Öncelikle söylemem gerekir ki johan sebastian bach’tan sonra dünyanın en güzel şeyi monty python‘dir.

monty python ekibi aslında 6 kişidir, ama gerek neil innes, gerekse carol cleveland icin “7. python” dendiği görülmüştür. ekibin üyeleri john cleese, graham chapman, eric idle, michael palin, terry jones ve amerikali terry gilliam‘dir. gilliam skeclerde ve filmlerde diğerleri kadar sık gözükmez; animasyonlarını yapar, skeçlerin birbirine bağlanması konusunda yardımcı olarak monty python’in bu konuda ekol haline gelmesine yardımcı olur.john cleese içlerinde en yaşlısı ve en uzun boylusudur. genelde insanları sinir eden adam veya sert nazi subayı gibi rollerde görülür. şu anda amerika’da yaşamaktadır. inanılmaz mimiklere sahip olan bu arkadaşımızın ministry of silly walks skeçindeki performansı efsanevidir. cambridge’de hukuk okumuştur.graham chapman gay’dir, sigara bağımlısı ve alkoliktir, 1989 yılında gırtlak kanserinden ölmüştür. monty python’in diğer üyeleri içlerindeki en iyi aktörün o olduğunu düşünür; zaten 3 python filminin 2’sinde başrolü oynamıştır. skeçleri john cleese ile beraber yazarlar ve python’in “iğrenc” yarısını oluştururlar (mesela “isterseniz annenizin cesedini yiyelim, pişman olursanız bir mezar kazıp içine kusarız” repliği ona aittir). john cleese’in dediğine göre skeçlerin ana bölümlerini hep cleese yazar; chapman fazla konuşkan değildir, ama ağzını açtığı vakitlerde söyledikleri inanılmazdır. asıl mesleği doktorluk olduğu için doktor rollerinin tamamına yakınını o oynamıştır. babası polis olduğu için polis rolünde de sıkça görülür (” ‘ello ‘ello ‘ello.. what’s all this then?” repliği meşhurdur). ayrıca ingiliz orta yaşlı kadını tiplemesine de biberliğe benzeyen vucut şekillerinden dolayı “pepperpot” ismini takan odur ve terry jones ile birlikte en iyi kadın rolü yapan python’dır bir şekilde. ve o da cleese gibi cambridge mezunudur.eric idle grubun yalnız adamıdır. diğerleri skeçlerini 2’li gruplar halinde yazarken, eric tek yazar (ve programa girilecek skeçler seçilirken, herkesin 2 oyuna karşılık onun tek oyu olması genelde haksızlık olarak görülmüştür, ama eric bu durumdan şikayetçi değildir). grubun içindeki müzisyendir (skeçlerdeki inanılmaz bestelerin büyük bölümü ona aittir) ve dil uzmanıdır. dolayısıyla genelde müzisyen veya sunucu rollerinde gözükür; anagramlar halinde konuşan adamtiplemesi ise unutulmazdır (“sey, taht si creoct”); o anagramlı bölümün sonunda geçen credits’te terry jones için “torn jersey” anagramını bulan da odur bildigim kadarıyla. ilk seyrettiğim python filmi olan life of brian‘da gösterdiği üstün performansla bana kendini ilk sevdiren python’dır. film, python’ın belki de en meşhur şarkısı olan always look on the bright side of life sarkısıyla biter, ki bu şarkı şu aralar iron maiden konserlerinin sonunda çalar. eric grubun 3. en uzun üyesidir (kendi kendine taktığı bir sıfattır bu) ve diğer uzunlar gibi cambridge mezunudur; ayrıca orda footlights komedi kulubu’nun de başkanlığını yapmıştır. “graham chapman gay olduğu için onu taşlayarak öldürmelisiniz” şeklindeki bir mektuba “tamam taslayarak öldürdük” cevabını veren de odur.michael palin grubun en “nice (nays)” üyesidir. oxfordludur. onun terry jones ile birlikte yazdığı skeçler genelde mantıksız / olağanüstü durumlar üzerine kuruludur (misal, spanish inquisition). yavşak sunucu, dolandırıcı menejer veya ezik adam gibi rollerde sıkça görebiliriz kendisini. python’dan ayrıldıktan sonra bbc için yaptığı gezi belgeselleriyle tanınır. ciddi amaçla çekilmiş olsalar dahi kıvrak zekanın dilini tutması zor olduğundan dolayı bu belgeselleri izlerken yerlere yatmak mümkündür (mesela tibet’te bir dağın tanrıçasına şükranlarını “thanks.. nice mountain” şeklinde sunduğunda).terry jones grubun belki de en az ilgi gören üyesidir. oyunculugu abartısızdır ve python hastası olmayanların çok fazla dikkatini çekmeyebilir. ama oynadığı ezik chartered accountant rolleriyle gönülleri fethetmiştir. skeçlerini palin ile birlikte yazar (daha doğrusu ayrı ayrı başlayıp sonradan birleştirirler). deli gibi genel kültürü olan bir adamdır. bildiğim kadarıyla ingiltere’de bir gazetede köşe yazıları yazmaktadır. yukarıda da belirttiğim gibi, chapman ile birlikte en iyi kadın rolü yapan python’dır.Spam adlı skeçde kadın rolündeki en iyi performansını sergilemiştir.(benim kullandığım imzada bu skeçden alıntıdır)terry gilliam içlerinde belki de en farklı olanıdır. amerikalıdır, skeçlerde diğerlerine nazaran daha az gözükür (gözüktüğünde de keşke gözükmeseydi deriz cünkü ozellikle flying circus dönemlerinde oyunculuğu çok çok kötüdür (her ne kadar life of brian’daki gardiyan rolüyle kendisine hayran bırakmış olsa da), gruba belki de en büyük özelliğini kazandıran animasyonları yapan adamdır. bir python skecinde amerikan ingilizcesiyle “okay” demesi gerekirken bunu yüzlerce defa deneyip hiçbirinde becerememesi (evet bir amerikalı olmasına rağmen “okay”i yüzlerce defa ingiliz ingilizcesiyle söylemiştir) unutulmazdır.python nasil olusur..2 uzun (cleese ve chapman) cambridge’de bir şekilde karşılaşırlar (galiba ortak bir tanıdıkları bunları bir araya getiriyor, “bakın ikiniz de komiksiniz tamam mı” diyerek) ve birlikte skecler yazmaya başlarlar. beraber ilk programlarını yanlarına tim brooke-taylor ve marty feldman‘i da alarak at last the 1948 show‘u yaparlar. bana göre, saf içeriğe (yani raw material’a) bakıldığında bu program monty python’dan daha komiktir… ama python’in flying circus’una gore eksiği, “punchline”lardan henüz tam olarak vazgeçememiş olmalarıdır (punch line = skecin sonundaki vurucu cumle.. bilindiği gibi flying circus’ta punchline kullanılmaz, skecler birbirlerine animasyonlarla bağlanır, veya skecler birbiriyle iç içe geçer, veya “ne kadar saçma skec oldu hadi kalkıp gidelim” diye biter, vs.). her biri ayrı ayrı ekol olan 1948 show skeclerinin bir unutulmazı da aimi macdonald‘dır. Monty python’ın chartered accountancy gibi bazı klişelerinin temelleri de bu programda atılmıştır. bazı skeclerde, o sıralar cambridge’de tanıştıkları eric idle da ufak tefek rollerde yer almıştır.cambridge cephesinde bunlar olurken, oxford’da da michael palin ve terry jones bir şekilde birbirlerini bulmuşlardır. cambridge’dekilerin sert ve agresif yapısına ve iğrenç espri anlayışına zıt olarak, oxford cephesinin daha sakin olan elemanları olağanüstü durumlar üzerine yoğunlaşırlar. bunu, yanlarına aldıkları eric idle, david jason ve denise coffey ile beraber hazırladıkları do not adjust your set programında biraz görebiliriz (bu arada at last the 1948 show ve do not adjust your set programları, bbc binasında altlı üstlü programlarda hazırlanmaktadırlar – hatta 1948’in bir bölümünde do not adjust your set ekibinden -şimdi kim olduğunu hatırlamadığım- bir eleman alakasız bir şekilde belirir). do not adjust your set, bbc binasındaki üst kat komşusu kadar komik değildir, ekol de yaratmaz; bunun sebebi belki cambride’in agresif mizahının eksikliği, belki de (sonraları itiraf ettikleri gibi) idle, palin ve jones’un program üzerinde istedikleri etkiyi oluşturamamış olmalarıdır (gerçekten de python esprilerinin üzerine david jason etkileri çok saçma sonuçlar ortaya çıkarmıştır).bu iki ekip bir şekilde bir araya gelirler (clash of the titans tribi), bir program yapma fikri ortaya çıkar. bbc ile konuşmaya giderler.. michael palin’in anlattığı kadarıyla konuşma şöyle gerçekleşir:+ programınızın adı ne?- ee… bilmiyoruz+ ne tür skecler yapacaksınız?- ee.. bilmiyoruz…+ konuk çağıracak mısınız?- hmmm.. onu da bilmiyoruz(bu noktada “tamam sıçtık” diye düşünmeye başlarlar)+ tamam.. size bbc’de 13 program veriyorum, ama daha fazla değil!neticede komedinin kurallarını yeniden yazan monty python’s flying circus programının temelleri atılmıştır. önceleri programın ismine karar veremezler.. 2 isim ön plana çıkar.. biri “owl stretching time“dir (ki bu sonradan programın bölümlerinden birinin ismi olur).. diğeri de bir telefon rehberinde gördükleri alelade bir ingiliz ismidir; “istedik ki o kadın bir gün televizyonu açtığında kendi adına bir televizyon programı görüp şaşırsın” derler. neyse, neticede bir şekilde monty python’s flying circus ismine karar verilir ve çekimlere başlanır. çekimlerden önce programın nasıl olacağı bilinmediği için, bbc stüdyolarına gelecek izleyici profili de çok ilginçtir: sirk izlemeye gelen yaşlı kadınlar! python’in skecleri bitirmek için kullandığı ‘alkışlayan yaşlı kadın görüntüsü’ de buradan alınmıştır. neyse, zaman geçtikçe program öyle büyük bir başarıi yakalar ki tam 45 bölüm boyunca yayında kalır. son 6 bölümde “kendimizi tekrar etmeye basladık” diyen john cleese ayrılmıştır ve python’in da tadı yavaş yavaş kaçmaya başlamıştır. bu durumda devam etmenin fazla anlamı yoktur; flying circus 45 bölüm sonra yayın hayatının sonuna gelir.python dağıldıktan sonra herkes kendi yoluna gider. terry gilliam bilindiği üzere çok çok basarılı bir yönetmen olur (hatta onun filmlerini izleyenler bilir ki o dünyanın en güzel filmlerinden bazılarına imza atmıştır). john cleese fawlty towers‘a, palin ve jones ise rippin yarns‘a giderler (dizidir bunların ikisi de)… ama python damgasıyla yaşamak kolay değildir; bu çalışmaları her ne kadar beğeni toplasa da monty python’da yakaladıkları başarıya yaklaşamazlar. bunun üzerine 1975 yılında yeniden bir araya gelip ilk monty python sinema filmini çekerler: monty python and the holy grail. graham chapman’in kral artur’u oynadığı film olağanüstü bir başarıdır, filmde biri İskoçya’da diğeri İngiltere’de olmak üzere özel mülkiyet olan iki kale kullanılmıştır, iki ülke hükümetindende destek alamayan filmin ana finans kaynakları led zeppelin ve pink floyd gruplarıdır,birbirinden güzel sahneler içerir. yönetmenliği, rastgele bir seçimle, grubun iki terry’si üstlenir. film sinema tarihinin komedi klasikleri arasına girmiştir; başka bir deyişle, başlarına bela almışlardır çünkü bu filmden sonraki yıllarda yine gerek bireysel olarak, gerekse kısmen beraber gerçekleştirdikleri projelerle ne kadar güzel işlere imza atsalar da monty python’in hayaleti onları rahat bırakmaz. sonuç kaçınılmazdır: 1979 yylında yeniden bir araya gelinir ve life of brian filmi çekilir… sonuç olağanüstüdür! python ekibi 2. film denemelerinde de bir klasiğe imza atmıştır. sözlerini michael palin’in yazdığı life of brian şarkısı eşliğinde hatırlanan, isa ile aynı zamanda yaşamıs olan brian adlı alelade bir vatandaşın mesih sanılmasi üzerine bir kurgudur. kacınılmaz olarak brian rolünü yine graham chapman oynamıştır. ilk filmdekinin aksine, graham chapman alkolden arınmış olarak bütün sözleri bilmekte ve ekibi şaşırtmaktadır (ilk filmde o kadar kötü durumdaymış ki her repliğin arasında “neydi lan” diye dönüp repliği tekrar alması gerekiyormuş). filmden sonrasını tahmin edebiliyoruz; yine ayrılırlar, yine bir şeyler denerler, 1983 yılında yeniden bir araya gelirler ve 3. filmleri olan the meaning of life‘i çekerler. belki de ipin koptuğu nokta bu filmdir. sonuç şaşırtıcıdır; film ilk 2 film kadar komik değildir, komple bir filmden ziyade kopuk kopuk skeçleri andırır. zaten ekibin çoğu için de filmin çekimleri işkence gibi olmuş ve zorla tamamlamişlardır. python olduğu için mecburen güzel bir filmdir, ama eski işlerini aratmaktadır.3. filmden sonra tekrar ayrılırlar… arada çıktıkları birkaç turnenin haricinde (ki amerika’daki gosterileri unutulmazdir) bir daha bir araya gelmezler… ta ki 1989’a kadar. bu yıl monty python’in 20. yılıdır ve yıl dönümünde bir reunion ile özel bir şeyler yapmak isterler. ama tesadüf ki 20. yıl dönümlerinden 1 hafta önce graham chapman gyrtlak kanserine yenik düşer, bunun üzerine yanlış hatırlamıyorsam john cleese, kendisi için “tarihin en büyük parti bozguncusu” der. 3. filmden sonra, belki de en kötü sebepten dolayı tekrar bir araya gelirler chapman’in cenaze töreninde. salonu gözü yaşlı akrabalar ve arkadaşlar doldurmuştur… john cleese bir konuşma yapmak için sahneye çıkar ve python’in neden ekol olduğunu beynimize verir. konusmanin sonunda, chapman’in ailesi ve yakınları kahkahalar içindedir:”Graham Chapman, co-author of the ‘Parrot Sketch,’ is no more.He has ceased to be, bereft of life, he rests in peace, he has kicked the bucket, hopped the twig, bit the dust, snuffed it, breathed his last, and gone to meet the Great Head of Light Entertainment in the sky, and I guess that we’re all thinking how sad it is that a man of such talent, such capability and kindness, of such intelligence should now be so suddenly spirited away at the age of only forty-eight, before he’d achieved many of the things of which he was capable, and before he’d had enough fun.Well, I feel that I should say, “Nonsense. Good riddance to him, the freeloading bastard! I hope he fries. “And the reason I think I should say this is, he would never forgive me if I didn’t, if I threw away this opportunity to shock you all on his behalf. Anything for him but mindless good taste. I could hear him whispering in my ear last night as I was writing this:”Alright, Cleese, you’re very proud of being the first person to ever say ‘shit’ on television. If this service is really for me, just for starters, I want you to be the first person ever at a British memorial service to say ‘fuck’!”You see, the trouble is, I can’t. If he were here with me now I would probably have the courage, because he always emboldened me. But the truth is, I lack his balls, his splendid defiance. And so I’ll have to content myself instead with saying ‘Betty Mardsen…’But bolder and less inhibited spirits than me follow today. Jones and Idle, Gilliam and Palin. Heaven knows what the next hour will bring in Graham’s name. Trousers dropping, blasphemers on pogo sticks, spectacular displays of high-speed farting, synchronised incest. One of the four is planning to stuff a dead ocelot and a 1922 Remington typewriter up his own arse to the sound of the second movement of Elgar’s cello concerto. And that’s in the first half.Because you see, Gray would have wanted it this way. Really. Anything for him but mindless good taste. And that’s what I’ll always remember about him—apart, of course, from his Olympian extravagance. He was the prince of bad taste. He loved to shock. In fact, Gray, more than anyone I knew, embodied and symbolised all that was most offensive and juvenile in Monty Python. And his delight in shocking people led him on to greater and greater feats. I like to think of him as the pioneering beacon that beat the path along which fainter spirits could follow.Some memories. I remember writing the undertaker speech with him, and him suggesting the punch line, ‘All right, we’ll eat her, but if you feel bad about it afterwards, we’ll dig a grave and you can throw up into it.’ I remember discovering in 1969, when we wrote every day at the flat where Connie Booth and I lived, that he’d recently discovered the game of printing four-letter words on neat little squares of paper, and then quietly placing them at strategic points around our flat, forcing Connie and me into frantic last minute paper chases whenever we were expecting important guests.I remember him at BBC parties crawling around on all fours, rubbing himself affectionately against the legs of gray-suited executives, and delicately nibbling the more appetizing female calves. Mrs. Eric Morecambe remembers that too.I remember his being invited to speak at the Oxford union, and entering the chamber dressed as a carrot—a full length orange tapering costume with a large, bright green sprig as a hat—-and then, when his turn came to speak, refusing to do so. He just stood there, literally speechless, for twenty minutes, smiling beatifically. The only time in world history that a totally silent man has succeeded in inciting a riot.I remember Graham receiving a Sun newspaper TV award from Reggie Maudling. Who else! And taking the trophy falling to the ground and crawling all the way back to his table, screaming loudly, as loudly as he could. And if you remember Gray, that was very loud indeed.It is magnificent, isn’t it? You see, the thing about shock… is not that it upsets some people, I think; I think that it gives others a momentary joy of liberation, as we realised in that instant that the social rules that constrict our lives so terribly are not actually very important.Well, Gray can’t do that for us anymore. He’s gone. He is an ex-Chapman. All we have of him now is our memories. But it will be some time before they fade.”bu olaydan sonra python’in kalan 5 üyesinin tekrar bir araya gelmesi cok zordur; herkes kendi işleriyle meşguldür ve bırakın 5’i, 2 tanesini ayni ortama getirmek bile çok zorlaşır. 2000’li yılların başlarında imkansız olan gerçekleşecek gibi olur; tekrar beraber bir şeyler yapmaya karar verirler… ve son anda, john cleese’in deyimiyle “hayati boyunca hayır demekte zorlanmış olan o iyi niyetli michael palin, en stratejik anda hayır demiştir”… palin hayır diyince idle çileden çıkar, reunion planları rafa kalkar.şu an 2006 yılındayız; python’in hayatta kalan üyelerinin yaşları 62-66 arasında. bir daha bir araya gelirler mi bilinmez – hatta gelmesinler, onları eski işleriyle hatırlamayı tercih ederim – ama bana bu yazıyı yazdırabildiklerine göre demek ki iş var adamlarda.Bu yazı değerli sanat adamı Komutan Uçan Tekmeye aittir.Yazıya başlarken Monty Python hakkında onunda yazdıklarından faydalanarak kendi yazımı yazmayı amaçlıyordum ama daha ayrıntılı bir kaynak bulamayınca linkleri ekleyip,edindiğim ekstra bilgileri yazı aralarına sıkıştırıp birde yazıdaki türkçe karakterleri düzeltip.(ki ileri derecede hipermetrop bir insan için gerçekten zorlu bir iş gözümden kaçanlar için özür dilerim) yazıyı buraya aktardım,komutanın bir gün kendi kelimelerini burda görüpde ”vay şerefsiz benden araklamış” demesini istemem. 😛