Her geçen sızının sabahında solmak üzere olan çiçeğin yapraklarını temizliyorum, ince ince. Kanatlarına tutunuyorum hayallerimin, kırılmak üzere olanların üzerine çok basmamaya çalışarak…
‘Nesi var ki şu dünyanın, bu kadar peşinden koşulacak?’ diyordu kadın hıçkırıklarını tutmaya çalışırken. Oysa adam o güne kadar hiç ağlamayı başaramamıştı. Adam kadına sıkıca, çok sıkı sarıldı. ‘Ağlayacağım’ dedi. Kötü birşeymişcesine mahsun ve ağlamaması gerektiğini düşünen birinin sözleri gibi dokunaklı çıktı kelimeler, teker teker; koşturmadan ve mırıltı halinde…
– Ağlaman kötü değil ki. Çoğu zaman iyi gelir.
– Ben hiç ağlamadım. Belki bir kere onu da ne zamandı, hatırlamıyorum bile.
Adamın ne kadar hassas olduğunu anlıyordu kadın. Daha fazla sokuldu ona. Hiç çıkmamak istedi içinden. Dışında kalan herşey dışarıda kalıyordu çünkü onun yanında. Herşeyin önemsizleştiği yerdi, aşk. O, aşktı; emindi.