Kitaplıkta bir kitap var; Ayakları Sıcak Tutalım. Yazarı Belda Öztürk ama tam olarak emin değilim, aklımda öyle kalmış olabilir. Yıllardır orada. Sanırım bir indirim falan yapmışlar, ben de Türk Edebiyatı kazansın, yeni yazarlar da kazansın diyerek almışım. Kitabı bir kere okumayı denedim, okuyamadım. Yarım kaldı, bir gün okuyacağım. Böyle diyerek kötü olduğunu iddia etmiyorum. Okumadığım için de iyi ya da kötü bir yorum yapmadım, henüz. Konusunu da hatırlayamıyorum, belki de konu kısmına kadar bile gelmedim. Başlığı ilgimi çekiyor yalnız, arada sırada aklıma geliyor, başlığa bir anlam vermeye çalışıyorum. Neden ki ayakları sıcak tutalım. Neden ayaklar, neden sıcak.Kar yağacağı söylentileriyle dolu bir mart gününde, güneşin yakacağını düşündüğüm ama aksine soğuğun yüzümü yaktığı, canımı acıttığı bir günde insanın tüm açıkta kalan yerlerini kapatası geliyor. Ama soğukta güzel, insanın böyle canını acıtırken bir yandan da tüm gerçeklerle yüzleş diyor sanki. Ben de öyle yapıyorum, yüzleşiyorum. Acıyor ama olsun. Yeterince deşersem ve sonra iyileşmesi için bırakırsam bir gün tamamen iyileşecek gibi, emin değilim.
Ne ise efendim, konuya geri dönelim işte böyle soğuk bir günde anladım ayakları sıcak tutalım demenin ne demek olduğunu. Ayaklarımın üşümesiyle beraber karnımdaki yaranın ince ince sızlamasıyla anladım. Ayaklar çok önemlidir der herkes, hep dediler, ayaklarını sıcak tut. Ayaklarımı sıcak tuttukça canım acımadı ama bilinçli olarak da yapmadım bunu. Ta ki bugün ayaklarımda lastik spor ayakkabılarımla karnımdaki yaranın ince sızısıyla (ince değil, çok acıyor aslında) baş başa kalıncaya kadar, anladım ki ayakları sahiden sıcak tutmalı. Yaralar soğukta kendini hissettiriyor, biz onların iyileşmiş olduğu yanılsamasında olsak bile, acıyı sana yaşattırarak tekrar, unutturmuyor kendini, sen geçti san ama ben hala buralarda bir yerdeyim diyor. Aslında hiç peşini bırakmıyor.Belki de kitapta bunu anlatıyordur, yaraları ve sıcak tutulması gereken ayakları, sıcak tutulması gereken ayaklara sahip, yaralı yürekleri.İşte tam bu noktada Kaan Sezyum aklıma geldi, aslında aklımdan hiç çıkmadığını fark ettim. Kaan Sezyum, yalnızlık sıcak değil, der biricik eşini kaybettikten sonra yazdığı hayat ve anlamı yazısında. Yalnızlık soğuk, hem de çok. Ben de acıtma canımı derim kendisine, kendini sıcak tutmaya çalış, ben de öyle yapıyorum, çalışıyorum. Tüylerim diken diken oldu yine- ah Kaan Sezyum, o kadar güzel anlatmak zorunda mıydın, çok sevilen birini kaybetmenin ne demek olduğunu – bu sefer soğuktan değil.
yorumlar
şimdi bende merak ettim o kitabı.Eğer, bir ölünün ayaklarından bahsediyorsa şayet, evet ilk soğuyan ve şişmeye başlayan yer ayaklarıdır, ölen insanın. Can, ayaklardan başlar yukarı doğru çıkmaya.
bence ısı alışverişinde eller ve ayaklar etkin rol oynar ve birine yakınlaşma olarak ısınma ,uzaklaşma olarak ise soğumak kelimelerini kullanırız.aradaki ilişkiyi kendinizce kurarsınız. bir de tekerleme geldi aklıma:ayağını sıcak tut başını serin.gönlünü ferah tut düşünme derin.
dolce ben de merak ediyorum, normalde kitapları yarım bırakan biri de değilim, başladığımı bitiririm. ama bunu okumamışım işte, adıyla aklımda yer etmiş. ama ölünün ayaklarından bahsetmiyordur. sanırım.güzel tekerlemeymiş faraza.yazıyı okumamış olanlar için
Bir defa okudum. ama nasıl? böyle kesik kesik , parça parça. bir kelime, bir cümle okudum. hani çikolata için delirdiğimiz zamanlarda (çocukken) yapardık ya, yapardık değil mi? Hani bitmesin diye ufak ufak ısırıklar alarak yerdik çikolatayı, emerdik duruma göre. hazzın doruğuna erişelim diye…Ha işte bende öyle okudum yazıyı. bitmemesi için elimden geleni yaptım. mesala ara sıra burnumu karıştırdım sonra mahsülü işledim. ardından sayfayı değiştirdim sonra telefon mu çaldı ne? ona baktım . tuvalete gittim geldim, biraz tıngırdattım ama aklım hep yazıda… unutup unutup hatırladım. ne yazısı yahu? konusunu bile çözemedim daha. sezyum terkedimiş değil mi? ben onu anladım. köşe yazısında da mevzuyu ona bağlamış “ Var ama yok” gibi. ayrılık ilahi olunca sinirlenemezsin diye bir kaide mi var.Demem o ki, çocukken o adi çikolataları nasılda hevesli , nasılda benimseyerek yermişiz …Ayaklarına sağlık.
anlamlı yazıydı, yalnızlık soğuktur gerçekten, hastanede yatanlari düşünrüm bazen, yalnızlık en çok onlara kor herhalde
Simulten, hani kardeşle ya da arkadaşla beraber yerken o çikolatayı, gözümüz hep ötekinin çikolatasında olur. karşılaştırma yaparız,hatta bazen sırf gıcıklığına yavaşlarız; ben daha geç bitireceğim, o dımdızlak kalmışken benim biraz daha çikolatam elimde olacak diye düşünürüz. ya da sadece ben böyle yaparım. aklıma getirdin. gözüm senin yorumunda kaldı.sezyum içimi dağladı. çok acıyor.merri, mersi.
galantus ayağımı da içimi de ısıtan bir yazı olmuş. tebrikler
atalar ne demiş: ayağını sıcak, kafanı serin tut Belki de kitap atasözünü açıklıyordur:)
sinüzit olacaksın derler adama mucizemsin. hem bir atasözü bir kitap vay be. hiç o kadar açıklayıcı bir insan olamadım.mersi, lavinya.
öyle işte yokluğunda bende istiyorum diye zırıl zırıl ağlarsın, varken de bir süre sonra sıkılır çöpe atarsın.erersin, ermişlerden sayarsın kendini. aslında var ama yok dersin.adi melekeler rafında yer aç.
evet, evet kendi yazımı hortlatıyorum. yazıyla da ilgisi yok aslında, ama belki simultenle ilgilidir. ben de bilmiyorum.susma, içinde kalır sonra. büyür büyür, patlarsın bi anda. dök içindeki tün kini nefreti, irini. kurtul ondan. sonra tertemiz bahar havasını içine çek, kendini temizlemek için nisan yağmurlarından da yararlan. ağlamakla temizlenmiyor için, dış kaynakları kullan.
ilgialgısorguburguolgusağol, sağol gatanthus.
acımıyor eskisi kadar ya da sıcak hala; hissedemiyorum artık, bilmiyorum. sen sağol.
galanthus
nası yani. Kitaplık Estonya’da falan mı? kalkıp bakıver
şatoda kim şimdi kitaplığın olduğu tarafa gidecek, uzak. kitaplık dediysem mütevaziliğimden demişimdir.
hah şincik oldu. olsun sen yine kalk bak alalala
gingerdan düştüm, ayağım bandajlı gidemem şimdi.
bandajlı oluncek gidilmiyor diyon yane he.
o kadar yol, hem de bandajlı
Yol kenarındaki arsa aynı zamanda her gün üstünden binlerce kişinin geçtiği bir geçiş güzergahı o kadar uzun süreden beridir öyle ki insanların adımladıkları güzergahın toprağı özelliğini kaybetmiş ve doğal bir patika haline gelmiş o stabilize olmayan yolun dışında kalan alan ise doğaya bırakılmış her bahar diz boyu sarı çiçekli bitkiler boy gösteriyor tek tük zeytin ağacları ve tren istasyonuna bakan kısmında da boylu kavak ağaçları varhava mis gibi bahar geldim diyor sabah saatleri herkesi işe gitme telaşı sarmış aynı adımlara basarak bir oraya bir buraya karınca kolonileri gibi koşuşturuyorlardı bende ise hala karanlık hakimdi tren bekliyordum demir parmaklıkların arkasından caddeye doğru uzun uzun dalıp hengameyi izliyordum suratım mahkeme duvarı gibi isyanlardaydım a.k ben bu dünyadan değilim çığırışları yüksek sesle beynimde yankılanıyordu ki işte o sırada onları gördüm yaşlı bi adam ve ufak bir çocuk farklı bir zamana ait oldukları farklı bir boyuttan benim için ışınlandıklarına eminim Çevreme bakındım aynı tarafa kltlenen tek bir gözle kesişmek istedim istemedim istedim aslında onlar benim için burdaydılar yinede bakındım ispat gerekirdi böyle durumlarda bir üçgen oluşabilir mi diye ıııhSadece bir doğru onlarla benim aramdaDede ellerini arkadan birleştirmiş ağır ağır yürüyordu ufaklık 5-6 yaşlarında onun önünden yürüyor ara sıra arkasına bakıyordu bazen dedesi gibi o da ellerini arkadan kavuşturup onun hızında yürümeye çalışıyordu kocaman beyaz şapkasını beyaz spor ayakkabıları tamamlıyordu aramızda mesafe olduğu için yüzünü seçemiyordum bir an için çoğunlukla benim olduğum tarafa doğru akan insan kalabalığının arasına karıştılar tam onları kaybettim derken ufaklık sarı çiçekli otlara yöneldiÇiçek toplayacaklar yada gezmeye indiler bilmiyomNeyse oğlan çocuğu daliverdi boyu kadar çiçeklerin arasına dedesi de bir yer bulup oturdu çocuğu göremiyordum fakat oynaşan otları görebiliyordum bizim ki çiçekleri adeta yoluyordu bi süre sonra dedesi ayaklanıp yanına gitti bir demet yaptı verdi torununa gerisin geri ağır ağır uzaklaştılar iki ufak çocuk gördüm geçenlerde yada ikitane ihtiyar farklı bir şeyleri vardı bilmeden bir nefes oldular bana sağolsunlar