde enerjisini pompalayıp maytabı yan gruptan birilerine sallamaya da koyulmuştum ufaktan. Elimde sallandırarak tuttuğum şişeyi yanı başımdaki başka bir grubun elemanlarından birinin şişesine tokuşturmanın tadı enfesti. Kendisine gülümsediğimi görünce, şaşkın gözlerinde bir ferahlama belirmişti; fakat kaçıp saklanma isteği, bir şekilde elemanı felaket çekici kılmaya yetiyordu. O gecelik tabii ki! Zira kural buydu: “Barda bulduğun barda kalır. Sakın hasadı oradan kaldırmaya yanaşma yoksa yükü ağır gelir, çuvallarsın.” Bu arada bizim tayfanın kızları benim bluzumu arkadan çekiştirerek güya yaptığımı sarhoşluk çerçevesinde bilinçsizlik gibi yorumluyorlardı. Henüz sarhoş değildim. Kızlara doğru dönüp iki göz kırpmamla, dudak ucuyla gülümsemem olayı özetlememe yetti. Birazdan yan grubun bir elemanı şişe tokuşturmanın verdiği cesaretle ortada dans etmeye başlayacaktı. Hedefime şaşmaz biçimde kilitlendikten sonra kızları da etrafına alıp asıl dansa geçecektik. Sonra gelsin kahkahalar aksın eğlence. Bizim tayfanın erkekleri de bar civarında sallanıp duruyorlar, ufak tefek çapkınlıklarımıza göz yumuyorlardı. Kimsenin kimse üzerinde hakkı yoktu. Çoktandır böyle eğlenmenin son derece medenice olduğuna karar vermiştik. Erkek arkadaşlarının da tıpkı kız arkadaşların gibi güvenebileceğin kankalar olması ne hoş bir duygu! Neyse yan grubun elemanı aşmıştı kendini. Kendi grup elemanları da bize doğru sokulup sokulmamakta tereddüt ediyorlardı. Zira yanımızdaki erkekleri uzaktan kestiklerine bahse girebilirdim. Bir ara müzik döndü hava birden soğudu. O halde oğlanı pistin orta yerinde bırakıp toz olduk. Bizimkilerin kollarına dönüp yan gruba kankalarını pistten toparlamaları için fırsat yarattık. Her işte fırsat eşitliği sağlamak gerek değil mi ama? Sonra eskilerden çalmaya başladı. Bizimkiler dururlar mı? Ellerimizden kollarımızdan çekip direkt konuşan gözlerle bize odaklanmaları yandaki grubu kendi köklerine doğru küçülmeye zorladı. Zira biz artık uçuşa geçmiştik. “Kızlar hazır mısınız? Kaptanınız konuşuyor. Kemerlerinizi bağlayın lütfen!” diyen sesi unutmak ne mümkün! Her ikimizin belinden tutup bizi piste alması hem eğlenceliydi hem de sonsuz bir güven hissi! Muhtemelen bizim kankaların etraftaki diğer kızlara uyguladıkları bir gövde gösterisiydi de bu. Çaktırmadan anlıyorduk da ses etmiyorduk bir yandan. Kanka bu! Yolda da bırakamazsın barda da! Ölümüne kankayız! Sonra sabahı ettik tabii. Kulak uğultuları içinde mekandan çıktığımızda biri yine tutturdu “Islak hamburger!” diye. Kıramazsın ki! Girdik oraya da, fakat şahsen hiç hazzetmiyorum haşlanmış ekmek arasındaki köfteyi; bir de böyle salçalı kokusu yok mu? Onun kokusunu bastırsın diye kendime başka bir şey söyledim. Sonra havanın aydınlanmasını müteakip attık kendimizi boğazın serin havasını koklamaya, martı sesi dinlemeye kıyıya! Birbirimizin yüzlerine bakarken halen gülümseyen gözler görmek beni her daim mutlu etmiştir. Saf (sen öyle san!) ve temiz duygularla kanka olmanın tadı hiçbir ıslak hamburgerde yoktur kanımca! Sonra kızlardan biri sordu bizim kaptana, “Sen bizim göğsümüzde mi uyumaya karar verdin gece?” diye… O soruyla hatırladım birden. Bilincin sarhoşlukla geriye ittiği görüntüler birden netlik kazandı, evet, kaptan bizi dansa davet ettikten bir süre sonra başını neredeyse tutamayacak kadar ağırmış gibi göğsümüze yaslamıştı birkaç kez. Olacak iş mi? Bilmiyorum. Olmuş işte! “Uyuyan kaptan istemiyoruz!” deyip güldük, o da güldü, sabah serinliğinde kahvesini yudumlarken. “Birisi arkadan kafamı tutup çekmeseydi uyuyabilirdim; ne yalan söyleyeyim şimdi, çok rahat yastıklardı!” dedi. Herkes birbirine baktı, kaptanın kafasını tutup çekenin kim olduğunu itiraf etmesini beklercesine. Kimseden “Bendim O!” diyen bir ses çıkmadı. Fakat muzır gülümseme ve gülüşmeler hayli fazlaydı. O arada ben hala gece boyu arkamda dans eden ve ben zıpladıkça saçlarımla yüzüne dokunduğum adamı düşünüyordum sabahın mahmurluğu içinde… Bir ara “Ah Pati Ah” dediğini duyar gibi olmuştum zira!bu bir pilli patisözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape