iç iç,fondip..
iç iç,fondip..

Dün çok fena düştüm…Havada savrularak,bilinçsiz bir rövaşata eşliğinde..Evde..Epey olmuştu ben biryerlerden düşmeyeli,düşündüm şimdi hatırlayamadım..Bu araya giren zamandan mıdır bilmem,en fazla bir saniyede gerçeklemiş olan o savrulma anına baya bir odaklandım,yaşadım,uçtum,resmen uçtuğumu hissettim.Uçarken de anladım ki ben daha önce hiç böyle havada savrularak düşmemişim… En fazla bir saniyede gerçekleşen bu savruluşta odaklandığım tek şey,yerle temasımın getireceği acı ya da olayın sonuçları değil de o an iki ayağımın birden yerden kesilmesinin anlamsız bir şekilde verdiği zevkti…Minik bir andan ibaret olan bu hissiyatın akabinde yerle temasım gerçekleşir gerçekleşmez savurduğum bir küfür,bu durumdan aslında hoşnut olmadığımı kendime gösterdiğinden,mazoşist damgasından kurtardı beni ama ben hala ayaklarımın aynı anda havada olduklarını gözlerimle görmekten aldığım hazzı yaşıyor gibiyim…Hep seviyeli düşüşlerim olmuş benim,şöyle adamakıllı savrula savrula sermemişim kendimi öyle,düşerken bile hep baskı hep baskı…Düşerken de özgür olmalı insan…Korkmamalı,kaymış bi kere ayağın,salisenin biri, kaçışın yok düşeceksin artık,toparlamaya çalışma kendini,çırpınma hiç,yıkıldı bi kere fizik kuraları,altüst oldu tüm denge diye fısıldarken kulağına,elimi şuraya koysam kafamı kurtarırım,kafamı koysam elimi tarzındaki hesaplar için, herşey için geç artık iştee… Sal kendini,kendini izle…Ben yaptım bunu.Son zamanlarda üstüme sinen üşengeçlik hallerim bunda da başgösterdi.Nasıl da herşey birbiriyle ilintili… Benim,gözümün önünde,hem de aheste,masadan aşağı doğru yuvarlanan bir kalemi tutabilecek zamanımın olup da takatimin olmamasının ve takatimin artık hiçbirşey için olmayacak duruma gelmesinin,nasıl da kendi canımı acıtabilmemle ilişiği var… Kalem taa yukarıdan başlıyor yuvarlanmaya aşağı doğru,bir kolumu kaldırmaya bakar iş..Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler edasıyla bir boşvermişlik sinmiş… Bir kalem ile kolumu bacağımı eş tutabilecek kadar…Aman boşver,kim hesaplamasını yapacak şimdi az acıyla yara almanın diyecek kadar…Bıraktım kendimi,evet düşüyor olsam gerek dedim bilmem ne kadar salisede,öylece ikisi de havada olan ayaklarıma baktım…Uçuyorum işte… Bir televizyon ekranına sıkışmış olmayı da yeğlemiş olsam gerek.Bir bebek gelecek elinde kumandayla,yanlışlıkla ekranı dondurma düğmesine basacak ve ben öyle kalacağım. Ama hisli,ama uçukk.. Siyah beyaz mı olsam diye düşündüm şimdi ama; en doğalından renkli..Niye mi.. Bu işin bir de renk kısmı var ki… Yere inip inceden bi küfür savurduktan sonra ilk bi kaç saniye hissetmedim bir şey,anca olayı idrak kısmı…Bu tür ani durumlardan sonra olayın şok etkisini atlatmak adına bir anlamlandırma mekanizması devreye giriyor olsa gerek,ilk etapta çalışan sadece beyin olmalı herhalde ki acı sonrasında ortaya çıkıyor.Beynin galibiyetinin etkisi geçtikten sonra..Bu yüzden ilk anda hiçbir zaman acı hissedilmez herhalde,o an ne olduğuyla ilgilenir beden ..Beyin kendini geri çektikten sonra ise duyduğum acı ile hemen anladım içerimde bir yerlerde mutluluğun resmine başlandığının…Bilirim ben içerimdekilerin telaşını…Hemen fırçalara saldırışlarını,beni renkten renge boyayışlarını…Bacağıma vuran her sızı başka renkte bir fırça darbesidirr… Sabaha yetiştirilmeye çalışılan rengarenk bir tabloya alet olduğum bu acı verici süreç,uyanıp aynayla buluştuğumda tamamlanmış olur… Mor rengin ağırlıklı olduğu bu akıl almaz desenli,sanatsal,doğa harikası çalışmaya olan yorumlarım beklenmektedir sabırsızlıkla,bunu da bilirim…Önceleri bu kadar farkında değildim hücrelerimin icra ettiği sanat anlayışının en büyük aracısı olduğumun;fakat biraz büyümemle ve artık düşmekten haz alacak duruma da gelmemle,benden beklenenin ne olduğu konusunda,misyonum konusunda daha bilinçli bir bakış açısına sahibim.Bu bilinçle işte, heves kırmayıcı bir şekilde aynanın karşısına geçip şöyle bir baktığımda evvelsi gün sızımla kara toprak serdiğim bölgenin yerine şimdi allı morlu çiçekler açtığını gördüm.Doğa bu kadar mı güzel,bu kadar mı sekmeden,bu kadar mı güzel işler… Zıt renklerin ahengi bir insan evladının acısında da mı kendini bulur,buldurtur? Sarı ile mor nasıl da birbirlerine karışmışlar,o mavice şey nasıl da sarmış onları… Ebru çalışmaları halt eder sanki,öylesine sahiplenmiş renkler birbirlerini…Vakit kaybetmeden morardı işte bacağım.(erken morarma sıkı kana sahipliğin göstergesiymiş,indirgenmiş hemoglobin de çok demekmiş)Akıl almaz renkleri barındıran bir tablo asılı şimdi dün bir acının saklı durduğu yerde..Belki de hayat,her bugüne ağlarken biz,yarına renkler döşemekte..