***
Özdal TAVŞANLI

Şu Amerika Birleşik Devletleri denen tuhaflığın Dünya’nın yazgısında bunca etkin olabilmesi ne büyük bir talihsizlik! Onun bizi topuyla, tüfeğiyle, parasıyla içinde yaşamak zorunda bıraktığı bu ‘anlamsız’ sisteme karşı koymayalım da, ne yapalım?!

A.B.D’nin; faşizm, komünizm benzeri bir yönetim biçimi olmadığını savunsa da giderek onların yöntemini kullanmaya başladığını daha açıkça görebiliyoruz. Son terör olaylarında bazı kısıtlamaların gündeme getirilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir gelişmedir. Elektronik postalara, banka hesaplarına anında el konulmuştur. Kimi bu kısıtlamaların gerektiğini savunabilir ama buradaki çelişkinin varlığını yoksayamaz!…

A.B.D’nin öncülüğündeki sistem giderek özgürleştirici midir, yoksa tam tersi mi?… Elinde demokrasinin, özgürlüğün bayrağını tuttuğunu savlayan A.B.D. bugün, ancak kendi içinde ürettiği göstergelerin büyüsüne kapılmış aymazları kandırabiliyor. A.B.D. halkının, tüm dünyanın ülkesine neden düşman olduğunu anlayamamasında bu göstergelerin payı var. Çünkü değer verilen bütün göstergeler (örn: sendikalaşma oranı değil de, ekonomik büyüklükler), A.B.D’nin bir numara olduğunu imliyor; dolayısıyla daha iyi bir sistem olamaz diye düşünüp, sorgulamıyorlar. Ama tende duyulan bir sorun/acı var!… Onu da başka yerlerde; hiçbir zaman aşamadıkları ya da aşmaya gerek duymadıkları bireysel yetersizliklerinde arıyorlar.

Son olaylarla birlikte terör yeni biçimler geliştirdi; böylesinin çok daha etkili/haksız olduğu anlaşıldı. Gelişmiş ülkelerin liberalizme atfettikleri teknoloji ve bilim konvansiyonel, kimyasal, nükleer silahlar; iletişim ve bilişim internet, e-posta ve simülasyon programlarına dönüştürülerek üretici değil, yıkıcı amaçlarla kullanılınca ilgi bir kez daha sistemin iç çelişkilerine, yetersizliklerine yöneldi.

Son derece işlevsel olan ulaşım ve iletişim araçlarının akılalmaz bir biçimde silaha dönüşmesi çalışan, üreten insanların, kendilerini bir anda terör ortamı içinde bulmasına yol açtı. İşe gelirken giderken, çalışırken, uyurken daha önce ülkelerine karşı hiç duymadıkları güvensizlik duygusunu duydular. Uzun süren duygusal gerilimler yüzünden profesyonel yardıma başvuranlar oldu.

Bu son olay terörün, sistemin bir parçası olduğunun biçimsel ‘kanıtı’dır. Sistemin zaten varolan yapısal çelişkilerinin, neon ışıklarıyla aydınlatılmış bir tablosuna dönüşmüştür. Bunu tarihten silip atmanın olanağı artık yok!…

Konuya biçimsel olmayan diyalektik çözümlemeler ışığında bakarsak daha anlaşılır olacaktır: A.B.D. sistemini sürdürebilmek için petrole gereksinim duyuyor. Gereksinimin boyutları, tüketim toplumu anlayışının bir sonucu olarak çok fazla… Oysa çocuklar bile biliyor ki, petrol doğada sınırlı ölçüde bulunmaktadır. Dolayısıyla A.B.D’nin, bu kaynakların bulunduğu coğrafyalarda siyasal egemenlik kurması yaşamsal önem taşıyor. İşine gelmeyen yönetimlerin bulunduğu ülkelerde siyasal karışıklık çıkarmanın yollarını arıyor, çoğu zaman buluyor da… Tanrı’ya şükür bunu şu ana dek Türkiye’de başarılabilmiş değildir.

Askeri müdahalelerin uygulandığı ülkelerde siyasal dengeler değiştirilmek isteniyor; bazen Somali örneğinde olduğu gibi başarılı olunamıyor. Ama kalıcı olan, savaşmayı iş edinmiş binlerce savaşçının yetiştirilmiş olması… Bu kişiler kendilerine iş verecek birilerini arıyor. Usame Bin Ladin gibi bir petrol zengini çıkınca, neden ideoloji, petrol vb… ne olursa olsun bir karşı şiddete dönüşüyor. Sonuç olarak şiddetin şiddeti durduramadığını anlıyoruz.

Ama bunu anlamak o kadar zor olmamalıydı, değil mi? Binlerce insan, pek çoğu masum; sarı saçlı, mavi gözlü çocuk ölmemeliydi. Bunun için petrol kaynaklarının daha akılcı kullanılması yeterlidir.

Petrol azaldıkça A.B.D. daha sık şiddete başvurmak zorunda kalacak, giderek daha sert bir rejime dönüşecek ve karşılığını da bulacaktır. Ta ki enerji sorununu/çelişkisini yeni bir teknolojik/bilimsel gelişmeyle çözünceye dek!…

Terörün sistemin içinde barınabilmesinin nedenleri bu kadarla kalsa iyi!… Mevcut devletler arasında henüz aşılamamış çıkar ve rejim çatışmaları, birinin teröristinin diğerinin halk kahramanı olmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla terörist besleneceği bir kaynak her zaman bulabilmektedir. Hatta ulaşılması zor bir coğrafyayı kendine mesken bile tutabilmektedir.

Ya insan unsuru… Esas bu unutulmuştur. Gelir eşitsizliği, işsizlik sömürüyle birlikte uluslararası bir boyut kazandığında ezilenlerin kan beynine sıçramıştır. Bu A.B.D. tarafından desteklenen politikaların bir sonucudur. Dünya halklarının A.B.D’nin karşısında saf tutması yadırganmamalı!… Öte yandan güç onda olduğuna göre bu çelişkileri yine onun çözmesi gerekiyor. Bence çözüm hem kendi içinde, hem de dünyada daha toplumsal politikaların güdülüp insana yatırım yapılmasıdır.

Gördüğünüz gibi Amerika’yı yeniden keşfetmek için Atlantik’i yüzerek geçmenin bir anlamı yok; bilenlere çoktandır zaten görünüyor. Bunun için anlamı olgulardan çıkarmak yeterlidir.