Şık bir restoran. Köşeli koltuk, masa grupları vardır hani. Cama bakan tarafından böyle bir masaya oturdular. Kare bir masanın birbirine komşu iki kenarını kullandılar. Biri bir kenara, diğeri diğer kenara. Resmi bir görüşme için karşılıklı oturmanın daha akıllıca ya da gerekli olduğunu düşünürdü oysa ki. Çünkü o zaman karşındaki insanın gözlerinin içine daha keskin bakışlar fırlatabilir ve gerçeği söyleyip söylemediğini anlamaya çalışabilirdin. Ama Mesut Bey’in böyle düşünmediği açıktı. “Kusuruma bakmazsanız ayaklarımı biraz uzatacağım” dedi. Gülümsemek suretiyle laf olsun diye alınmış bu izne “olur” dedi.Hemen şık ve kibar bir garson tepelerine dikildi. Menülerini verdi ve iki adım geri atarak beklemeye koyuldu. Mesut Bey’in kendinden beklenmeyecek derecede kibar önerisiyle mantı, kola ve çay siparişleri verildi. Garson mutfağa yönlendirildi.Sohbete nereden başlaması gerektiğini bilemiyordu. Sonra birden “ben davet edilenim, neden geriliyorum ki? O düşünsün ne konuşması gerektiğini” diye geçirdi içinden.Sağ kolunu koltuğa uzatmış, sol kolunu ise diğer bacağının üzerine attığı dizini kaşımak için kullanan Mesut Bey daralıp bunalmadan hayatını anlatmaya, insan sarrafı olduğunu kanıtlamaya çalışmaya, paraya para demediğini anlatmaya başladığındaysa Seda konu aramakta zorlanmayacaklarını çoktan anlamıştı. İşte klasik bir zengin maganda karşısındaydı.Cebindeki üç liraya rağmen lüks bir restorandaydı. Karnı gerçekten açtı. “En azından yemeğimi yerim. Bu dallamanın hikayeleri de dinleme zorunluluğu bitince, yani eve gidince komik hikayeler olarak kalır, daha ne olsun? ” diyordu kendi kendine.Bir süre sonra adamın herhangi bir dinleyiciye bile ihtiyacı olmadığını anladı. O sadece kendini anlatmaktan hoşlananlardandı. Tek sorun kendini anlatırken “para” dan da kendisiymiş gibi bahsetmesiydi. Mesut Bey’in birazdan gözlerinin dolar işaretiyle parladı parlayacak bir hali vardı. Eğer bu halüsünasyon değilse bile bunca hikayeden sonra şaşılası bir durum sayılmazdı artık.Birden aklı yıllar evveline gitti. Halk arasında “Kız yurdu” adıyla bilinen manastır- genelev sentezi o garip yer. Aslında genelevden ziyade orada çalışması münasip görüleceklerin hazırlık amaçlı takıldıkları mekan demek daha doğru olurdu.Bir hafta öncesine kadar iki çift çorap, iki kat çamaşır, bir kot pantolon ve bir kazaktan başka mülkiyeti olmayan kızların sadece günlerle telafuz edilebilecek zaman dilimlerinde kapıya 4×4 lerle bırakılır oluşları….. Zaman su gibi akıyordu. Artık bu tür sınıf (!) atlamalara ağzı bir karış açık, şaşkınlıkla bakacak yaşlarda değildi. Biliyordu tüm bu sürecin neleri kapsadığını.Ya karşısında şu anda oturan bir ayıdan edinecekti sevgili niyetine, ya bir cemaat evine girip inançlı görünen fahişelerden olacaktı, ya da en yakınındaki zavallı taşralının üç kuruşu dahil hırsız olacaktı….. Seçenekler çoğaltılabilirdi elbet. Ama sıralayıpda can sıkmaya daha ne gerek var?”Galiba onlardan biri gibi görünüyorum şu anda.” Birden bire kendinden tiksindi. Bu aptalca görüntüye daha ne kadar katlanabilirdi ki? Hem sanki herkes kafasından geçenleri aynen düşünüyormuş gibiydi. Örneğin şu garson. “Bana imalı imalı gülümsemiyor mu? Ohh adamda para var tabii kızlar da etrafında diye düşünüyordur. Eminim. Ben de garsonluk yaptım. Bilirim. Mutfağa gidince hemen göze batan müşteriler hakkında hikayeler yazılır. Yaftalar yapıştırılır. Üzerine de sos olarak kocaman kocaman kahkahalar patlatılır patron görmeden. Ben biliyorum şu anda mutfakta nelerin konuşulduğunu. Bakma bana öyle. Bir çay daha ister misiniz diye sorarken bile içten içe ne dediğini biliyorum. İstersin tabii. Adam zengin. Sen zaten adisyona bakmayacaksın diyorsun. Al bir çay daha. Ama karşında oturan ayıya söyle bahşişi az bırakmasın……….””Ne dersiniz?”Mesut Bey’in bu sorusuyla kendine geldi. Ama ne diyebilirdi ki? Adam ne sormuştu ki ne diyecekti?”Aslında….” diye gevelemeye başlamışken telefonu ilk kez doğru yerde çalmaya başladı. “ahh pardon!””Rica ederim””Efendim? Ah canım ben bir saate gelirim. Nasıl? Kapıda mısın? Ha tamam dışardaysan sorun yok. Ne zaman biter işin? Oldu canım ben bir saate kadar evde olurum. Sen dert etme. Öpüyorum” Telefonu kaptıp çantasına koydu.Kurtarıcı soruyu sorabilirdi artık. “Ahh kafam dağıldı. Nerede kalmıştık?””İş için diyorum. Ne dersiniz?”İçten içe nasıl geri çevireceğini düşünmeye başladı. Bu adamla çalışılır mıydı? Adam yarın öbür gün bir ev kiralar, sana yük olmasın burada yaşa derdi. Sonra hediyeler başlar, ardından da metres hayatına hoşgeldin denirdi herhalde.”Nişanlıma danışmalıyım. Biraz hassastır. Yalnız başıma karar vermem doğru olmaz. Beni anlıyorsunuz değil mi?”Pat diye çıkıverdi ağzından laflar. Artık yalan söylemek konusunda ne kadar ustalaştığına kendi de şaşırıyordu. Acaba yirmi yedi yıllık hayatında daha önce “nişanlım” demiş miydi?Mesut Bey” Elbette, en doğal hakkınız, siz biraz düşünün. Kalkalım mı?” dedi. Evet artık bir iş alamayacağını Seda da biliyordu. Çünkü “nişanlım” demişti. Çünkü “kararlarımı başkalarına bağımlı olarak veriyorum” mesajını vermişti. Çünkü “Bana asılma artık, zenginsin ama yetmez” demişti.Aradan günler geçti. Mesut Bey yediği yemekten keyif almamış olacak ki bir daha aramadı.Seda gazete ilanından kendine asgari ücretle bir iş buldu. Şık bir restoranda garsonluğa başladı. Bir gün bir müşteri geldi. Tanıdık bir sima yanında hoş bir hanımla.”Hoş geldiniz. Ne alırsınız?””Bize iki mantı lütfen, birer de çay alabilir miyiz?””Elbette”Zengin görünümlü, bu magandayı Seda tanımıştı. Mutfağa gittiğinde dedikodusunu yaptılar. Garsonlardan biri ” Bu krolar nereden bulur bu parayı yahuu?” diye sordu. Seda “İnan bu adamın bu kadar parayı nereden bulduğunu ben de anlamadım. Arjantin’deki bir restoranda daha iki hafta önce garsonluk yapıyordu…….”