bildirgec.org

KALDIRIMLARDAKİ SEVGİLİLİLER; KİTAPLAR

vayvayli | 06 December 2002 15:48

Fırtınalı gençlik yıllarımdaki kadar olmasa da halen kitap okuma konusundaki inatçı tavrımı sürdürüyorum. Okumak başlı başına üç noktanın ifade ettiği sır bilginin peşinde koşmak şeklinde bilinse de, temelinde yaşamı algılama ve ona karşı duyarlı kalmanın çok tutulan bir yoludur. Bizim ülkemizde okuma alışkanlığının, buna “okuma deliliği” desek, az olduğu vurgulanıyor; gelişmişlik ölçütlerinden birinin de okumak olduğu söyleniyor. Belki çok okuyan bir toplumun fertleri değiliz ama çok kalem tutan kişiler olduğumuzu inkar edemeyiz.

Fırtınalı gençlik yıllarımdaki kadar olmasa da halen kitap okuma konusundaki inatçı tavrımı sürdürüyorum. Okumak başlı başına üç noktanın ifade ettiği sır bilginin peşinde koşmak şeklinde bilinse de, temelinde yaşamı algılama ve ona karşı duyarlı kalmanın çok tutulan bir yoludur. Bizim ülkemizde okuma alışkanlığının, buna “okuma deliliği” desek, az olduğu vurgulanıyor; gelişmişlik ölçütlerinden birinin de okumak olduğu söyleniyor. Belki çok okuyan bir toplumun fertleri değiliz ama çok kalem tutan kişiler olduğumuzu inkar edemeyiz.

Okumanın, elbette harfleri ayırt etme sanatından ayrı, bu kadar az olmasının nedenlerinden en büyüğü olarak belirleyeceğimiz sorun, bir alışkanlık konusu olmaması değil, hayatını düzene sokamamış insanlar yığınından mürekkep bir toplumun varlığıdır. Okumayı olanaklı kılmanın biricik yolu, beyni ve kalbi “geçim prangası”ndan hür ve bağımsız bırakmakla temin edilebilir. Okuma eyleminin bir insanın hayatının 14-25 yaşları arasına yoğunlaşmasının nedenlerine bakılırsa yine aynı yargılara ulaşmak zor olmayacaktır.

Yaşamın bu ülkedeki insanlara gerekli altyapı, eğitim ve sağlık noksanlığı nedenleriyle bir şans olarak sunulduğuna bakılırsa, bunu muhafaza etmenin yollarını aramalarına kızmamak gerekir. Ancak bu insanların beyinlerinin kırkıncı odalarındaki gün görmemiş söz ve şiir dizelerinin onlarla birlikte toprak altına yuvarlanıyor olmasına akıl sır erdiremiyorum. İnsanın arkasında bir “cep ajandası” dahi bırakmadan hayattan çekilmeleri süre giden yaşam alışkanlıklarının dışında gözüküyor. Burayı temel alırsak, herkesin yazar olamayacağı ancak mutlaka yazacak bir şeyleri bulunacağı kanaatine varabiliriz. Bu nedenle beklentimizin yerinde olduğu muhakkaktır.

Okuma ve yazmanın önemi bu kadar açıkken Türkiye’de kitabın ahvaline bakmakta da yarar vardır. Bizim yazarlarımızın hiçbiri kitabını kaldırımlara düşmesi için yazmaz ama bu ülke kitaplar konusunda da kaldırımlarını iyi kullanan ülkelerden biridir. Kitapların sıcak kitabevi ortamlarından, öz varlık olarak bilinen kişisel kütüphanelerden yada doğrudan basıldığı yerden alınarak tezgahlara indirilmesi ya da vefasız oğul yada torun tarafından bir pazar sabahı Beyazıt meydanına görücüye çıkarılması, onlar için bir onur mücadelesi başlatma zamanı geldiğini gösteriyor.

Ben kitapların insan içine girdikçe kitap dostlarının gitgide azaldığına inananlardan biriyim.kitap dostları yeni bir ülke keşfetme bilinciyle kitap almak için zaman ayırır; kitaba yolunun üzerinde rastlamaz. Kitabevleri düzenli aralıklarla ziyaret edilmesi gereken iyi bir yurttur.

Kaldırımlara çıkan kitaplar güneşin yakıcı sıcaklığını, kış ayazlarını, sonbaharda çiğ ıslaklığını emer, ancak emerken de vefalı bir kitap dostunun, efendisinin gelmesini ve onu sıcak kucağına almasını biteviye bekler. Bazen onun serinletici gölgesini bazen de geceye sıcaklık veren bakışlarını arar bu kitaplar. Kitapla kitap dostları genelde dar vakitlerde buluşurlar ama benim en çok merak ettiğim duygu bir kitabın yazarıyla kaldırımda karşılaşmalarıdır. O zaman kitaplar, namusunu kaldırımlarda çarçur etmiş vefasız bir sevgilinin mahcup, aldatılmış, yıkılmış bakışlarıyla dopdoludurlar sanırım. Peki ya yazarlar! Derler mi o zaman; “bu kitabı ben yazdım; benim bu kitabın yazarıyım” diye yoksa herhangi bir kitap okuyucusunun bilindik beylik tavrıyla pazarlıksız alıp o kitabı hızlıca evlerine mi dönerler? Ben yazar değilim, kitap da yazmadım ama bu kahrolası ölümcül duyguyu tatmak istemem. Şimdi kitapları kaldırımlardan mütevazı kütüphane köşelerine, sıcak kitabevlerine, hiç değilse sıcak simitle birlikte demli çayların höpürdetildiği kitap cafelerine kaldırmanın zamanı gelmiştir.

Her kitabın kurtarılması mümkün mü bilmem ama kitaplar vardır satır satır çizilir, kitaplar vardır şöyle bir bakılıp geçilir, kitaplar vardır dirliksiz sevgili gibi el değiştirir. Ben kitapların altını çizerim, onun bana ait olduğu hissini sonuna kadar yaşarım; bu duygu okuyucusu kadar kitaba da içtenlik kazandırır. Altı çizilen kitaplar, kendini okuyucusuna teslim eder, sonsuz bir sadakat duygusu ile ona bağlanır; efendisine kırkıncı odayı gözetleme konforunu sunar. Altı çizilen kitaplar sevdiğine ihanet etmez, dışarı çıktığında çok daha az kalem iziyle sahibine geri döner. Siz de kitabınızın altını çizin; sevaba girersiniz.

Kitabınızla işiniz bitmez ama onu okuduktan hemen sonra ona bir teşekkür yazısı yazmayı ihmal etmeyiniz. Bitirdiğiniz kitapların arkasındaki boş sayfalara, hiç yoksa arka kapağın iç yüzüne, o kitabı bitirdiğiniz anda aklınızda, yüreğinizde ne varsa içtenlikle yazın, itiraf edin, hatta onu sevdiğinizi söyleyin. Bu teşekkür ve sevgi konusunda gösterdiğiniz içtenlik hiç kuşkunuz olmasın ki bir gün efendisine ulaşır. O zaman bahtiyarlardan olursunuz.

Şimdi dışarı çıkın ve elinizde kaldırımlardan kurtardığınız bir kitapla kendi içinize dönün. Özgürlüğü bulacaksınız.

Önermeler

infuscoare | 06 December 2002 09:57

Saygı; bahçedeki çınar ağacı,Pasifik`de bir yunus ise…

-Saygı; sevgi midir, yoksa, sevgi; özgürlükmü ?

Sevgi; saksıdaki aslanağzı,akvaryumdaki Japon balığı ise…

-Sevgi; tutku mudur,yoksa, tutku; bağımlılık mı ?

Tutku; vazoda solan gül, tabakta soğuyan lüfer ise…

-Tutku; aşk mıdır,yoksa aşk; hastalık mı ? Lütfen Gülüferelim hastalıklarımıza 😛