Hatırladığım kadarıyla yedi yaşındaydım. Balıkesir’de anneannem, ben ve Fahriye teyze kuyumcuya gitmiştik. Bana bir kolye alınacaktı. Anneannem altın yonca şeklinde bir kolye beğendi ancak ortasında da mavi bir boncuk vardı. Ben kolyeyi beğenmemiştim. Ortasındaki mavi boncuk hoşuma gitmemişti. Ben ortasında mavi boncuk olmayan daha zarif altın yonca şeklinde bir kolye beğenmiştim.

Ancak ortasında mavi boncuk bulunan altın yonca kolye yine de satın alındı. Kolye artık altın bir zincirle boynumdaydı. Kuyumcudan çıktık, anneannem, fahriye teyze ve ben kaldırımda yürüyorduk. Ben sağ elimi avucum açık bir biçimde göğsümde kolyenin altında tutuyordum. Neden öyle yaptığımı da bilmiyordum. Düşünerek bilinçli olarak yaptığım bir hareket değildi.

Sonra Fahriye teyze neden öyle yaptığımı, yürürken neden öyle durduğumu sordu. “Yoksa kolyenin düşmesinden mi korkuyorsun?” dedi. Benim aklıma daha önce böyle bir fikir gelmemişti. Elimi bu söz üzerine ya ben aşağı indirdim ya da o tam hatırlayamıyorum. Kollarım şimdi yürürken iki yanımdaydı. Ancak bu şekilde durmak bana rahatsızlık veriyordu. Rahatsız oluyordum. Beni rahatsız eden bir his vardı. Elimi yeniden avucum açık bir biçimde kolyenin altına göğsümün hizasına getirdim. Ancak bu hareketim kolyenin düşeceği ile ilgili bir endişe, korku ya da düşünce ile ilgili değildi. Sadece aksi halde yani kollarım iki yanda durduğumda hissettiğim rahatsızlık duygusu ile ilgiliydi.

Yolda ilerlemeye devam ederken birden kolye zincirinden koparak avucuma düştü. Onlar da şaşırdılar. Tekrar kuyumcuya geri dönüp benim beğendiğim, istediğim ortasında mavi boncuk olmayan zarif altın yonca kolyeyi aldık. Diğerini geri verdik. Benim için enteresan, hayret verici bir olaydı. İlginç bir anı olarak hafızamda kayıtlı.