Babamın iş için gitmek zorunda oluşuyla mecbur kalmıştım Amsterdam‘ı ziyarete.Oldukça hoş bir şehir izlenimi bıraktı bende.Gerçekten de farklı bir büyüsü var Amsterdam’ın.Kaldığımız şehirden üç saatlik bir yol arabayla.Sınırlardan ilk içeri girişimde yoldaki tabelalar dikkatimi çekti.Ilginç bir dil Flemenkçe yegane izlenimlerime göre.Bir kelimesi Almanca’ya benziyorsa,diğer kelimesi mutlaka ingilizce veya ingilizce ve almanca sentezinden oluşan cümleler…Şehrin ilk kurulduğu yıllar da,arabalar ortalıkta cirit atmadığı için park alanları oldukça sınırlı…Ve herkes bisiklet kullanıyor,arabaların cok fazla kullanıldığı bir yer değil yani..Hemen belirteyim;sonradan edindiğim bilgilere göre şehirde bir buçuk milyon insan ikamet etmekteymiş ve bisiklet kullanıcılarının sayısınında 600.000’i bulduğunu söylemekte fayda var sanırım.Her yıl on beş milyon turist ağırlayan kentte 1281 adet köprü ve 165 tane de kanal bulunmakta… İsteyen bu kanallarda tekneyle gezintiye çıkabiliyor.Antika mağazaları,bol miktarda peynirciler(Hollanda’nın peynirleri çok lezzetli ve meşhurdur.),cafeler ve ünlü markalar…Hollanda’da herkes çok iyi derecede ingilizce konuşabiliyor.Bu yüzden gitmek isteyenler sorun yaşamayacaklardır.Şehirde turistlerin en cok ilgisini uyandıran bölgede Redlight ismini verdikleri yermiş..Buradaki evlerin camları çok geniş ve her camda mayolu bikinili telefonla görüşen bayanlar var.Böylece müşteriler arzu ettiklerini camdan seçebiliyorlarmış.Çok mide bulandırıcı bir yöntem olsa da, Amsterdam’a hoşgörü ve özgürlük ülkesi demişler bir kere.Bu evlere “Redlight” demelerinin sebebi önlerinde kırmızı ışıkların bulunması.Ayrıca ;şehirde uyuşturucunun serbest olması ve cafelerde uyuşturuculu kekler bulunması da Hollanda için ” Özgürlükler Ülkesi” tanımını haklı çıkarıyor.