Bir önceki yazımda özellikle kurgusu ve akıcılığı bakımından beğendiğim Yalnızlık Mevsimi romanından söz etmiştim ve ne kadar şanslıyım ki Yalnızlık Mevsimi’nin genç yazarı Tolga Aydoğanla röportaj yapma fırsatını yakaladım. Gerçekten çok mutlu oldum, Türk Edebiyatı’nda sağlam genç yazarlar bulmak çok kolay değil, emin olun Tolga Aydoğan o zor bulunan sağlam yazarlardan biri, lafı fazla uzatmayalım, Tolga Aydoğan’a bırakalım…Yazar olmayı ne zaman kafaya koydunuz?
Günlük yazarak başladı yazı serüveni. Günlük çok farklı bir şeydir, hem iç dünyanı oraya yansıtıyorsun, hem mahremini bir şeye açıyorsun, kendinle konuşuyorsun ve yaza yaza kendini geliştiriyorsun. Yazmak bir hastalık yazmayınca kendini ifade edemiyorsun, bunalıyorsun. O yüzden de Sümerlere yatıp kalkıp dua ediyorum.Kitap çıkınca ne hissettiniz?
Aldığım gibi babamın mezarına götürdüm. Raflarda görünce tabi güzel bir duygu oluyor. Değişik…Günümüz Türk edebiyatını nasıl görüyorsunuz, kimleri okuyorsunuz? Beğendiğiniz yazarlar kimler?
Günümüzde edebiyat var mı? İki Türkiye’de okuma yazma oranı kaç? Türkiye’de bir kişi yılda kaç kitap okuyor? Bunların ışığında cevap vermek gerekir. Kitap okunmayan bir toplumda ne edebiyattan, ne yazardan, ne de okurdan söz edebilirsin. Hedef kitlen kadınlar olur ve şehir teması üzerine yalnızlık aldatmak/aldatılmak, çağdaş kadın dramları yazarak edebiyat yaptığını düşünürsün. Benim kitabım için de geçerli bu, edebiyat değil ki bunlar.. Gelecekte bahsi edilmeyecek kitaplar piyasaya sürülüyor. Tüketiliyor, unutuluyor. Yazar da kitabım satsın diye ucuza kaçıyor. Türkiye’deki şu anda raflarda bulunan bütün kitapları toplayın bir Suç ve Ceza etmez. Arkasında medya gücü olan yayınevleri “meta” olarak birini piyasaya sürüp tanıtımlarını yapıp paralar kazanıyor. Yazar da bunun farkında yayınevi de… Genç yazarlara ise hiç şans verilmiyor. Sanat toplum için mi toplum için mi sanat mı sorunsalını devam edip gider ondan sonra. Bundan sonra bir Attila İlhan daha gelmeyecek, Nazım Hikmet de, Aziz Nesin de…Unutamadığınız, sizi etkileyen roman karakteri var mı?
Elbette. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov. Eşi benzeri görülmemiş bir iç buhran, psikolojik derinlik ve dehşet bir anlatım. Bence dünya edebiyatının zirvesidir bu kitap ve bu karakter.Yalnızlık Mevsimi’ni okuyunca sinema ve müzikle de aranızın iyi olduğunu düşündüm, takibinde olduğunuz sanatçılar kimler müzik ve sinemada?
Sinema okuduk, kısa metraj da olsa filmler çektik. TV dizileri yazıyoruz. O yüzden merakımız gayet normal.. Sinemada Ferzan Özpetek, Semih Kaplanoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak… Bu adamlar gerçekten işini iyi yapıyor. Avrupa sinemasını severim haliyle. Hollywood filmleri neredeyse hiç seyretmem. İtalyan, İspanyol, Güney Amerika sineması daha sıcak gelir. Günümüzdeki müziklere hiç değinmeyeceğim. Takip ettiğim bir şarkıcı falan da yok. Aman bir albümü çıksın da dinleyim demiyorum. Duyduğum yerde radyoyu kapatan bir insanım. Şarkıcı kardeşlerimizin bundan alınacaklarını düşünmüyorum zaten o tip insanlar da benim kitabımı okumaz onu da biliyorum. Eski kırkbeşlikler, Fikret Kızıloklar, Tanju Okanlar, Müzeyyen Senarlar, Safiye Aylalar… Rakının yanında giden her türlü müziği severiz kısaca.Aldatmak üzerine ne düşünüyorsun? Romanda böyle bir durum vardı.
Aldatmak gayet normaldir. Anormal olan da aldatmamak. Arabam olsun dersin alırsın, sıkılırsan daha iyisini istersin. Örneğin kıyafet alırsın, daha iyisini istersin. Farklı şeyler giymek ister. Bu genlerde olan bir şeydir. Farklılık arayışı… O yüzden de farklı lezzetler ister insan, farklı beğeniler… Ama aldatma mevzunda şunu söyleyebilirim. Yavaş yavaş içine oturur. Hesaplaşırsın ve zamanla vicdanın yakana yapışır. Bir ömür de peşini bırakmaz. Aldatmak kötüdür aldatılmak da…Romandaki durumlardan biri de buydu, göreceli bir kavram, peki aldatıldınız diyelim affeder misiniz?
Romanı yazdım, kendimi yazmadım haliyle. Oradaki karakter affeder ya da affetmez. O karakterin sorunu. Hayatımda öyle bir şey olmaz. Olursa şayet asla affetmem. Ama kadınlar çok zeki yaratıklar olmalarına rağmen erkeğe göre daha kolay affedebilir ama asla unutmaz. Erkeğin aldatmasının “Çapkınlık” olarak nitelendirildiği bir toplumda yaşıyoruz düşünsenize. Kadın aldatırsa da orospu damgası yiyor. Kadınları çok seviyorum, çok değerli varlıklar, çok duygusallar. Onları üzmemek için asla aldatmam.Romana dayanarak konuşmak istiyorum, her şey iyi giderken de insan aldatır mı ve kadınların erkeklerden istedikleri şey nedir?
Her şey iyi giderken de aldatır insan. Bu gayet normal. Doyumsuzluktan söz etmiştik. Diğer konuda ise şunu söyleyebilirim kadınlar sadece güven ister. Ama erkek onlarca şey… Bu yüzden kadınları mutlu etmek çok kolaydır. Kadınlar azla yetinir. Sadece aldatılmamak, sahiplenilmek ister. Bu kadar.Genç yazarlara ne önerirsiniz?
Yazsınlar. Ümitlerini kaybetmesinler. Yayınevine bir dosya verdiklerinde %99,9 olumsuz cevap vereceklerini bilsinler. Hatta hiç okumayacaklarını da… Yayınevi bulmak çok zor. Bu yüzden Postiga Yayınları bana çok yardımcı oldu ve kitap iyi satıyor. Burada yayınevinin bana verdiği güveni karşılamış oluyorum. Genç bir yazar muhteşem bir eser çıkarmış olabilir. Ama şöyle bir gerçeklik var ki sahipsiz ormanın kralı çok olur.Tolga Aydoğan’a sorularımı tüm içtenliğiyle yanıtladığı için gerçekten çok teşekkür ederim..
yorumlar
kahraman; bu röportaj için, bu yazı için, kitaba yazara bu kadar kafayı takmış gerçek bir kitapsever olduğun için( en azından ben öyle sanıyorm) kutlarım, kutlarım, kutlarım…
Emeğinize büyük saygım var. Ama maalesef röportajın tümünü okuyacak sabrı gösteremedim. “Aldatmak gayet normaldir.” diyen bir insanın aşka dair bu olağanüstü saygılı (!) yaklaşımını görünce insan ilk birkaç dakika o sözcüklerden başka ne birşey görüyor, ne de duyuyor. Şöyle diyor içinden: “Hadi diyelim, tüm bir insanlığı toptan yargılayıp onların, dünyanın en aşağılık eylemini büyük bir iç rahatlığıyla, doğalarının gereği olarak, hatta anormal olmadıklarının bir göstergesi olarak göğüslerini gere gere yaptıklarını düşünüyorsun. Kendi zayıflığını, iradene söz geçiremeyecek kadar içgüdülerinin elinde oyuncak olduğunu kendine bile itiraf edemediğin için, yaptıklarının suçunu tüm bir insanlığa yüklüyorsun. Tamam, buraya kadar anladık… Peki, bütün bunların üstüne bir de bunu çok övünülecek birşeymiş gibi ortaya dökme ihtiyacı nereden geliyor? Zevk mi alıyorsun kendini ve kendinle birlikte herkesi de yerin dibine batırmaktan, aşka dair tüm inanılan şeyleri bir anda yerle bir ederek, aşkı bir anlık cinsel dürtülerin tatmini seviyesine indirmekten?”İşte ben de bunları geçirdim içimden… Ve okuyamadım. Ama yine de emeğinize duyduğum saygı gereği bir kez daha deneyeceğim okumayı.
mavilikler ne kadar yaralısın aslında. şu ana kadar tecrübelerim bana büyük lokma yeme sözünü güzel güzel ezberletti. hatta kınadığım şey sahiden başıma geldi. o yüzden kınama insanları, insan bu beşer şaşar diyebilmeyi öğreniyor bir süre sonra. bilmiyorum ama ben hatalarımı gördükçe kimseyi kınamayı öğrendim. hani hz. isa demiş ya en masumunuz hanginizse ilk taşı o atsın diye, o hesap.aman bana da ne oluyorsa, yazıya değil de yorum yazan birine cevaben bir şeyler yazıyorum.
düzeltme:bilmiyorum ama ben hatalarımı gördükçe kimseyi kınamamayı öğrendim
Bazen de büyük konuşmak lazım Galanthus. Çok mütavazi laflar edince de en büyük hataları hoşgörmeye başlıyoruz. Ayrıca ben insan hata yapamaz, demiyorum ki. Eğer bir hata yaptıysa; asalım, keselim, adam yerine koymayalım da demiyorum. Ama bir insanın, sevdiği insana ihanet etmeyi bir hata; aşkın doğasına tamamen aykırı, son derece bencilce bir hareket olarak görmeyip de ‘normal’ demesini de kabul edemeyeceğim, kusura bakma. O hatayı yapan insanın en azından yaptığını savunmamasını, ‘normal’ olarak değerlendirerek, bu aslında utançtan başını önünden kaldırmamasını gerektiren durumu gerçekten de normal hale getirmeye çalışmamasını bekliyorum O’ndan sadece. En azından insan olmanın gereğini yapsın diyorum, yani: Utansın!
aldatmayı da evlenmek, sevgili olmak kadar doğal buluorum. ha iyi bişey mi değil, aynı mantığı dışkılamak için de kullanıyom, şık değil ama rahatlatıcı ve doğal…
O zaman aşkı doğal bulmuyorsun. Çünkü aşkta epey bir zora sokman gerek kendini. Gerçekten sevmen, değer vermen, bu yüzden de değer verdiğin o kişiyi gözünden sakınman gerek. Bunların hepsi de son derece rahatsız edici, zora sokucu şeyler… En azından dışkılamak kadar doğal değiller. Kendiliklerinden gerçekleşmiyorlar çünkü, bayağı bir emek istiyorlar.
aşk emek istemiyor yahu, sevgi emek istiyor.hiç olmadı bir bakış zınk diye kilitlenip kalıyorsun. sonra kopamıyorsun ha ola ki vazgeçmek istedin, için içini yiyor, onu kaybedeceksin diye ödün kopuyor. diyelim ki sen değil de o senden koptu, önce sürüm sürüm sürünüyorsun sonra bir süre sonra iyileşiyorsun. zor oluyor ama oluyor.ama birini sevmek daha zor, emek isteyen bu.aldatılırsam eminim çok üzülürüm, ama insanların sıkılması çok normal geliyor bana. eğer öyle olmasaydı insanlar ilk sevdikleriyle ya da aşık oldukları ile ölene kadar beraber olabilirdi.ayrıca her şeyi tüketen birey sevgiyi aşkı neden tüketmesin ki?
aşk diye birşeyden kasıt o heyecan, karın ağrısı, avuç terlemesi, sıcak basması, kalp çarpıntısı, huzursuzluk ise kesinlikle normal bulmuyorum, patalojik bir hadise olduğunu düşünüyorum. ha oldu yakalandın hastalıktır geçer diyorum. emek ve aşk laflarının sıklıkla birarada kullanıldığı yazılardan da itinayla kaçıyorum. fazla liseli, fazla toy, fazla gereksiz buluyorum. ukalalık olarak almayacağını umuyorum gayet cidden ve içten söylüyorum.
Herzaman derim, aldatmak cesaret isidir..Herkese gore degil..Cogu insan sonuclarina katlanamadigi icin dusunemez..
ben en çok “aldatsam yeridir” matematiğini normal karşılıyorum.” aldatılsam yeridir.” diyen fani, kalbiyle baki.
Yazar,Aydoğan’ı okudum;Söyleşiye gelince,aldatmak konusunda çok haklı olduğu yerler var..İnsan biz ne olacağız sorusunu kendine sormaya başladığı an arayışa girmiş demektir.. Bu soruyu sorduracak nedenler ne olursa olsun o saatten sonra artık kendi içinde meşruiyet kazanmıştır..Kaçınılmaz son gelecektir..Ya da, ” Bir ev bir kadın, belki de bir çocuk.. Biraz fedakarlık edersem kendimden neden olmasın?” diye bir soruyu olumlarsanız, taraflar için budalaca bir dönem başlamak üzeredir…Kadın sabırlıdır, çabuk atlatır;”Senden sonra bir adam gelecek, ne istediğini bilecek” özlemiyle yüreğini tüketir gider..
mevzu bahis kitabı ve aldatma konusundaki görüş ve fikirleri okumadım.bütünüyle vijdan hadisesi diyebilirim.aşk bitti, heyecan bitti ,terlemiyorda oramız buramız şu durumda aldatmak doğalmıdır,kabul edilebilirmi şu durumda evlenmeyin ,flört etmeyin efendim
2. şu durumda en az yorum kadar gereksiz duruyor
Şu hayatta insanın yaptığı hiçbişeye şaşırmam. Diğer hayatta bilemiyorum şindilik. Nası nalet bi yaratık yahu.
ben bu genç yazarlarla röportaj fikrini beğendim yahu, + bu benim 250. yazım hafif.teki, genç şair ve yazarlarla röportaj yapmaya devam edeceğim.
Tekrar ediyorum: Emeğinize bir diyeceğimiz olamaz. Saygımız sonsuz… Lakin, o başlığı koymakla işi sadece genç bir yazarı bizlere tanıtmaya çalışmaktan öteye geçirmiş olmuyor musunuz sizce? O başlığı atıp da, yazarımızın aşk hakkındaki bu ulvi düşüncelerini gözümüze sokmasaydınız, biz de baştan bu kadar büyük bir önyargıyla bakmayacaktık bu kişiye. Röportajı son derece tarafsız bir gözle, genç bir yazarı tanımanın heyecanıyla kalbimiz çarparak okumaya başlayacak, O’na bir şans verecektik. Hatta röportajın ilerleyen bölümlerinde, başlıkta geçen o söze sıra geldiğinde de, o noktaya kadar okuduklarımızın ışığında o sözü bile daha başka bir gözle değerlendirebilecektik belki. Ama tek bir cümleyi, (üstelik diğerleri arasında en yanlış anlamaya açık, aldatmaya övgü gibi değerlendirilebilecek olanını) cımbızla çıkarıp da başlık olarak kullanırsanız mesele tarafsızca yapılan bir röportaj olmaktan çıkıyor bence. Sizi de o sözkonusu cümleyi savunan biri olarak, o yazarın en koyu taraftarlarından biri haline getiriyor. Sorun sadece bu!
…kadınlar sadece güven ister. Ama erkek onlarca şey… Bu yüzden kadınları mutlu etmek çok kolaydır. Kadınlar azla yetinir. Sadece aldatılmamak, sahiplenilmek ister. Bu kadar…KOMİK
mavilikler, tabii ki de o cümleyi bilerek cımbızla çektim, ki röportaj daha çok okunsun, yazardan ve kitaptan daha çok insan haberdar olsun
Ben de onu anlatmaya çalışıyorum ya. Sen yazarı ve kitabını tanıtmak gibi çok güzel bir niyetle başladığın bir işi, yanlış bir başlık atarak tam tersi yönde bir amaca hizmet eder hale getirmişsin. Çünkü ister inan, ister inanma ama hala benim gibi düşünen insanlar var bu dünyada: Aşk ve ihanetin birarada yürümeyeceğine, aşkın bu kadar ucuz bir duygu olmadığına inananlar yani… İşte onlar sırf o başlık yüzünden o yazarın adını duymak bile istemeyecekler, en azından uzunca bir zaman için. Bunları kendini kötü hissetmen için yazmadığımı tahmin etmişsindir. Sadece gerçek fikirlerimi belirtme gereği duydum. Aldatmanın, normal karşılanmaması gereken, tersine son derece normaldışı, insanlığa sığmayan bir durum olduğunu söylemesem çatlayacaktım çünkü.
Aldatılmaya en çok karşı çıkanlar aldatılır..
Evet, doğru olabilir belki. İnsan doğası işte… Bir konuda önüne yasak konunca, ters etki yapabilir sevdiğimiz insanda, o yasak şey dünyanın en çekici şeyi haline dönüşebilir. Ama sırf böyle oluyor diye de yanlış olduğuna inandığımız birşeyi savunmak durumunda kalmamız da biraz yanlış olmaz mı? Aldatılmaktan korkmayalım derken aldatmaktan da korkmaz hale gelmeyelim sonra?
Mavilikler,Aşk ve ihanet birlikte yürür mü?yürüyorsa,Orada üç kişilik bir eğlence söz konusudur..Katılırsın ya da katılmazsın!
Yanlış anlaşılmasın. Aldatılmayı kafaya takmamaya çalışan herkes ille de aldatır, demek istemedim kesinlikle. Sadece ‘ihanet’ gibi böylesine önemli bir konuda hassasiyetimizi asla yitirmememiz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Tabii hassas olalım derken, sevdiğimiz kişinin hayatını da kafamızda olmadık ihanet senaryoları üreterek kabusa çevirmeyelim. Hassasiyetten kastım, ihanet bir kuruntu olmaktan çıkıp da gerçek olduğunda, son derece doğal bir durumla karşıkarşıyaymışız gibi davranmayalım. Zaten çoktan bitmiş bir ilişkiyi (ihanet, duygusal yönden ilişkinin çoktan bittiğini gösterir çünkü) sürdürmeye zorlamayalım kendimizi.
Ivandenisoviç, bunları gerçekten sen mi söylüyorsun? Daha geçen hafta bir yazıma yaptığın yorumda, “ilişkiler çamur oldu” gibi bir tabir kullanmamış mıydın sen? Üstelik benim yazımda sözü geçen ilişkide, bu tabirle uzak yakın bağlantı kurulabilecek hiçbir durum yoktu. Şimdiyse, ihanetten, ilişiklerin son derece doğal bir parçasıymış gibi söz ediyorsun. Şaka yapıyorsundur umarım.
Bir kız arkadaşım vardı, eşini sürekli kontrol eder, gittiği her yerden arardı..Dedim ki,-Ne heryerden arıyorsun, yeter ya dedim..Bir gün aramadı, o gün aldatmış..:))
Dün dün de kaldı mavilikler!Şaka bir yana, elbette söylediklerine katılıyorum ama bana kalırsa bırak herkesi kendi haline ne halleri varsa görsünler..
yo yo doğru aslında ne bileyim daha çok insana duyurmak için. ama bütün röportajlarda böyle oluyor (kötü bir savunu)
Kahraman, rica etsem, neyin doğru olduğu konusunda biraz daha net olabilir misin? Anlıyorum, işlerin yoğun. Ama hiç değilse birkaç dakika için fırsat bulup da yorumlara karşılık verirken, yazdıklarının daha anlaşılır olması konusunda biraz daha özen gösteremez misin? Üstelik yazmanı beklediğim cümle de çok kısa: “Aldatmayı kesinlikle onaylamıyorum!” demen yeterli. Bu sözü bu sayfada okumadan kolay kolay gitmiyorum bir yere. Benden uyarması…
tabii ki de mavilikler, aldatmayı kim onaylar, tabii ki aldatmayı kesinlikle onaylamıyorum. allah aşkına kim onaylar ..
Umarım bunu benden kurtulmak için değil, gerçekten inanarak söylüyorsundur. Öyle ya da değil, her iki durumda da teşekkür ederim; çoğu insanın dudak bükerek, büyük bir küçümsemeyle söz ettiği ‘sadakat’ kavramı hakkında böyle övücü kelimeler kullanmayı göze alabildiğin için. Umarım bu kelimelerin yüzünden ‘toy’ ya da ‘çağın çok gerisinde kalmış, örümcek beyinlinin teki’ olmakla suçlanmazsın. Herneyse… Tekrar teşekkür ederim.
aldatılanın misilleme yaparak, “ama o da beni aldattı” şeklinde bir bahane sunması olgunlaşmamış ham ruhların sığınabileceği bir bahanedir. kişinin özsaygısının gelişmemiş olduğunu gösterir. dünya iki yanlışın bir doğru ettiği yer değildir. karşındakinin sana yalan söylemesi senin ona yalan söylediğinde, durumun eşitleneceği manasına gelmez. boku bokla temizlemektir bu…
yahu kahraman onaylasa ne onaylamasa ne. adam ufak bir röportaj yapmış onu yayınlamış, orada bir cümle o da, yazar aldatmayı doğal buluyor. hatta bir de kabulleniyor. siz her röportaja böyle mi yaklaşıyorsunuz.
Genelde röportajlara böyle yaklaşmam. Bu röportaja bu şekilde yaklaşmamın tek nedeniyse, ihanet konusundaki duyarlılığım. Konuya fazla takıp herkese gına getirttiğimin farkındayım. Ama ne yapayım, tutamıyorum kendimi. Bundan sonra tutmaya çalışacağım. Verdiğim rahatsızlık için herkesten özür dilerim.
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.”O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü.Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.Ve zaten genellikle o daha az sever seni,Senin onu sevdiğinden.Çok sevmezsen, çok acımazsın.Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.Senin değillermiş gibi davranacaksın.Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten dekorkmazsın.Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.Çok eşyan olmayacak mesela evinde.Paldır küldür yürüyebileceksin.İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.Gökyüzünü sahipleneceksin,Güneşi, ayı, yıldızları…Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.”O benim.” diyeceksin.Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…Mesela gökkuşağı senin olacak.İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere aitolacaksın.Mesela turuncuya, yada pembeye.Ya da cennete ait olacaksın.Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hemde hep senin kalacakmış gibi hayat.İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…
Mutluluğun formülünü yazmışsın. Keşke uygulamayı başarabilsek!
Ben paste’tım, Can yazdı.Ama birşey düşünüyorsan ona saygı duyacaksın.Başkalarına saygı duyduğun kadar düşündüklerine de saygı göstereceksin.Birileri normal diyebiliyorsa sen de en az onun kadar cesur bir şekilde anormal diyebileceksin. Ya da düşünmekten vazgeçeceksin..
Anthro bebek, sen Can Yücel in şiirinde yazdıklarını normal hayatında gerçekleştirebiliyor musun ?Mesela ayağına senin değilmiş gibi davranabiliyor musun, O bir yere giderse ”ben gelmem” diyebiliyor musun, yoksa ayağın sen uyurken alıp başını gidebiliyor mu ?
aynen pilli bebek. o bir yere gidiyor. benim aklım başka yerde kalıyor ama ayaklarım başka diyarlarda oluyor. benim bedenim şu an bulunduğum kentte iken ruhum başka kentte kaldı. sorun etmiyorum. kendimi uzaktan da seviyorum.ve de senin bu gerçekçi sorgulamalarını seviyorum.
Verdiğin cevaplar hoşuma gittiği için soruyorum ben de zaten..Gayet mantıklı..Hadi itiraf et ruhun İstanbul da geziniyor bir arkadaşım pizza yerken görmüş..
bedenim geziniyor. yok şu an gezinmiyor, evde tembellik ediyor.
bir haftadır izindeydim, şarköy-tekirdağ-uçmakdere-şile’ye gidebildik motorla. masa ve evraklara geri dönmenin tedirginliği.
250. yazıda takıldım kaldım, yeni yazı yazamıyorum bir türlü, notos öykü’nün 23. sayısı yayımlandı. bu sayının kapak konusu e-kitap, dağlarca’nın şiiri üzerine önemli bir yazı var ayrıca. notos öykü artık sadece bir öykü dergisi değil, edebiyatın diğer türlerine de kucak açmış durumda..