bildirgec.org

aa

| 30 May 2005 01:37

çok mutlu oldum iki harfi görünce: AAbu benim 7 senelik üniversite hayatımda (hiç biri yaz okulunda olmaksızın) 6 kere aldığım dersin sonuncusundan aldığım not! ve benim için o kadar önemli ki! bunun kadar parlak geçmeyen diğer sınavdan da geçersem eğer, benim için iyice hayale dönüşen üniversite diplomasını alacağım sanırım. bir sözüm vardı, onu yapmasam daha hayırlı olur herhalde tüm insanlık -özellikle de benim- için. sinirli bir final sonrası verdiğim bir sözdü muhtemelen çünkü: diplomayı cebime koyduğumda fakültenin karşısındaki o merdivenleri çıkıp fakülteye dönerek küçük abdest gidermek. yaklaşan güvenlik görevlilerini de -elde avuçta ne varsa onunla- tehdit ederken “ne var leaaayn! atın beni okuldan? hadiiiii!” demek… evet, yapmasam daha güzel. ama sevincimi hiç bir şey anlatamaz, ben de dahil. o yüzden çift “entır” yapıp paragraf ediyorum.sevilenle yapılan bahçeköy’de piknik planları, bahçeköy’deki evsahibi çiftin son anda -mecburen- vazgeçmesiyle sona erdi. bahçeköy istanbul’da en mutlu olduğum yerlerden biri. sebebi de sakinliğiyle ormanın rahatlatıcılığı herhalde. bizim semtteki kahvaltının ardından ortaköy’e geçtik sahilden emirgan’a yürüme hayalleriyle. aslında bitiremeyeceğimizi biliyordum bu sıcakta ama “güneşli-güzel-bir-günde” sahilde yürüme fikri güzeldi de. dinlene dinlene devam ettiğimiz sahil boyu aktivitemiz bir süre sonra angarya gelmeye başladı kafaya geçen sıcaktan ötürü. ortaköy’e geri döndük (kalabalığından nefret ediyorum) ve sakin bir yer bulduk şans eseri (ileride de sakin olması için yer adı vermiyorum 🙂 yaşasın kötülük). kumpir yedik ve dura kalka giden bir özel halk otobüsüyle taksim’e geçtik. sevileni yolcu ettim uzaaaaak meskenine doğru ve gündüz ki “buluşsak ya?” içerikli konuşmasında morali bozuk olduğu sanılan “hafız”ı aradım. o da geldikten sonra eskiden (adaş sevilenler hayatlarımıza girmezden evvel) hep gittiğimiz cafeye gittik. boooool çaylı (adisyondaki x’ler kadar “o” koydum herhalde) bir sohbete daha sonradan başka bir arkadaş eşlik etti. yurttan bir kaç arkadaşa rastladım ve sohbet ettik biraz da. dert yanmak istemediğimi bir kaç yinelemek zorunda kaldım, sorduğu sorular karşısında.bkz:”- niye mutsuz görünüyorsun?- niye uğramıyorsun bize?- ortağın ne yapıyor?”diş gıcırtarak güldüm sorulara ve üstünkörü cevaplar verdim mecburen. şu sıralar yine nefret ettiğim “bekleme” safhasında hayat denen bilinmezliğim. yapılması gereken ya da planlanan bir çok şey birbirine ve paraya bağlı. o yüzden kısırdöngü çarkını bir yerinden kırmam gerekiyor, o da süre gerektiriyor. beklemek, hayatta en iddialı olduğum konu diyebilirim. bir kaya kadar sabırlı olduğumu düşünüyorum ve bu bana hayatta kalma enerjisi (“enerji” deyince hareket akla geliyor aslında ama burda hareket yok. o yüzden “kuvvet” mi dense idi?) veriyor. bu kentteki yaklaşık 20 milyon insan arasında (olmak üzere olduğumu umduğum) mühendisçe bir yaklaşımla ihmal edilebilmek istemiyorum. google’da adımı yazınca siyasi, doktor veya hırsız olan adaşlarımdan daha üst sıralarda kendimi görünce başarmış olacağım sanırım. bu kadar mekanik bir belirti kötü geldi kulağıma ama bazı şeyleri sevmesem de yapmak zorunda kalıyorum. bu da onlardan biri olsun, varsın olsun.benim home-office’imle karşılaştırılınca dörtyüzmilyon kez daha profesyonel görünen ofislerindeki boş masaya geçip ortağımla olan birlikteliğimi fesh etmem için beni uyaran arkadaşlarımı dinleyeceğim sanırım. şimdi okul bahanem de kalmadı, hakedene istediği kadar fırça atıp yolları ayırabilirim sanırım. gerek ev, gerekse iş hayatında yani. ve masrafları daha da kısarak daha profesyonel bir hayata başlayabilirim. iş anlayışımdaki ciddiliği, -parasızlığın etkisiyle- boş bir home-office’in ciddiyetsizliğiyle karşılaştırınca çok şanslı olduğumu ve çok da güzel arkadaşlarımın olduğunu anlıyorum. “keşke”li cümleler kurmadım hayatımda hiç, çünkü her ihtimali düşünmeye çalışıp en kötülerini dahi göze aldıktan sonra bir işe başlamaya çalışıyorum genelde. ama bu acemilik kisvesi altında kaybettiğimiz projeler hayata geçmiş olsaydı çok daha rahat bir hayatım olurdu sanırım şu anda. ama kasıtlı bir yanlış yapmadığım için -içimde inandığım- adalet kavramının bir şekilde benim lehime döneceğine inanıyorum her zaman. iş hayatında da böyle olur umarım.yalnız şunu farkettim ki ben internette -daha önce- yazarken daha samimi bir dil kullanıyordum. bu türkçe’nin güzel kullanılması konusunda sebebini net olarak bilemediğim bir zorlama hissediyorum içimde ve bu da garip bir biçimde çok da içime sinmeyen yazılar yazmama neden oluyor. uzun cümleler, resmi ifadeler, paradan-şirketten bahseden ve duyguları birazcık olsun es geçebilen günlük yazıları yazıyorum gibi geliyor bazen. zaman içerisinde bildirgeç formatı ile içimden gelenleri ifade biçimim uyuşup daha içime sinen bir şekle dönüşür umarım (mesela “umarım” yerine “inşallah” diyorum genelde. ve fakat bu ikinci kelime de yoruma çok açık kalıyor). al sana bir bekleme konusu daha. peki.yarın yine sarı servisimi yakalayarak danışmanlık edeceğim yaşarsam. yine “yarın” dedim 7 saat sonrasına. “hayat mütekerrir ise bu kendisinden ders alınmamasındandır” der bir yerlerde. hatalar ne güzel şeydir aslında bilinçli yapılmamış ve kendilerinden ders çıkarılmış ise.sevinçliyim ben, evet. hayat güzel bir eğimde bundan sonra sanki. ben nasıl hissedersem hayat da o değil mi zaten? mutluluk dedikleri gibi bir seçimse, zorlanmadan seçebilirim artık. oh.

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.