bildirgec.org

Kızıl olmak ya da…

finten | 02 May 2003 11:06

Yaş henüz onyedi. O yaştaki her genç kız gibi ergenliğin kendini en çok dışa vurduğu dönemler yani. Sivilceler azalmış,göğüsler iyice belirginleşmiş,vücud hatları oturmaya başlamıştır.Ufak çaplı flörtler de son hız devam etmektedir. Duygusal fırtınalar, gençlik bunalımları da pek tabii ki.

Bir kadın bunalıma girince ne yapar? Ya alışverişe çıkar, ya da saçlarıyla oynar! Yani kestirir, boyatır, gölge attırır, eğer biraz cesursa kazıtır bile! İşte yine ergenlik bunalımlarımdan birini yaşarken birden aklıma çok dahiyane (!) bir fikir düştü;”e kuaföre gideyim, saçımın rengini değiştireyim, kızıl olsun, sarı çok yapay duruyor, siyahı da değiştirmek çok zor, hem kızıl değişik daha”. O zamanlar kendime neden sormadığımı anlayamadığım bir soru var; “e sarı yapay da, senin istediğin kızıl çok mu doğal???” diye sormuş olsa idim, şimdi belki de az sonra yazacaklarım başıma gelmeyecekti!Neyse efendim. Kafaya konmuş bir kere, kuaföre gidildi ve tüm aile eşrafının karşı koyuşlarına rağmen saçlar kızıla boyatıldı. Tabii ki beğenilmedi! Çünkü kadın arkadaşlar bilir, “kızılı tutturabilmek” diye bir kavram vardır ki, henüz uygulanmışına rastlanmamıştır. Ya çok koyu olur, ya çok kırmızı, ya kırmızısı azdır, ya bakıra çok kaçmıştır. Spotların altında kahverengi sanılan saç renginiz güneş ışığında başınızdan aşağı bir kutu kırmızı filli boya geçmiş gibi durur. Bu sefer de “ay çok mu dikkat çekiyorum” diye içiniz içinizi yer. Saçlar kızıl olduğu için (ateş rengi ya) genellikle bakımlı gezmek mecburiyetiniz doğar! Saç kızıldır,herkes size bakar ve tabii bu anlarda eşorfmanla geziyor oluşunuz insanları hayal kırklığına uğratır.

Sana da oluo mu Günlük?

llus | 02 May 2003 00:15

BİR kaç gun once yaşadığım cokkk eski bi hikaye aklıma geldi. Ve tabii ki hikayenin baş kahramanı. fena ayrılmıştık. Napıo acaba falan die de düşündim. geçti bitti öööle. Bu gece, babamla fitaş ta buluşacaktım. Cdlere bakarken yanıma görevli gelip, -yardım cı olabilir miyim dedi yüzüne bile bakmadan “hayır” dedim. fakat kalas gibi yanımda durdugunu farkettim kafamı çevirip baktım. Bana bakıyordu hatta gözlerimin içine bakıyordu. bende ona baktım ve anlam vermeye çalıştım. BİR SÜre bakıştıktan sonra boynunda ismi yazılı olan karta gözüm takıldı. BU o idi. Yıllar geçmişti. Tam 8 yıl! Tanıyamadım eved itiraf ediyorum. Yıllardır aklıma gelmeyen o bir iki gun once aklıma düşmüş ve bir kaç gun sonra karşılaşmıştım… eved doooru bu bana hep olurdu. kİMİ Düşünsem bir süre sonra karşıma çıkıyor. ööle baktık zaten bi süre salak gibi. Zayıflamışın dedim. Şişmanlamışın dedi. 8 yıl geçmiş aradan tabii şimanlıcamda zayıflıcam da… ama dediği bişey koydu galiba azcık… Üstüme başıma baktı ve “diğerleri gibi olmuşun” dedi. Bende ona şöyle bi bakıp “hala sende diğerleri gibisin” dedim… O arada uzaktan beni izleyen babamı farkettim… VE tanıştırmak zorunda kaldım… Oradan ayrılıp Cihangire doğru yürümeye başladık babamla ve ona ben değiştimmi baba demek istedim ama diyemedim. Tüm gece bunu düşündüm oysa hemen yanıbaşımda babam bana ne kadar çok güvendiğinden ve vereceğim kararlara saygı duydugundaan bahsediyordu… Şimdi eve geldim. Ve onunla olan anılarımı gözden geçirdim.Kendimle olan anılarımı elden geçirdim. Ben böyleydim sanirim. böyleyim de… bi gun sana da biri bööle bişe derse gunluk sallama yavrum boşver. gel bis sennle Def Leppard dinliyelimmm… Diğerlerinin canı cehenneme.

1 Mayıs vesilesi ile Memleket meselesi

NuMB | 01 May 2003 23:59

Efendim; sitemiz gelgitçileri ile şu girdide, 1 Mayıs mevzusu ve bu aralar nedense değişmeyen site ahalisi düzey anlayışı konusunda meşk ediyorduk ki bir söz verdim kendilerine. Devamından buyrun, okuyalım kaynaşalım, tartışalım. Bakarsınız önümüzdeki 1 Mayısta da meydanlarda toplaşırız…

1 Mayıs: Dünya işçilerinin büyük kongresi Enternasyonal ilk olarak 1866 yılında toplanır. Bu kongrede 8 saatlik çalışma süresi ve iş kazalarından kaynaklanan sakatlanmalar için yardım talebi kararı alınır. Kongreden sonraki yıllarda Avrupa’da ve Amerika’da işçiler bu iki istek üzerinde yoğunlaşarak çeşitli gösteriler yapmaya başlarlar. Bunlardan ilk göze batanı 1867’de Şikago’da on bini aşkın işçinin 1 MAYIS’ta “sekiz saatlik iş günü” için yaptıkları yürüyüştür. Zamanla yürüyüşler ve gösteriler tüm dünyaya yayılır 1882 de Tokyo, 1885’de Moskova ve 1886’da Fransa maden işçileri 8 saatlik iş günü için greve gider. Aynı yıl yani 1886’da Amerika’da 1 milyondan fazla işçi grev kararı alır. Ve evet bu genel grevin başlangıç günü 1 Mayıs 1886’dır. Sistem ve sermaye 3 Mayıs günü yanıt verir. Şikago’da MC. Cormick-Harvester fabrikasında polis 80.000 işçinin üzerine ateş açar. Ertesi gün işçiler bu olayları da protesto ederek yürüyüşe geçerler ve atılan bir bombayla başlayan karmaşa, Porsons, Spies, Fisher ve Engel isimli işçi liderlerinin idam edilmesine kadar gidecek süreç başlar. 1889’da Paris’te 2. Enternasyonal toplanır ve 1 Mayıs gününü tüm dünya işçilerinin “Birlik, dayanışma ve mücadele günü” olarak ilan eder. 1890’da Amerika, Avusturya, Macaristan, Almanya, Danimarka, İtalya, İspanya, Belçika, Norveç, Fransa ve İsveç’te kutlanır ilk olarak. Kanlı olayların yaşandığı, devasa coşkuların paylaşıldığı, ekmeğini emeğiyle kazanan sınıfların boy gösterisi 1 Mayıslar her sene büyüyerek ve yeni ülkelere sıçrayarak kutlanmaya devam eder. 1968 de nerdeyse tüm dünya gençliği 1 Mayısta meydanlara koşar ve 68 kuşağını dünya durdukça zihinlerde tutacak bir eylem başlatır. “Gençlik tüm resmi ideolojilere karşı” … 13 Mayıs 1968’de Paris Sorbonne üniversitesinin kapısına asılan pankart “Biz yeni ve orijinal bir dünya istiyoruz” diyor ve Jim Morrison’ın “We want the world and we want it now” şarkı sözleriyle bitiyordu. Belki dünya toptan değişmedi, belki bir hayal gördü 68 kuşağı ama bu gün yaşadığımız bir çok özgürlüğü farkına varmasak da gerçekten 1 Mayıs’ı sahiplenen 68 kuşağının hayal gücüne borçluyuz. Gelelim bizde 1 Mayıs’a. Biz dünyanın özgürlük furyasından da demokrasi anlayışından da çok faydalanamadığımız ve hak istemenin ayıp olduğunu düşündüğümüz için, çok uzun yıllar 1 mayıs resmi ideoloji tarafından Türkiye’de “Bahar bayramı” olarak işçiye, emekçiye, suya sabuna dokunmanın yasak olduğu bir etkinlik olarak “kutlandırıldı”… Resmi ideoloji kendi kutlamalarını yine bir Mayıs günü, 6 Mayıs 1972 de üç tane genci ibret-i alem olsun diye asarak yaptı örneğin. 1977 de ise bütün dünyadaki 1 Mayısların en acılarından birini bir çoğumuzun neredeyse her gün gelip geçtiği Taksim Meydanında yaşadı memleketimiz. Yüzbinlerce insan meydandayken sular idaresi yönünden ve Taksim Intercontinental Otelinden (Şimdiki The Marmara) kalabalığın üzerine rasgele ateş açıldı. Kaynaklar ölü sayısı konusunda pek kararlı değil ama en çok üzerinde birleşilen rakam 34.Sekiz kadın bir çocuk 32 si kurşunlara hedef olarak 2 si panzerler tarafından ezilerek . Tabii ki hemen tüm suç kendi kendisine ateş açan işçi sınıfı solcuların oldu. İstanbul emniyet müdürlüğü hiçbir iz bulamadı, kalabalığa çapraz ateş açanlarla ilgili hiçbir ipucu ele geçirilemedi ama solculardı işte. O sırada Intercontinental otelin emniyet müdürü eski İstanbul Emniyet müdür yardımcısı Mehmet Akzambak otelden ateş açılması ile ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Bugün hala katili bilinmeyen çocuklarını o gün yitiren anneler yaşıyorlar, aramızdalar tıpkı katillerin de hala aramızda olduğu gibi. Yukarıda yazdıklarım Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en elim kurgularından birinin hafızamda kalanlardan özeti daha derin bilgilenmek isteyenler taraf takıntısı gütmeden tarihi belgelerin bir kısmına buradan ulaşabilirler…. 1980 darbesiyle de 1 Mayıs konusu çok uzun yıllar 30 Nisandan sonra 2 Mayıs gelir kanunuyla çözümlendi. Bazı arkadaşlar unuttuk diye üzülüyor ama hayıflanmasınlar, onlar unutmuyor, unutturuluyorlar. Son olarak 1 Mayıs şeriatla yönetilen İran’da işçi bayramı olarak kutlanıyor demokrat kardeşlerim.