Ciddiye almam gereken bir işim, eğitimimin devamı için planlarım, önümüzdeki günlere dair umutlarım olmasına rağmen ben çok ihmalkar biriyim. Nasıl olacak, ben ne zaman düzene gireceğim bilemiyorum, ancak bir yol olmalı; yol yoksa bile oluşturulmalı…

Her iş günü öncesi kendime söz veriyorum, bu sefer 08:30 da işbaşı yapacağım diye, nedense bu saat bazen 09:30 bazen de 11:30 a kayıyor. 09:00 da işe geldiğim zamanlar arkadaşlarım şaşırıyor; ofise ilk giren bensem bilin ki diğerlerinin işi vardır. Her toplantıda bunun tartışması yapılıyor, zeytin yağı gibiyimdir, üste çıkarım muhakkak. Kararlar alıyorum bol bol, heyhat uygulayan kim… Metabolizmamı çözdüm, ben en erken 09:30 da iş başı yapabiliyorum, yıllarca bu hep böyle oldu. Üniversite yıllarımda az final kaçırmadım şu dandirik metabolizmatik (uydurdum şimdi) saatim yüzünden. Erken uyansam dahi, ofise giriş saatim bir türlü zamanında olmuyor, sokağa çıkma yasağı var sanki belli saate kadar. Saplantı mı oldu bende acaba bu?

Neyse; ofisimde şimdi bir de balığım var; çiçek yollamışlar akvaryumda balıkla süslenmiş. Çok şeker bir şey; ben ilk defa balık besliyorum, ne kadar yem verilir, onunla nasıl iletişime geçilir hiç bir fikrim yok. Kızım mı desem oğlum mu anlayamadım. Her gün panik yaşıyor bizim turuncu balıkcık, suyunu değiştiriyorum, korkuyor ölümden. Balık hafızası derler ya, hatırlamıyor sanırım garibim, her gün aynı işkence. Suyu bir günde pisleniyor, sanırım çok besliyorum. Gerçi öyle mi onu da bilmiyorum ya. Bugün bir pet-centre’a uğrayacağım, zaten yemi de bitti, üç beş şey sorar öğrenirim. Çiçek derken balık sahibi de olduk, haydi bakalım…

İşte böyle, anlatayım dedim öylesine…