Ortaokul yıllarımda unutamadığım korkularımdan bir tanesiydi Türkçe ödevini yapmamış bir vaziyette Hayri Hoca’nın derslerine girmek.
Verilen görevi yerine getirmemek, her ne kadar o yıllarda tatlı bir endişeye, tasaya sebebiyet veriyorduysa da öğrencilere, sözkonusu olan Hayri Hoca oldumuydu durum çok farklı oluyordu. Tıpkı ilkokuldaki sınıf öğretmenlerinin, minik öğrenciler acep alfabeyi baştan sona yazmış mı diye ön sıradan başlayarak arkaya doğru ilerleyip bir diğer sutünda ise arkadan başlayıp öne doğru devam eden kontrol seanslarına benzer bir politikayla defterlerimize keskin bakışlar atar, konuyu işleyip işlemediğimize dair notlar tutar ve bu notlar önderliğinde çocukluktan gençliğe adım atma dönemimiz olan ortaokul hayatımızı burnumuzdan getirirdi bu ulu öğretmen Hayri Hoca. Hayri Hoca’nın meziyet ve maharetlerini anlatarak yazıyı uzun kılmaya hiç niyetim yok. Olaya bodoslama dalıyorum. İşte bu kontroller sırasında genellikle ödevini yapmamış olan ben, tırsmamın haricinde, acaba benim gibi ödevini yapmamış, o anki konumları itibariyle candaş kişilikler bulunup bulunmadığı hakkında istihbarat toplamaya çalışırdım. Bunu neden yapardım, bilmiyorum. Fakat, benim gibi ödevini yapamamış olanların olduğunu öğrendikten sonra bende ne korku kalırdı ne keder. Bu vakitten sonra ne olursa olsun beni pek ilgilendirmezdi. Benimle yakınen alakalı olduğu halde. Buna benze çok örnek vardır okul yaşantısında. Ayrıca bu popüler bir görüştür yaşıtlar arasında. Herkes böyle düşünür. Mesela, çok ürkünç ve disiplin cezalık bir eylemi, eğer benimle birlikte gelecek yoldaşlar olduğu taktirde yapmamak olanaksızdır. Bu bizi eğlendiriyorsa, mühim olan budur. Sonuçta ceza alınacaksa, azar işitilecekse ve hatta okuldan kovunulucaksa; bunları çekecek olan sırf ben olmadığımdan dolayı sanki bu cezalar, suçdaşlar arasında eşit olarak paylaşılıyormuş gibi gelir bana. Ve payıma düşen sıfıra yakın bir değerdir. Üstelik, suç ortaklarının nüfusuyla ters olantılıdır bu davranışın başıma açacağı belaların ağırlığı. Yalnız olmadığım zaman yapamayacağım muzurluk yoktur. Her insanda böyle bir psikolojik altyapı olduğunu iddia ediyorum. Yeterki bunu fiilleştirecek, futürsuzluğa sahip olalım. Bu nedenledir, insanın yalnız olduğunda daha çekingen ve utangaç olması. İçine kapanık gibi hareket edip, kendini dışa vuramaması. Sokakta bir kıza laf atamam tek olduğumda. Kafa bir arkadaşım olduğunda ise bunu gerçekleştirmek pek uzak değildir bana. Örnekler üreyebilir. Benim bu yazıyı yazmamdaki asıl amaç deprem hususudur. Acaba; herkes depremden korkup, yaşamlarını açık alanlarda kurdukları çadırlarda sürdürselerdi ve binada yaşayan bir tek biz olsaydık, şimdiki kadar huzurlu olabilir miydik? Fakat herkes evde bizde öyle. Deprem olsa apartmanlar yıkılsa bizim gibi diğer insanlarda göçük altında kalacak ya da ölecek. Bu da bize anlamsız bir cesaret veriyor. Öyle ki, ölümden bile korkmayabiliyor insan. Bu kısmen iyi sayılır. Aslolan dozu hesaplayabilmektir. –