Sana güzel haberlerle gelmekti niyetim bugün. Bu akşam 1,5 yıl aradan sonra ilk defa sahne alacak olmam küçük de olsa bir heyecan yaratmıştı içimde. Saat 10 gibi Kadıköy Shaft’ta olucam ben, gelirsen beklerim. Ha bi de deneme çalışı bu, o yüzden öyle bön bön bakıcaksan gelme günlük, biraz tezahurat yap bana.
Gelelim pek iyi olmayan ve pek kötü olan diğer haberlerime. Bir tanesi bir ruyadan ibaret. Rüyamda bir takım arkadaşlarla beach party türü bir organizasyona katılmışız. Neden bilmiyorum ama engebeli bir kumluk arazi üzerinde belden yukarılarımız yüksekte ve minderde kalacak şekilde uzanmışız yüzlerce kişi, papatya dizilişiyle. Bir ara bir acı hissediyorum popomun sol tarafında. İğne yapıyorlar bana. Allah allah dememe kalmadan 3-5 kişi arkama geçip kollarımdan tutmaya çok sayıda ve farklı farklı sıvıları vücuduma enjekte etmeye başlıyorlar. Bunlar terörist bir grup falan değil, partinin görevlileri. O anda yaptığım tahminlere göre ya fazla sapıtmayalım diye sakinleştirici ya da fazla sapıtalım diye uçurucu bi şeyler bunlar. Partinin olayı bu galiba. Yanımdaki arkadaşıma da aynısını yapmakta olduklarından paralel bir şekilde yükselmeye başlıyoruz, epey garip hisler kaplıyor vücudumu, uyuşuyor her tarafım. Sonra daha enteresan olaylar da gelişiyor da sabahtan bu yana unuttum onları. Ancak uyandığım zaman vücudumun gerçekten uyuştuğunu fark ediyorum, bir de nefes alamadığımı. Epey zorlanıyorum normale dönebilmek için. Bir de o anda şunlar geçiyor kafamdan “ah ah rüyada olduğumu farketmiş olsam ne güzel olacaktı her şey” ve de “hemen uyusam kaldığım yerden devam edebilir miyim acaba?”
Günlük biliyorum çok sıradan geliyor buraya kadar olanlar sana ama asıl vukuat daha sonra cereyan ediyor. Henüz tekrar uyuyalı bir saat kadar olmuş olsa gerek, “Eyvah, eyvah, kalk, çabuk kalk” şeklinde sesler uyandırıyor beni. Venedik’teyiz annanemle. İğnelerin tesirinin devam ettiğini düşünerek arkamı dönüyorum. Ama annanemin ısrarları sonucu kafamı yerden hayli yüksek olan yatağımdan aşağıya uzattığımda bizim Venedik’e gitmediğimizi, Venedik’in bizim eve geldiğini anlıyorum. Gondol küreğinden geldiğini sandığım sesler anneannemin ayaklarının halının üzerinde birikmiş olan ve bilek hizasına kadar gelen suların üzerindeki deviniminden dolayı meydana geliyormuş meğersem. Saat 5:00. Yatağımdan kalkıyor, faraş – maşrapa – kova – bez gibi nesneler vasıtasıyla eksesiv miktarlardaki suyu boşaltmaya çalışıyorum. Sabahın beşinde kapıya alt katta oturan ve henüz birkaç saat önce bana “Ne kadar güzel gitar çalıyorsun, benim oğlum da viyolonsel çalıyor” diyen kadın geliyor sinirli sinirli. Evleri batmış tabi ki, umarım viyolonsele bir şey olmamıştır.
Kendimi toplayıp eve temizlik şirketi çağırıyor ve çıkıyorum. Yolda Runaway Bride ile olan sohbetlerimiz geliyor aklıma. Acaba gece uzaylılar gelip bana iğne mi yaptılar? Onlardan yayılan kozmik enerji boruların patlamasına mı yol açtı? Yoksa patlayan boruların evi bataklığa çevirmesi sonucu oluşan sivrisinek ortamını ben enjektör olarak mı hissettim? Bu gece neredeyse 0 uykuyla çıkacağım sahnede uyuya kalır mıyım?
Bilemiyorum günlük, bilemiyorum.
yorumlar
çok fazla bulgur pilav mı yedin? bizim orda öyle derler, çok fazla pilav yersen böyle rüyalar görürmüşsün.
1,5 yıl aradan sonra ilk defa sahne alacaksın ve bunu hafta içi birgün, saat 10’da ve üstüne üstlük kadıköy’de yapıcaksın. yani ne diym, gelmememiz için elinden geleni yapmışsın.
hafta sonu bir gün, güzel saatlerde, şöyle cabrio bir ortamda çalarken Cardinal Melon’umdan yudumlar almayı?Ama durumumuz buna yetti anca winmaker. İşi alalım da bi, ondan sonra güzel günler ilerdedir. Bi de aletlerimin ıslanmış olması tedirgin etmiyor değil beni acaba ceyran çarpar mı diye.
band mısınız, nedir hocam olay?
pardon, bilgi vermeyi unutmuşum yaşadığım olayların tesiriyle. Grubun adı Miracle, 80s – 90s arası pop gibi bişeyler yapıyoruz, ben elektrik gitar çalıyorum. Repertuar listesi verirdim ama süprizperver bi şahısımdır, gelen olursa bi de sevdiği parça olursa “heeeeeyyy” olsun isterim.
miracle… not ettim.. kadıköy maceranız sürerse bu akşam değil ama, ilk fırsatta damlarım. yalnız şöyle bir arızam var, sarhoş olunca sürekli şarkı istiyorum. o yüzden garsonları önceden uyarman gerekir, “şuna zırt pırt içki vermeyin” diye..
veya direk peçete vermeyin diyebilirim.
Ne istiycen ki? Çökertmeden geçme be Halil’im istiyceksen onu bilmiyoruz, şimdiden söyliim :))
don henley, traveling willburys, roy orbison, nirvana unplugged, rem filan tuttururum genelde. (dışarıya böyle karizma yapıyorum ama bakma, erkin koray, orhan gencebay moduna da balıklama girerim bir anda..)
Geçende bir muhabbette bana demişlerdi de çok içerlemiştim. Söylemeden edemedim. Bu arada başarılar. Ya da ben bunu okuduğumda çoktan başarılı olmuşda olabilirsin. Vs. Vs.
hayli başarılıyım.
o derece, yani..
çaldıklarına kefilim ama pop deyince biraz kıllandım ne yalan söyleyeyim.
Ama herşeye ragmen destekliyorum(z) (elim mahkum:)…
En azından sahnede uyumamanı sağlamak lazım.
Rüya ise beni korkuttu, üzdü, kafamı karıştırdı açıkçası. Dün akşam neler yaptın allah aşkına?
ben gelemiycem ama ahkamlarımla destek vericem, nası olucaksa. çaldıkları parçaları biliyorum hemen hemen, güzel parçalar. bi ara 3f’ye tavsiyede bulunurken kendi listelerini açıklamıştı kısmen.
karşı karşıyayız. Evet, ama onlar eski grubumun parçalarıydı. Bi kısmı burda da var, evet. Ama 40 yıl düşünsem aklıma gelmiycek şeyler de çalıyoruz açıkçası.
Ya bi de pardon reklam sayfası gibi oldu burası, asıl amacım su baskınını vurgulamaktı benim.
ben rüyanın sebebini biliyorum,.. adaşım olan kişi muhtemelen!
kıs dedim sana. birde mümkünse vokalisti daha yararlı olabileceği tornacılık mesleğine transfer et.
ben sana sağ kırık farını yaptır demiştim uzay aracının solmuydu yoksa:)
Yeni dönem Türk gitaristleri arasında önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum ingiliz anahtarı’nın. Sitedeki yazılarını hayranlıkla takip ettiğimden gizlice gidip seyrettim onu ve grubunu dün gece. Cool and the Gang’in Fresh’ine attığı Wes Montgomery solosu, Neville Brothers’ın Ain’t no Sunshine isimli parçasındaki Hendrixvari akor yürüyüşleri, Black Crowes yorumuyla çaldıkları Hard to Handle’daki Southern Rock cümleleri, hiçbir zaman sevemediğim Something’s got me started daki jazz – continental rock fusion solosu ve nihayet All your love’da Gary Moore – Peter Green ile Eddie “The Chief” Clearwater arasında gidip gelen bluesuyla dinleyenlere disiplinler arası bir keyif yaşattı diyebilirim. Les Paul’üyle bütünleşmiş bedeni sahneye tamamıyla hakimdi. Ancak hepsinden önemlisi Türk gitarının en mühim sorunsalı olan sound meselesini çözmüş olması beni derinden etkiledi. Ayrıca midleri açık diyen arkadaş sanıyorum hiç anlamıyor sesten. Bir de vokalist bana yabancı gelmedi, Dört Levent Sanayi’de kaportacıda çalışıyo olabilir.