Bazen büyümek de büyütmek de zordur ama büyütmek inanın bana daha zor departmanından…Hani çok kutsal bir şeydi bu iş? Hani kucağına aldığında hayatın anlamını bulmuş oluyordun?Herkeste öyle olmuyor muydu yani? Yalan mı söylediler bize yıllarca?İkisi de uyuyor beşiklerinde. Bebek gibi mışıl mışıl uyumak sözünü kim bulduysa hayatında hiç bebek bakmamış belli. Davulun sesi uzaktan hoş gelmiş zahir. Çünkü bebekler mışıl mışıl uyumuyorlar. Hatta hiç uyumuyorlar. Ve tüm o kitaplarda bahsedilenlerin aksine altı temiz, gazı çıkmış ve karnı tok dahi olsa uyumuyorlar. Kesik kesik, bölük pörçük, ağlaya inleye uyuyorlar. Bense hiç uyumuyorum. Elimden kayıp giden hayatımı seyrediyorum. Bir daha hiç ama hiçbir şeyin eskisi gibi olabileceğini sanmıyorum. Üzgünüm…Peki hiç mi arkadaşım yoktu benim? Dostum, annem, kardeşim bir komşum da mı yoktu be…Kimse niye zahmet edip uyarmadı beni? Neden? Neden kimse bu işin bu kadar zor olduğunu, sezaryeni, uykusuz geceleri, uykusuz sabahları, uykusuz öğleden sonraları ve akşamüstlerini ve uykusuz akşamları, kusmaları, ishalleri, hastalıklarını, uykusuz geceleri, uykusuz sabahları ve yine uykusuz öğleden sonralarını akşamüstlerini ve uykusuz akşamları anlatmadı bana?Karşıma geçip de ee çocuk kolay büyümüyor küçük hanım demek için mi hazırlandı bu komplo bana. Evet bu bir komplo. Kimin tarafından kurulduğunu bilmesem de bu düpedüz …öff neyse..Herkes ama herkes çocuk sevgisi başkadır hayatın gizidir annelik bir kadının hayatında ki en önemli şeydir der dururdu. Herkeste aynı olmuyormuş demek.Ben zaten hastanede pişman olmuştum. Olmuştum da dönüş yok artık di mi diye sorduğumda nöbetçi doktorun az biraz şaşkınlık ama daha çok nefret dolu bakışlarını gördüğümde bir daha bu konuyla ilgili hiçbir şeyi dile getirmemeye yemin ettim ta ki bugüne kadar. 25 mart 2007. Hastaneye yatırdılar beni erken doğum teşhisiyle. Tanrım ne acayip bir andı. Makarna yapıyodum mutfakta ve saat saat gece 11di . Tam süzerken makarnayı alt tarafta hiç normal olmayacak kadar sıvının bacaklarımdan aktığını hissettim . İlk anda paket paket aldığımız çocuk bezlerinden birini açıp duruma müdahale ettim ama durmuyordu. İnternette hemen ufak bi araştırma yaptım. İkiz gebeliklerde erken doğum riskinin yüksek olduğunu aylardır biliyordum zaten ama insanın başına gelince eli ayağı titriyor. Suyun gelmesinin ardından 12 saat sonra sancıların başlıycanı ve bir 12 saat daha sonra doğumun gerçekleşiceğini okuyup Burak dedim kalk suyum gelmiş doğurucam galiba…Bir konuda rahattım o da sezeryan olucağım için. Ne rahatlıkmış ama sormayın gitsin.Üç gün yoğun bakımda tuttular beni. Yoğun bakım ünitesinin tam da normal doğum yapıcak olan kadınların sancılarının artmasını beklediği yerle yan yana olması ve arada bir kapının dahi olmaması o kadar saçmaydı ki. Kadınlar sürekli bağırıyorlar, ağlıyorlar ve inliyorlardı. Bir kadının saatlerce yan tarafında ki duvara vurup alın bunu içimden çıkarın yalvarırım onu da öldürücem kendimi de diye bağırması hala kulaklarımda. Saatlerce böyle bağırdı kadın ve ben yoğun bakımdayım… 3 gün…Bu işkence tam 3 gün sürdü. 3günde toplam 5 saat uyumamışımdır bu bağrış çığrış içinde. Yağsız tuzsuz yemekler. Zaten bütün hamileliğinde 8 kilo almış ben iden iiye çöktüm bu üç günde. Kolumda serum, 2 saatte bir çeşitli iğneler. Ağrı kesiciler. Sürekli ağlıyordum. Hemşireler benimle konuşmaya çalışıyorlardı ama ben sadece ağlıyordum hıçkıra hıçkıra. Ve günlerden 28 mart . Akşam üstü yine günde 5 kere bağladıkları makineye bağladılar beni. Bebeğin kalp atışını ve sancıların sıklık derecesini ölçen bi alet bu. O kadar çok sancım oldu ki bi ara aleti can havliyle söküp bağırmaya başladım yeter götürün beni artık alın doğuma…Profösör ve 7/8 kişiden oluşan asistan ekibi koşarak yanıma geldi. Kontrollerine başladılar. Ben artık ağlamayı bırakıp böğürmeye geçtiğimde çoktan sondam takılmış sedyeyle doğumhaneye doğru gidiyordum. Doğumhaneyi anlatabileceğim tek bir kelime var o da korkutucu. İnsanın kanını dondurucak kadar soğuk bir yer burası. O anda dank ediyor kafanıza yalnızlığınız. Yalnızız işte. Doğarken de ölürken de . Tek başımayım. O kadar. Ve sizi kollarınızdan bacaklarınızdan kayışla bağlayıp üzerinize bir bez örtüyorlar yeşil renkte. Doktoru bekliyorsunuz. O anda Azrail gelse inanın boynuna sarılıp hoop diye atlayıvericem kucağına nereye çuf çufluyoruz diye…Çok üşüdüğümü hatırlıyorum. Titriyorum uyanırken. Üzerimde kat kat yün battaniyeler . 5 saat uyumuşum arada sadece sayıklayarak çok üşüyorum demişim. Kendime geldiğimde annem Burak ve bi kaç kişi daha bana bakıyorlar..Ben yine ağlıyorum. Bebekler küvezde. Çok minikler. Biri bir kilo üç yüzelli gram biri ondan yüz gram daha fazla. Kıyma kadarlar yani. Bir kilo kıyma. 2 gün daha hastanede kalıyorum. Ertesi günü dikiş yerlerim sızlayarak da olsa onları görmeye gidiyorum yoğun bakıma. Kuvezlerin durduğu yer yoğun bakım. Uzaktan gösteriyorlar bunlar sizin diye. Yok. Hiç bişey hissetmiyorum. Odada onlarca bebek. Hepsinin ağzından bir tüp girmiş. Minicik kollarında serumlar. Bunun için daha çok minik hepsi nasıl dayanıyorlar allahım. Odaya giriyorum. Benimkilerin hemen önünde duruyorum bakıyorum bakıyorum bakıyorum . yok ı ıh bişey hissetmiyorum. Hissetmem lazım ben anneyim artık onlar benim çocuklarım. Yok olmuyor.sadece üzülüyorum onlar için. Çok minikler bu kadar acı için.Aylar boyunca herkesin sorduğu tek bir ortak soru vardı bana . Ne hissediyosun nasıl gidiyor annelik ? Süper diyodum gözlerimi kaçırarak. Süper. Herkese tek bir cevap veriyodum .Saçlarım günlerdir belki de aylardır taranmamış, üzerimde gri artık siyaha çalan bir eşofman altı onun üstünde sarı bir t.shirt. tshirt e dikkatli bakıldığında kusmuk ve salya lekelerinin kendi kendilerine bir desen oluşturduklarını görebiliyorum ve nedenini bilmediğim bir huzur veriyor bu lekeler bana . Ne zamandır bunlar üstümde hatırlamıyorum bile. Onlarla yatıp onlarla kalkıyorum. Onlarla mama hazırlıyorum onlarla bakkala gidiyorum onlarla pembeyi dışarı çıkartıyorum. Pembe garip garip bakıyor bu sürekli ağlayan iki yaratığa. O da alışamadı anlıyorum bakışlarından. Pembecim diyorum ilerde onlarla oynuycaksın, senin üstüne binicekler oranı buranı çekicekler, yandın kızım _pembe 5 yaşındaki siyah labrador köpeğim.ilk kızım, ilk gözağrım_Çocuklar artık 4 aylık ve biz İstanbul da değiliz artık. Babaanne ve dedenin yanına bursaya geliyoruz. Artık İstanbul da yok hayatımda. Sadece gri ama artık siyaha çalan bir eşofman altı üstünde de sarı bir tşhirtden ibaret hayatım. Bu kadarım. Nefes almaya devam ediyorum o kadar. Üzgünüm…çok.Çocuklar 5 aylık. Her şeyi bi kenara bıraktım. Deneme sürüşlerindeyim. Mükemmelliğin peşindeyim. Mükemmel bir anne olmak istiyorum tıpkı elif şafağın kendini anlattığı siyah sütteki gibi..Mükemmel mama hazırlayıp mükemmel beslemek mükemmel gaz çıkarıp mükemmel bez değiştirmek. Bebek gecenin kaçında olursa olsun ağladığında mükemmel uyanıp mükemmel temizlemek istiyorum kusmukları. Olmuyor…Etrafıma bakıyorum herkes mükemmel . Annesi muhallebisini hazırlarken mükemmel gülüyor bebek annesine. Ben diyor aşığım bebeğime 2 ay önce doğum yapan şarkıcı. Beraber geziyoruz beraber ninni söylüyoruz. Afallamış bir şekilde bakıyorum magazin programına. Ve O şarkıcıya. Bende diyorum bi bozukluk var. Sanırım annelik genim eksik benim. Bak herkes mükemmel…Bak herkes mükemmel işte lanet olsun…Çocuklar 6 aylık. Bileklerimi kesiyorum . Kurtuluş yok ama . Sadece 12 dikiş bileklerimde. Ve acı…Bileklerimde değil ama… Sonsuz bir acının içinde debeleniyorum çıkış yolunu arıyorum bulamıyorum.Ve 18 ocak 2008 …bugün…10. ayları bitti eylülle yağmurun. Beni seviyorlar anlıyorum artık hareketlerinden…şimdi şimdi ama…iletişimimiz güzel. Beni görünce mutlu olan, kahkahalar atan iki tane dünya güzeli kızım var benim. Kızlarım var. Artık onlar benim bir parçam ben de onların bir parçasıyım. Şimdi şimdi ama…Karşılıksız seviyorlar beni. Bende onları. Anneyim ulan ben. Anneyim…..şimdi şimdi ama…*Tanrım sen bile cennet vaadiyle kandırmıyor musun.biz kadınları.. sen bile…