“Kurumaya yüz tutmuş,içi çekilmiş, rengi turuncudan kahverengiye dönmüş o mandalina gibi tek başınaydım. Yalnız değil,tek başına…”departmanından


13 yaşındaydım, küçük ellerim 6B kalemelerle tanışmıştı.En net hatırladığım ilk kez evden kaçtığım. Neden kaçtığımı hatırlamıyorum belkide bu yüzden aynı günün akşamı geri dönmüştüm. Büyükada’da bir kayalığın üstüne kaçmıştım.Aynada yüzüme bakıp saatlerce kayalığın üstünde oturmuştum.Resim yapıyordum, karmaşıklık ve kaosun kağıtlarla yüz göz olduğu bu resimler bir süre sonra beni dürtmeye başlamıştı…


Harçlığımla cam parçaları ve bir sürü boya alıyordum. Lise yıllarımda ise pek derslerine düşkün bir insan olmamakla beraber okulun en sivri üniformalısıydım ve yağlı boya ile çalışmaya başladım. Matematik dersinde sıra altında resim yaparken yakalandığım için müdür odasına çıkıp ifade vermek zorunda kalmıştım. Buna alışmalıydım çünkü yine matematik dersinde kendime yazdığım mektuplar yüzündende bir çok gün o odaya gidecektim.Gittimde..


Okul bitti. Enerjim zaman geçtikçe deri altımdan beni dürtüyordu.Artık kurallar, takım elbiseli ve çatık kaşlı matematik öğretmenlerim yoktu. Yeterince zaman kaybetmiştim sıra kendi hayatıma gelmişti… Hayallerim vardı.Yazardım,çizerdim,boyardım ve hatta oynardım…


Bir gün kırmızı sert bir elma dişledim ve ertesi gün evden ayrıldım. Kaçmadım bu sefer sadece gittim…İlk evim Cihangirdeydi, duvarlarına resimler yaptım. Yazmaya devam ediyordum. Param yoktu ama nasıl oluyorsa hiç aç kalmıyordum yada beni doyuran şeyler gırtlağımdan değilde gözlerimin önünden geçiyordu.


Hayallerim vardı. Resim yapabilirdim, sayfalarca yazabilirdim, tiyatroya gelince; çevremdekileri izlemeye başladım bu bana yetti ama hep içimde tuzlu bir yara olarak kaldı çünkü bende koca sahnenin ortasında Godot’yu Bekliyordum. Onu beklemeyi Samuel Beckett’dan öğrenmiştim. Aradan yıllar geçerken beni hep bir yerlerde sıkıştırdı.


Tutkularım hep içimde bir yerlerde, kuytu köşelere saklandı ben sakladım onları çünkü biliyordum bir gün çıkabilirlerdi ordan. Ama şimdi işim vardı. Daha güven bağlarıma ateş edilecekti, ölümü tanıyacaktım, üşüyecektim, kedim olacaktı, aşık olacaktım, uyuyamayacaktım,akriliğin kokusunu özleyecektim,hasta olacaktım,iyileşemeyecektim,kanlar akacaktı kollarımda, iri gözlerimde bir gözyaşı birikecek ve çığ olup akacaktı ve ben gözyaşlarımın üstündeki köprüden tükürecektim aşağıya…

Yaşadım, biriktirdim bazen unuttum tutkularımı nereme soktuğumu, bazen onları bıraktığım yerde buldum ama korktum sonra kızdım kendime ve kaldım hayatın bana ayrılan köşesinde…


İzledim, izledikçe güldüm…İzledikçe, düşündüm…İzledikçe, kızdım…


Şimdi 25 yaşındayım. Eylül’emektup yazdım hemde 2 tane. Umut ettim Eylül’de söz verdim ona Bahar’da alıcam boyalarımı koynuma diye… Çünkü artık vaktim gelmişti. Dolmuştum, taşmalıydım.Yazıyordum ama renklere dokunmaktan korkuyordum çünkü hesap verecektim. Soracaktı bana en kışkırtıcı turuncu; “nerdeydi senin yıllardır sakladığın tutkuların” diye… Kızkardeşim tiyatro yapmak istedi “varlığım tutkularına armağan olsun” dedim.


Mandalinayıaldım avuçlarıma, çay içmeye başladım, sabahları yürüdüm akşamları koşar gibi yaptım. Denize baktım,dalgalandı seviyordum ya denizi dalgalarınada katlanacaktım. Aynı iyi niyeti turuncudan istedim. Önceleri indirmedi kaşlarını. Yalvardım İstanbul’a “ne olur aç sesimi” diye…

“HADİ İSTANBUL TUT ELLERİMDEN


TEKRAR YAZMAK İÇİN TERLESİN AVUÇLARIM


BİR ŞÖVALE BUL BANA ŞÖVALE OLMADANDA YAPARIM BİLİYORSUN


2 ÇİVİ YETER BANA BEYAZ BEZLERİ ASMAK İÇİN DUVARA


SONRASINI SENDE BİLİYORSUN


AKACAK AKRİLİK BOYA TURUNCUDAN YEŞİLESONRA SİYAH SONRA MAVİ


FIRÇA OLMASADA OLUR, ELLERİM GÖZLERİM VAR YA…

HADİ İSTANBUL DOKUN BANA MÜZİK ÇALACAK NASILSA EN DİŞLİSİNDEN VE BELKİ EN DİŞİSİNDEN


YERLERDE FIRÇALAR, TIRNAKLARIMDA KURUMUŞ BOYALAR, DIŞARDA KİMSENİN KİMSEYİ ISITMADIĞI SOĞUKLAR


HADİ İSTANBUL AÇ ARTIK SESİMİ…(şubat 2004)



Önce sustu İstanbul, bana bir mandalina ağacı verdi.Her sabah izledim o tek kalan mandalinayı.Bir gün koparıp altım tabiat anasının koynundan.Düşündüm dolandım durdum gecelerce.


Hayallerimin peşinden gitmek için geç kaldığımı düşündüğüm bu zamanlarda kış veda ederken, bu sene baharı en güzel turuncu ve en güzel yeşille karşılıyorum…Koşmak istiyorum.


Omuzlarından yara alan güven bağlarım kabuk bağlamadı daha ama akrilik iyi gelecektir zaten bilirsiniz insanı büyüten biraz da acıdır…Yeterince büyüdüm, kocaman oldum, yeterince zaman kaybettim..


Ben 13 yaşındaki kızın heyecanına geri gidiyorum ve dönmeyeceğim…Çünkü ben o köprüden aşağı tükürdüm artık dönmem.Artık odamda boyalarım var.Yine geldim ama yeni gelmedim.Beslendim, büyüdüm, zaman kaybettim ama üzgündüm gelemezdim o ağır ağrılarla gelemezdim karşınıza…


Hiçbirşeyin resmini yapıyorum ben. Yazmıştım ama siz yoktunuz o zaman;


“Şu arkamda ki merdivenin yarı üçgen köşe altı için bir düşünce


Oraya bir şövale atsam


O şövalenin koynuna da bir tuval


O tuvalin gözbebeklerine kendi gözlerimi çizsem


Geceleri kendi gözlerime baksam


Baksam ki nereye bakıyorlar?


Mesela diyorum ki; İçimde olduğunu biliyorum ama bilmediğim neden orda oldugun?” (mart 2004)



İşte ben bu satırların resmini yapacağım. Kendim için yapacağım eğer izlemek isterlerse benim resimlerdeki gözlerim onları takip edecek. Resimlerimde gözlerim hep üzerinizde olacak. Resimlerimde o kadını yaşatacağım, resimlerimde Godot’yu Bekleyeceğim, resimlerimde soracağım “beni böylede sever misin?” diye…


Geç kaldım biliyorum ama geldim işte.Şimdi birileri bana “hoşgeldin” desin yada “hoşçakal”sın…


sibelo