Geçtiğimiz günlerde Amerika’da bolca tartışma konusu olan, kanallarda birçok CIA emeklisi ve mağdurun boy göstermesine neden olan ve sonunda yasaklanan bir sorgulama yöntemi (yetkililere göre) waterboarding. Bakınız nasıl da yemek tarifi verir gibi rahat anlatıyor asker abim olayı! Ne kadar sevimli değil mi? Gördüğünüz gibi yöntemi uygulamak çok basit. Maktülü sabit bir şeye sıkı sıkı bağlamanız, gözlerini kapatmanız, ağzına bir havlu tıkıştırmanız ve havlunun üzerine yavaş yavaş su dökmeniz yeterli. Ha bir de “susadın mı?” gibisinden dalga geçebilecek kadar insanlıktan çıkmış olmanız gerekiyor. Sonuçta maktül kendini boğuluyor gibi hissediyor, debeleniyor. Uzmanlar yöntemin kalp krizine ve panik ataklara yol açabildiğini söylüyor.
1968, Vietnam
Aslında yüzyıllardır uygulanıyormuş da bu işkence haberimiz yokmuş. 1500lerde İtalyanlar, 2. Dünya Savaşı’nda Japonlar ve Gestapo, 1970lerde Kamboçya’da Khmer Rouge, Vietnam’da ABD… Peki ne oldu da su yüzüne çıktı? Birçok raporda ABD’nin 2001’den beri yürüttüğü “Terörle Savaş” kapsamında yakaladığı sanıkları konuşturmak için bu yönteme başvurduğu yazmaya başladı. Ancak bunlar zaman zaman konuşulsa da konuşanlar bir güzel susturuldu. 2005 sonlarında CIA bu işi gizli yapmaktan sıkılmış olacak ki, bu yöntemi onaylı “geliştirilmiş sorgulama yöntemleri” listesine koydu.
Onlar bunun iyi bir sorgulama tekniği olduğunu düşünmekteydi. Asıl bomba 24 Ekim 2006’da Busht’un yardımcısı Dick Cheney‘in muhafazakar bir radyoda, sunucunun “eğer suya batırmak hayat kurtaracaksa, bunu yapmak için fazla düşünmeye gerek yok değil mi?” sorusunu onaylamasıyla patladı. O röportajda cheney, yöntemi övücü söylemlerde bulunmuştu. Bunun üzerine insan hakları ayaklandı. Beyaz Saray kem küm etse de medya olayın üzerine gitti ve sonunda yöntemin yasaklanmasını sağladı. Tabii bunda El Kaide yöneticilerinden Khalid Sheikh Mohammed‘in sorgusunda yöntemin kullanıldığının birçok kaynak tarafından açıklanması da etkili oldu. Bir CIA yetkilisi böyle bir adamın bile yaklaşık 2.5 dk gibi kısa bir sürede konuştuğunu açıkladı. Emekli ajan Kiriakou da Ebu Zübeyde’nin 35 saniyede bülbül gibi şakıdığını söylemişti. Amerika’nın yöntemi neden bu kadar sevdiği ortada.
yorumlar
bence katolik engizisyonundan çalmışlardır. malum, engizisyon çok accayip işkence teknikleri geliştirmişti, yüzde bin öttürme garantili işkence teknikleri patenti uzun yüzyıllar kiliseye aitti. bi çinli dingiller yarışabilir bu mevzuda, gerisi nal toplar.
Birisi, insan hakları mı dedi? Gerçi onlar biz Doğu halklarını insandan saymıyorlardı, değil mi!?
@okanyuksel, kesinlikle saymıyorlar, her daim bu durumun örneklerini görüyoruz ama kendimiz daha birbirimizi insandan saymayı öğrenemedikten sonra kimden ne bekleyebiliriz ki?
evet, tüm bunları demokrasi(!) için yapıyorlar. kesinlikle inanıyoruz!
`İnsanların bilmeleri yetmez, gözleriyle görmeleri de gerekir. Çünkü korkmaları gerekir; ama aynı zamanda, cezalandırılmanın kefilleri olarak tanık olmaları ve çünkü belli bir noktaya kadar bu işe katılmaları gerekir.’Michel Foucault, Hapishanenin DoğuşuKendi gerçeğini unutmak.İmge, aslında nedir; saman doldurulan attan başta bir şey değil.Şaman Türkler, derisi parçalanmadan çıkarılan atlarını birer im ya da simge halinde yaşatmak amacıyla içine saman doldurup saklarlardı. İçi saman dolu hayvana, `kipi’ derlerdi. Bugünkü dille söyler isek eğer, `gibi’.Batı dillerindeki `image’ sözcüğünü bu kadar iyi ifade eden başka bir kültür var mıdır acaba? `Image’ sözcüğü de Latincedeki `imitari’den gelir, yani benzetmekten. Sibirya Türkçesinde ise `kip’ sözcüğü, `benzer, kalıp’ anlamına gelir. Modern Türkler yazık ki, image sözcüğü için, `gibi’ yerine `imge’yi tercih ediyor. Türkler artık, gibi’nin ne olduğunu bilmiyor, çünkü, ne zamandır, düşünme eylemini, kendinden uzaklaşma eylemiyle bir tutuyor.İmge nedir? Gerçek gibi olandır.Gerçek, canlı attır; `gibi’ ise içi samanla dolu ölü at.Gerçeği bilmezsen, gibi’sini de bilemezsin. Gerçek sözcüğünün kökeni de aslında gerçeğe giden yolu söyler. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’nde, gerçek maddesinin karşılığında şu yazılır: Bağlanma, andiçme, verilen sözü yerine getirme, daha önce ortaya konana bağlı kalma…Gibi ya da imge, cansız olanı anlatıyorsa eğer, yani kanlı ve canlı gerçeğe benzeyeni anlatıyorsa… Eski dilimiz, kökensel olanı şöyle sayıklar bize:Kan, kan-mak, kanı. Canlı, doğru ve inanmak. Gerçek, kanlı canlı.Bizim gerçeğimiz, Eski Yunancadaki gerçek sözcüğüne de benzemiyor değil. Aletea, Eski Yunancada hem gerçek hem de unutmamak anlamına gelir. Letea ise unutmaktır.Tekrar Sibirya’ya dönelim, hatta o kadar uzağa gitmeye gerek yok, Anadolu’nun bozulmamış kültür dokusunda gezinelim. Ant içen Anadolu halkı, ağaca bir işaret çizerdi, buna da kertik, kertek derdi. İsmet Zeki Eyuboğlu’na göre, ant içildiğini simgeleyen kertik sözcüğü, gerçek ile aynı sözdür. Çocuk daha beşikteyken kiminle evleneceği sözü verilen `beşik kertmesi’ de öyle.Anadolu’da hâlâ ant içerek gerçeği yaşatanlar kalmıştır ve gerçek sözcüğünün yolculuğu burada bitmez. Biz yine de bugünün gerçeği ve imgesine dönelim.İmgenin dönüşü.İnsan önce düş görüyordu. Tatlı ya da korkulu düş. Sonra konuştu. Sonra yazdı. Şimdi tekrar düş görüyor. Tatlı ya da korkulu düş. Ama uykuda gördüğü düş değil bu, uyanıkken gördüğü düş. Tatlı ya da korkulu düş. Gündüz düşü.İmge geri döndü ve geceden sonra artık gündüzü de ele geçirdi. Ne ki, yeni imge insanın kendi düşü değil. İnsanlık, nasıl elektriği bularak geceyi ele geçirdiyse, elektronik imgeyle de gerçeğe boyun eğdirdi. İmge imparatorları, her saniye, yeryüzünde yaşayan herkesi imgelere boğuyor. Endüstriyel düş fabrikaları, izleyici-tüketici için imgeler üretiyor. Sinema, televizyon, afiş, vitrin, dergi, gazete ve internet nicedir, gibi-gerçeğin gerçek üzerinde egemenlik kurduğu âlem. İmgeler âlemi.Şimdi artık, içi saman doldurulmuş atı gerçeğinden ayırt etmek çok güç. İnsanlık, gerçekle yaptığı andı çoktan bozdu. Sinematografik gerçek ya da içi samanla doldurulmuş `gibi-gerçek’ pasif kitlelerin gündüz düşlerini dolduruyor. Gibi-gerçek’le arzuluyor, duygulanıyor, dışarıya çıkıyor ya da gibi-gerçek’le korkuyor, içine kapanıyor veya boyun eğiyor.Sinematografik gerçek nedir? Kafka’nın söylediğini anımsar isek, sinemanın bütün bakışları aynı hizaya getirmesi gibi, kitlelerin aynı hizada gözlerini açmasıdır. Gösterilen açıdan imgeye bakmak.Önce imge vardı.İmge sözden önce doğdu. (Düşlerin dili imgeseldir. Ve bütün memeliler düş görür.) Bunun için tarih bile verilebilir hatta. İmgenin tarihi belki 300 milyon yılsa eğer, sözün tarihi 100 bin yıldır. Yazının tarihiyse en fazla 6 bin yıl. Fotoğrafın tarihi 150 yıl.Bundan olsa gerek; imge söz söyletmez.İmge susturur.İmge zaman dışıdır. İmge nedeni söylemez. İmge nedeni gizler. İmgesel olan arkaiktir. Yani; imge, zamanların ve nedenlerin en uzağındaki tuhaf coğrafyaya aittir.İmge düş âleminde yaratılır, masal ise söz âleminde. Tarih de yazı âlemine aittir.Bir soru:Fiziksel âlemi ele geçirmek için bütün bu tinsel âlemlerden hangisini ele geçirmek gerekir?Gılgamış Destanı, yazı insanının söz insanına karşı kazandığı zaferi anlatır. Uygarlığın doğaya karşı ilk zaferini. Gılgamış, doğanın bekçisi Humbaba’yı, sedir ağaçlarının yılan saçlı bekçisini yenmişti. Yazının söze karşı zaferini, yasanın atasözüne karşı zaferini, devletin eşitliğe karşı zaferini yazar Uruk Kralı Gılgamış.Düşlerin dili imgeseldir ve yalnızca tarihöncesine değil aynı zamanda insan öncesine de gider. Tarih ise yazıyla başlar. Ya da yazı tarihseldir. Hem yazının ortaya çıkışı tarihsel olduğu için, hem de tarihin ortaya çıkışı yazıyla olduğu için.İlk tarih kitabını Herodot yazmıştı. Sessiz harflerden oluşan Sami alfabesine Grekçenin sesli harflerini katarak yaratılmış yazı diliyle. İÖ 5. yüzyılda Halikarnassos’ta yaşayan ve kendini mitsel düşüncelerden arındıran Herodot medeniyetin ilk tarihçisi oldu. `Yerlerin, zamanların ve olayların bilimini icat etti.’ (Daunou) Destan okuyan ozan, ölümsüzlüğü anlatırdı, oysa tarihçi, insanın ölümlülüğünü kabul eder, amacı, ölenlerin unutulmamasını sağlamaktır. İnsanoğlunun yaptıkları, zaman yüzünden akıldan çıkmasın ister.Uzak geçmişteki olayların tam bir öyküsünün şimdiki zamanda yaşayan biri tarafından yazılabileceği düşüncesi tamamen yeni bir fikirdi. Yazı, yeni bir iletişim aracıydı ve yeni bir bakış açısı doğurdu. Çizgisel, zamandizimsel bakış açısı. Oransal bakış açısı. Geometrik bakış açısı ve rasyonel bakış açısı. Akıl, mantık, nedensellik gibi yardımcı terimlerle ilişkili `rasyonel’ kelimesinin kökeni `oran, orantı’ anlamındaki Latince ratio kelimesinden gelir.Musa’nın On Emir’i, levhalara harflerle yazılmıştır. Musa kendi anadili olan Mısır hiyeroglifini değil alfabeyi kullanmıştı. Kuran da ayet ayet iner, Tanrı’nın Muhammet’e ilk emri `oku’dur. Her iki dinde de olaylar tarihsellik yani zamanın kronolojik sıralaması içinde anlatılır. Yine her iki din de imgelere, putlara ve ikonlara karşı koyarak ortaya çıkar.İmgesel terör.İnsan, bedeninde hapistir.Leonardo da Vinci’nin anatomi notlarında yazar: `Göz, dünyanın güzelliklerinden zevk alan insan bedeninin penceresidir. Göz sayesinde, ruh, o olmadan acı çekeceği beden hapishanesinde kalmaya razı olmaktadır.’Tabii, eğer gözler, dünyanın güzelliklerini görüyorsa. Yok eğer o gözlere, dehşet içinde bir dünya gösteriliyorsa, o insan, dışarıya çıkmak yerine, daha az acı çekeceği bedeninin hapishanesinde kalmayı tercih edecektir. Gözünü kapayıp içe kapanmak ve iç hapishanesinde kalmak. Ne zamana kadar? Gördüğü dehşet ortadan kalkana kadar.El Garip Hapishanesi’ndeki Amerikan işkence fotoğrafları, o hapishanedeki mahkumlar için çekilmemiştir. Mahkumlar dehşetin gerçeğini zaten yaşamaktadır. Onlara bu yaşadıklarının resmini, imgesini gösterdiğinizde, daha fazla etki yaratmış olmazsınız. Bu fotoğraflar, hapishane dışındakiler için çekilmiştir. Hapishane dışındakileri, kendi bedenlerinin hapishanesinde kalmaya zorlamak için.Üst üste konulmuş çıplak bedenler. Başlarına çuval geçirilmiş çıplak bedenler. Boynuna tasma takılıp sürüklenen başka bir çıplak beden. Arkalarında ya da üstlerinde sırıtan Amerikan askerleri.Bütün dünyanın bir süredir baktığı bu fotoğraflar, küresel imge dehşetinin yeni görüntüleridir. Amerika Birleşik Devletleri, 11 Eylül terörünün intikamını işte bu imgelerle aldı. Manhattan’da çökertilen gökdelenlerle yaratılan terör imgelerine karşı, Ebu Garip Hapishanesi’nde Iraklı esirleri aşağılayan imgeler. Terör imgeleriyle verilen bir savaşın tam ortasında dünya bir dehşeti izlemeye mahkum.Bir şiddetin felakete dönüşmesi için imgeye dönüşmesi gerekiyor. İmge, gerçeği çoğaltıyor. İmge, ekranlarda, gazete sayfalarında, internet sayfalarında çoğaldıkça, gerçeğin etkisi de çoğalıyor. İmgesi olmayan şiddet, bir hiçe dönüşüyor. Ölünün, canlıyı ürkütmesi için imgeye dönüşmesi gerekiyor. Şimdi artık, Paul Virilio’nun söylediği, `gerçeğin, sinematografik olarak yeniden-gerçekleşmesi’nin en kusursuz ve ürkütücü sahnelenmesi yaşanıyor.İkiz Kuleler’e karşı, insan bedeninden piramitler.Terör neden imgesel olmayı arzular? `Şok ve dehşet’ yaratmak için. Kitlesel düzeyde, masumlar, sessiz çoğunluk düzeyinde şok ve dehşet. Ve imge, düşlere seslendiği için, arkaik, zamanlar-aşırı, nedenlerden sıyrılmış, hayatta kalma içgüdüsüne aittir. İmgesel dehşet yoluyla insanları bedenleri içerisine hapsedebilir, boyun eğdirebilirsiniz.Ebu Garip işkencelerinin görüntüleri de, terör eylemi gibi gizli kapaklı yürütülmüş, fotoğraflanmış ve nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde basına sızdırılmıştır. Fotoğraflarda gözüken askerler, emrin yukarıdan geldiğini söylemişlerdir, hapishane müdürü general, askeri istihbarata sorumluluğu atmıştır, Kızılhaç ve bir dizi bağımsız kurum da işkencelerin sistematik, yaygın bir şekilde yapıldığını açıklamışlardır. Zaten fotoğraflardaki kalabalık da bunu göstermektedir. Ebu Garip fotoğrafları, tam da bu şekliyle, resmiyet karşıtı özellikleriyle terör eylemiyle benzeşmektedir. Öbür türlüsü, yani resmi bir tavır, aynı dehşeti zaten yaratamazdı. Terör, komployu sever.Terör, rasyonel düşünmez. Yalnızca, yaratabileceği kadar büyük bir dehşet yaratmayı arzular. Savaşı kazanmak için de eylem yapmaz, tam tersine savaşın devam etmesini ister. Bu yüzden Ebu Garip fotoğraflarının ABD’yi zor durumda bırakacağı düşüncesi, Üsame Bin Ladin’in Manhattan ya da İstanbul ya da İspanya’daki terör eylemlerinden dolayı zor durumda kalacağını sanmakla aynıdır. Her ikisi de zor durumda kalmayacaktır.Fotoğraf çekme işiyle uzun süre uğramış kişilerin kolayca anlayabileceği gibi, Ebu Garip Hapishanesi’ndeki işkence fotoğrafları, gizlice, amatörce ve hatıra amaçlı çekilmemiştir. Işık ayarları, kadrajlama ustaca yapılmıştır. Ayrıca bir fotoğrafın kudretini en fazla artıran, içeriğindeki sembolizmdir. İşkence fotoğrafları, sembolik kurgular yaratılmaya özen gösterilerek çekilmiştir. Bu sembolik şifreler çözüldüğünde, ABD’nin yürüttüğü savaşın ruhsal kaynağı da çözülmüş olur.Bu fotoğraflarda bedenler çıplak ve üst üstedir. Amaç, kurbanın bireysel varlığı olmadığını söylemektir. Tek tek Iraklının hiçbir önemi yoktur. Amaç tüm Iraklıları, tüm direnenleri, tüm direnen İslam toplumlarını aşağılamak ve korkutmaktır. İmgeye bakan, orada işkence gören kişiyi bilemez. Küresel medya, orada yığın yapılan çıplak bedenlerin ne kim olduğunu bilir ve merak eder, ne de suçunun ne olduğunu bilir ve merak eder. Neden oradadır, neden çıplaktır, neden işkence görmektedir bunları bilemez. Ama işkence gören Iraklılarla fotoğraf çektiren Amerikalı kadın ve erkek askerlerin isimleri bellidir. Küresel medya, bu insanların ailelerini de bulur. Bunlar insandır ve nasıl olmuş da cani olmuşlardır, onu sorgulamaya başlar. Ama Iraklı çıplak esir, hapishanenin ismi gibi gariptir; hiçbir kimliği yoktur, bireysel varlığı yoktur.İşkencecinin amacı, tüm direnen Iraklıların, fiziksel olarak değilse bile ruhsal olarak direnen Iraklıların, kendilerini o çıplak bedenler piramidinde bir beden olarak düşünmesini sağlamaktır. Tüm Şiilerin, Sünnilerin, işgale karşı çıkanların boyun eğmesi istenmektedir. Saygı duymak zorunda değildir, korkması ve boyun eğmesi yeterlidir. Nasıl bir boyun eğme? Boğazındaki tasmadan çekiştirilerek yerde sürüklenen çıplak Iraklı gibi.İşkencenin seksüel koreografisinde söylenmek istenen, şiddetin kültürüne çok daha yakındır. Erkekliğin aşağılanması, ahlakının elinden alınması, Doğulunun utanma duygunun yani benliğinin parçalanması. Oryantalist cinselliğin sado-mazo aşaması. Pornografinin politik fantazyası. Bedensel emperyalizm. İşgalin seksüel metaforu. Irkçılığın dominetriks zevki.Ve bu fotoğrafların en etkileyici yanlarından biri, savaşın başından bu yana gördüğümüz, hatta bir ara bizim başımıza da geçirilen çuvallardır. Bir insanı kişilik olarak silmenin en simgesel yolu, yüzünü, kafasını iptal etmektir.Irak’a saldırı başladığında Amerikan ve İngiliz askerlerinin silahlarının ucunda, başlarına bu özel çuvallar geçirilmiş Iraklıları görmüştük. Özellikle, küçük bir çocuğun başına çuval geçirilmiş babasıyla birlikte çekilmiş fotoğrafı, küresel belleğe kazınmıştır. O vakit, tüm dünya, o çuvalın aslında, ABD saldırganlığına boyun eğmeyen tüm dünyaya geçirilmiş olduğunu anlamalıydı. Daha sonra aynı çuvallar, Kuzey Irak’ta 11 Türk askerinin başına geçirildi. Amaç aynıydı. Aşağılama. Tuhaftır, bu sembolik aşağılamayı sağlayan da yine fotoğraftı. Bu olayın da fotoğrafı çekilmiş ve bir biçimde basına sızdırılmıştı.ABD, imgesel dehşet yaratma stratejisini ilk olarak Hiroşima-Nagazaki’de uygulamıştı. Bu iki şehre arka arkaya iki atom bombasının atılma nedeni, savaşı sona erdirmek değildi tabii ki, asıl amaç Japonya’yı dize getirmek de değildi. Atom bombaları, dünyanın geri kalanında yaşayanların üzerine atılmıştı. O uğursuz mantar bulutu, dünyanın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yeni imparatorluğunun arması olarak göğe yükselirken fotoğraflanmıştı.Ebu Garip Hapishanesi’nde Iraklılara (mahk–m mu desek, esir mi desek, kuşkulu mu desek, ne desek acaba) yapılan azap, bir yandan da modern toplum öncesi adaletin geri dönüşüdür. Avrupa’da mahkumların bedenine azap çektirilir, organları parçalanır, yüzüne ve gövdesinin kimi yerlerine simgesel damgalar basılır; bütün bunlar karanlık bir şenlik havası içinde, mahkumun azap çeken bedeni seyirlik bir unsur haline getirilerek halkın gözleri önünde yapılırdı. Mahkum, meydanlarda, sokaklarda en ağır eziyetlere maruz kalırdı. Bu şekilde kral, yalnızca mahkumu cezalandırmış olmaz, ahalisine de gözdağı verirdi. Postmodern zamanın meydanları ise ekranlar. ABD yönetimi, adaletin çoktan terk ettiği bedensel azabın görkemli gösterisini geri getirmiş oldu. Ondokuzuncu yüzyılın başında beden yerine ruhu cezalandırma, bedeni kapatarak ceza verme ilkesi uygulanmaya başlanmıştı. Yeni yüzyılın başında, beden acılar içinde geri döndü.Kaynak: Gibi gerçek. İmgenin kaynağı. Ebu Garip işkenceleri ve imgenin terörü.”Özcan Yüksek“
Eline sağlık güzel bilgiantakya biberihatay biberiantakya biber hapıantakya biberi hapıantakya biberi zayıflama
teşekkürlerdüğündüğün organizasyonudüğün organizasyonu firmalarıdüğün paketidüğün süsleme
Bilgi için teşekkürlerbayan çanta modelleriçanta markalarıspor çantalarıspor çantaerkek çanta