Küçükken bir robotum vardı, adı “Bot” onunla yatar, onunla kalkardım. Çok neşeli bir şeydi; böyle badi badi yürürdü, sonra bir ara durup (6 adımda bir) göğsünündeki kapakları açıp silahlarını çıkartır, belden yukarısını 360 derece döndürerek “ratatatatatatata” diye ateş ederdi sözüm ona. SOnra kapaklar kapanır, o mekanik, aksak, duraklı yürüyüş yeniden başlardı.Çok severdim bot’u gerçekten…Hiçbir oyuncağımı onun kadar sevmedim. Hatta daha sonradan öğrendim ki, anneciğim bütün bir maaşını Aydede (Ankara’da Zafer çarşısında o zamanın en büyük oyuncakçısıydı)’ye yatırarak almış onu bana. Belki de onun enerjisi vardı bilemiyorum ama; saygı da duyardım ama ben Bot’a bir şekilde…Bütün oyuncaklarımı, hatta evdeki radyoyu, ütüyü, yeni gelen herhangi bir “çalışan” aleti muhakkak söker bakardım. Kendimi tutamazdım. En güzel eşyalar salonda dururdu, biz “oturma odası”nda pineklerdik. Haa bak şimdi aklıma geldi; hakikaten benim zamanımda bir de “salon” ve “oturma odası” diye ayrılırdı. Salon, misafir gelince açılırdı. En son model zevat orada durur, ev ahalisine koklatılmazdı. “Sanki misafir bizden önemli mna koyiim” diye dellenirdim hep. Normalde oturma odasında oturulurdu. Adı üzerinde tabii. Orada da bir Telefunken televizyonumuz, bir de Philips marka pikap vardı, koskaca bi amfiye bağlı. Video salonda durduğundan sadece misafir gelince seyredilebilirdik. Ama ben bir keresinde gidip içini açmıştım onun zaten (hi hi)O yüzden enteresan gelmiyodu artık video. İçini açtığım şeylerden hep sıkıldım.Mekanizmayı anladıktan sonra enteresan gelmemeye başlardı hep. “Hmmmm evet. Buradan o çıkıyor, aaaa namussuza bak, şuraya değince açılıyor, bu ne menem bir şeyse buna değince o nanaleri okuyor. Ama bu ne lan? bunda süper 8 lik filimlerde olduğu gibi resimler yok? bir bakalım; hmmm evet, hafif ısıtınca anlaşılıyor” gibi bazen aleti bozmaktan başka bir işe yaramayan mantıklar kurup, kendi çapımda “anlardım” işte olayı “overall” olarak…Video bir keresinde çalışmadı, misafirlere çok mahçup olduk. “Yahu bu Tolon (Tunus caddesinde, o zaman VHS kaset kiralayan tek videocuydu. Haa bak, öyle bir şey de vardı hakikaten “videocu”)’un kasetleri de hep bozuk çıkıyor. Almayalım bir daha oradan” diyerek geçiştirdi bizimkiler, ama bana feci kızdılar. Düzgün bir dille yaptığımın yanlış olduğunu, illa birşey açmam gerekiyorsa kondansatörlü radyoyu, el fenerini, onlar gibi sktriboktan şeyleri açmamı söyleyip yassı piller (genelde kivi marka olurdu), fişe takılan aletlerle oynamam gerektiğini bir kere daha vurguladılar.Zaten bu iyilikleri beni deli etti hep. Bir kere bile “Senin ağzına sçarım bi daha ellersen”, “Harçlığını keserim”, “Hafta sonu dışarıya çıkamazsın” gibi cümleler duymadım bizimkilerin ağzından. Her zaman ilikleryle asabımı bozdular. Ulan çocuğum ben herkes gerine gerine anlatıyo “geçen gün babam beni şöyle dövdü, annem böyle kulağımı çekti” falan feşmekan, canım çekiyordu yahu! Normal olmadığımı düşündürüyordu bana.
Herneyse…Yaptığımdan çok utanıp salonu ve bozuk videonun da dahil olduğu o krizantem tahtı yakmaya karar verdim. Pereja marka Kolonyayla ve epeyce hidrofil pamukla denedim, olmadı. Modern Çarşı (o zamanlar gayet sağlam ayakta ayakta duruyordu, vallahi ben yakmadım)’dan 4 kilo kadar PotasyumNitrat aldırdım (bildiğiniz kızkovalayan barutu), mukavva ve ibrişimle sıkıştırıcı düzenek kurdum, televizyon sehpasının altına yerleştirdim. Sonra banyodaki termosifonun memesini ters bükerek biraz gazyağı aşırdım. Planıma göre salon yanarken beyaz barutun (potasyumnitrat) çevresine sardığım peynir tenekesi ısınacak, hatamı komple “telafi edecekti”.Çocuk aklı işte, şimdi olsa sulu düzenek kurar, biraz da karpit, birkaç yumurta, lavabo açıcı, sirke ve semizotu kullanırdım. Salon yandı ama çok duman oldu, erken farketti komşular…Pardon, konuyu dağıttım biraz.Evet; Bot’a saygı duyardım. Onun içini açmadım. Hatta düşünmedim bile.Bir gün, saman dolu götüne oradan buradan bulup karıştırdığım çeşitli sıvılar zerkettiğim salıncaklı atımın üzerinde otururken aklıma girdi. “Ulan bu Bot’u pirize taksam, hep çalışsa?? Evet yaa, en güzeli. Öyle yapayım ben”Ama daha önce, içerisinde o çizgili, 2 ayaklı sevimli devrelerden kaç tane var onu görmem gerekiyordu. Ona göre ya Casio marka orgun, ya da dijital alarmlı saatin adaptörünü eksilterek kullanacaktım. Olmadı, porselen sigortaya biraz daha bakır tel sarıp direk oradan bağlardım. Eh, salak Berk (o zamanki kedimiz) de atlayıp zıplarken çıplak tellere değerse kendi sorunu. zaten ciftli kabloların içinden çıkartacağım telleri kullanacaktım, amper mi diyolar her neyse o düşük olacağı için kediyi öldürmezdi (ama japon balığını öldürüyor, ıslak olduğundan herhalde).Evet. gerekli mavi çizimleri yaptım, geriye bir tek Bot’un içini açmak kaldı. Başka türlü göremezdim.Alyan anahtarlarını (allen, alen falan diyenler de var, ben alyan derim, daha çok yakışıyor) ve yıldız tornavidayı aldım. Bot’u masaya yatırdım. Kurcalamayacaktım, sadece bakacaktım. Elim varmadı biliyor musunuz… Ya tek arkadaşım bir daha “çalışmasaydı”? Bu amerikalılar abuk subuk mühürler koyup açıldığı zaman bağlantıyı kesiyorlar (uzaktan kumandalı arabadan biliyorum), sonra uğraş dur. Evdeki havyayı kullandığım zaman da babam anlayıp üzülüyor, hayatta tamir edemezdim vallahi.Vazgeçtim.Bot’un içini hiş açmadım. Her zaman belki de bir o kadar sevdiğim, ama fonksiyonel olmadığı (ya da kız çocuk olmadığım) için sıkıldığım Gargantuan’ın (oyuncak ayım) yanında durdu.Bir ara merak ettiğimi hatırlıyorum; “Annemle babamın içinde ne var ki? hakikaten resimlerde olduğu gibi midir? O kadar net görüntü yoktur yaa, yan sokaktaki köpek leşi hala duruyor, hiç muntazam değil”. O zamanlar kardeşim yeni doğmuştu, ama şimdi yeni gelen çocuğun içini açmak istemedim. Hem ayıp olurdu, hem de bizimkiler fazla üzülürdü; kadın o kadar uğraştı, taşıdı karnında.Bir de pirize takmadan ses çıkartabilen şeyler zordur hep. Hiç bulaşmayayım dedim, ondan da vazgeçtim.İşim gereği inanların içini çok açtım sonra. Her bi boklarını gördüm. Altta-üstte kaç kat var öğrendim.Neden sıkılmadım biliyor musunuz? (;) İnsanı insan yapan şey koşup dansedebilmesi değil. Bunları ona yaptıran, o çirkin kafatasına sevimli bir ifade aldırabilen, içinde iskelet olduğunu bilmenize rağmen korkmayıp size sevdiren; içine girmek, sarılmak-öpmek, hediye almak falan istettiren göremediğim şeyler vardı.
Açmayınız insanların içini. Göreceğiniz manzara muhtemelen hoşunuza gitmez…