Yıprattı beni, aşk… Yüzümdeki hüzün, bir senfoniye dönüştü sonunda. Dudaklarından dökülen büyülü tınılara kapılıp gitmişken ona; tabir-i caizse aldatılma duygusunu yaşattı bana. Hak etmediğim bu olay bunalttı beni. Kırıcı olup nice zaman sonra yanlışını anlamasına karşın özür dilemeyi bile düşünmeyen insanlara dost dediğim anlarla çakıştı… İçime tortu gibi çöken haksızlıkların etkisini yok etmek amacıyla değil, benliklerinin doyurulması adına üstüme gelen insanları kırmamak için sustum, sessiz kaldım… Aşk dediğim insan bile beni anlamaktan uzaktı… “O” bana soluk kadar yakınken şimdi ona ulaşamıyorsam… “O” beni anlamamak için direnişini sürdürüyorsa… Beni en derinden vurup kalbimde kocaman bir yara bırakıyorsa… Ben daha ne yapayım ab-ı hayat? Feri gitmiş gözlerle onun yolunu beklememin dramını ve bunda ki yüreğime özgü değerleri kimseler anlayamadı. İhanetsiz, karşılıksız sevmenin nasıl bir direniş olduğunu anlatamadım aşka.Ben sevgiye emek veren, aşkı bilen, yaşamak ve yaşatmak için çırpınan sevenlerdenim. Hiçbir zaman benliğimin ve cinsel dürtülerimin doyumu olarak görmedim aşkı… Nice bedeli göze aldım severken; sevgiyi ve aşkı gerçek rengiyle tatmak istedim. Ama bedeli olmadığı sürece yaşadıklarımın değerini anlayamayacağımı hiç aklımdan çıkarmadım. Kavurucu yaz sıcaklarında su satan çocuklardan alıp içtiğim suyun da bir bedeli yok mu? Doğada kolayca bulabileceğim suyun bedeli olur da! Kaç gün, kaç gece özlediğim, gerektiğinde ölümü bile göze alarak yürüyeceğim sevgiliye duyduğum aşkın bedelinin olmaması beklenebilir miydi? Bende nice sevenler gibi bu bedelleri hiç düşünmeden kabul ettim; şimdi ne kadar ağır olsa bile…“O” bilmez ab-ı hayat, ben bunları yazarken hayalinle konuşurum… “O” bilmez ab-ı hayat, gözlerimin daldığı yerlerde bir zıpkınla vurulurum… “O” bilmez ab-ı hayat, her anıma ondan bir demet savururum… “O” bilmez ab-ı hayat, bir gün dönecek umuduyla avunurum… Gözlerimden akmaya hazırlanan yaşları nasıl bir direnişle engellemeye çalıştığımı bilmez. Umutları, virane bir evin tavan arasına gömülecek adamıyım ben? Darmadağın bir halde kalacak adam mıyım ben? Peki, ben sevgiyi de mi hak etmedim? Aşkın elini izinle tutan tek sevgilisi olmak unvanımı gurur verici? Ona ispatlayamadığım sevgimi kendi içimde yaşamam mı gurur verici? Bunlar değil ab-ı hayat, bunlar değil. Ortada gurur duyacağım tek şey kaldı artık; o da ne temiz duygularla onu sevdiğim, ona geldiğim. Son birkaç satır geldi çattı yine… Hayallerimi ararken; hayal kurmayı unutarak; “şöyle bir İstanbul’u gezdim bugün. Haremdeydi; otobüsten inmişti pembe valiziyle. Olağanca güzelliğiyle Çamlıca tepesindeydi. Kadıköy’de vapur bekliyor, Beşiktaş’ta dayısının arabasına binerken el sallıyordu. Kız kulesini aldım karşıma; her kayıkta o vardı, gördüğüm hep başkaları. Ümraniye’de alışveriş yapıyor, otobüste yanımda oturuyordu. Üsküdar’da bir dondurma tadında bana sarılıyor; çocuksu kaş kaldırmalarıyla pelitaş diyordu. Eve döndüm artık, baktım ki salonda kitapları karıştırıyor; balkonda oturmuş ağlıyordu. Kendime geldiğimde bir sağır sessizlik içindeydim yine. Belli ki hayali gün boyu yanımdaydı, belli ki ikimizden de vefalıydı”…