Efendim; sitemiz gelgitçileri ile şu girdide, 1 Mayıs mevzusu ve bu aralar nedense değişmeyen site ahalisi düzey anlayışı konusunda meşk ediyorduk ki bir söz verdim kendilerine. Devamından buyrun, okuyalım kaynaşalım, tartışalım. Bakarsınız önümüzdeki 1 Mayısta da meydanlarda toplaşırız…
1 Mayıs: Dünya işçilerinin büyük kongresi Enternasyonal ilk olarak 1866 yılında toplanır. Bu kongrede 8 saatlik çalışma süresi ve iş kazalarından kaynaklanan sakatlanmalar için yardım talebi kararı alınır. Kongreden sonraki yıllarda Avrupa’da ve Amerika’da işçiler bu iki istek üzerinde yoğunlaşarak çeşitli gösteriler yapmaya başlarlar. Bunlardan ilk göze batanı 1867’de Şikago’da on bini aşkın işçinin 1 MAYIS’ta “sekiz saatlik iş günü” için yaptıkları yürüyüştür. Zamanla yürüyüşler ve gösteriler tüm dünyaya yayılır 1882 de Tokyo, 1885’de Moskova ve 1886’da Fransa maden işçileri 8 saatlik iş günü için greve gider. Aynı yıl yani 1886’da Amerika’da 1 milyondan fazla işçi grev kararı alır. Ve evet bu genel grevin başlangıç günü 1 Mayıs 1886’dır. Sistem ve sermaye 3 Mayıs günü yanıt verir. Şikago’da MC. Cormick-Harvester fabrikasında polis 80.000 işçinin üzerine ateş açar. Ertesi gün işçiler bu olayları da protesto ederek yürüyüşe geçerler ve atılan bir bombayla başlayan karmaşa, Porsons, Spies, Fisher ve Engel isimli işçi liderlerinin idam edilmesine kadar gidecek süreç başlar. 1889’da Paris’te 2. Enternasyonal toplanır ve 1 Mayıs gününü tüm dünya işçilerinin “Birlik, dayanışma ve mücadele günü” olarak ilan eder. 1890’da Amerika, Avusturya, Macaristan, Almanya, Danimarka, İtalya, İspanya, Belçika, Norveç, Fransa ve İsveç’te kutlanır ilk olarak. Kanlı olayların yaşandığı, devasa coşkuların paylaşıldığı, ekmeğini emeğiyle kazanan sınıfların boy gösterisi 1 Mayıslar her sene büyüyerek ve yeni ülkelere sıçrayarak kutlanmaya devam eder. 1968 de nerdeyse tüm dünya gençliği 1 Mayısta meydanlara koşar ve 68 kuşağını dünya durdukça zihinlerde tutacak bir eylem başlatır. “Gençlik tüm resmi ideolojilere karşı” … 13 Mayıs 1968’de Paris Sorbonne üniversitesinin kapısına asılan pankart “Biz yeni ve orijinal bir dünya istiyoruz” diyor ve Jim Morrison’ın “We want the world and we want it now” şarkı sözleriyle bitiyordu. Belki dünya toptan değişmedi, belki bir hayal gördü 68 kuşağı ama bu gün yaşadığımız bir çok özgürlüğü farkına varmasak da gerçekten 1 Mayıs’ı sahiplenen 68 kuşağının hayal gücüne borçluyuz.
Gelelim bizde 1 Mayıs’a. Biz dünyanın özgürlük furyasından da demokrasi anlayışından da çok faydalanamadığımız ve hak istemenin ayıp olduğunu düşündüğümüz için, çok uzun yıllar 1 mayıs resmi ideoloji tarafından Türkiye’de “Bahar bayramı” olarak işçiye, emekçiye, suya sabuna dokunmanın yasak olduğu bir etkinlik olarak “kutlandırıldı”… Resmi ideoloji kendi kutlamalarını yine bir Mayıs günü, 6 Mayıs 1972 de üç tane genci ibret-i alem olsun diye asarak yaptı örneğin. 1977 de ise bütün dünyadaki 1 Mayısların en acılarından birini bir çoğumuzun neredeyse her gün gelip geçtiği Taksim Meydanında yaşadı memleketimiz. Yüzbinlerce insan meydandayken sular idaresi yönünden ve Taksim Intercontinental Otelinden (Şimdiki The Marmara) kalabalığın üzerine rasgele ateş açıldı. Kaynaklar ölü sayısı konusunda pek kararlı değil ama en çok üzerinde birleşilen rakam 34.Sekiz kadın bir çocuk 32 si kurşunlara hedef olarak 2 si panzerler tarafından ezilerek . Tabii ki hemen tüm suç kendi kendisine ateş açan işçi sınıfı solcuların oldu. İstanbul emniyet müdürlüğü hiçbir iz bulamadı, kalabalığa çapraz ateş açanlarla ilgili hiçbir ipucu ele geçirilemedi ama solculardı işte. O sırada Intercontinental otelin emniyet müdürü eski İstanbul Emniyet müdür yardımcısı Mehmet Akzambak otelden ateş açılması ile ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Bugün hala katili bilinmeyen çocuklarını o gün yitiren anneler yaşıyorlar, aramızdalar tıpkı katillerin de hala aramızda olduğu gibi. Yukarıda yazdıklarım Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en elim kurgularından birinin hafızamda kalanlardan özeti daha derin bilgilenmek isteyenler taraf takıntısı gütmeden tarihi belgelerin bir kısmına buradan ulaşabilirler…. 1980 darbesiyle de 1 Mayıs konusu çok uzun yıllar 30 Nisandan sonra 2 Mayıs gelir kanunuyla çözümlendi. Bazı arkadaşlar unuttuk diye üzülüyor ama hayıflanmasınlar, onlar unutmuyor, unutturuluyorlar. Son olarak 1 Mayıs şeriatla yönetilen İran’da işçi bayramı olarak kutlanıyor demokrat kardeşlerim.
Gelelim memleketin güncel sorunlarına:
Kıbrıs: Denktaş her türlü uzlaşma planını bir takım gerekçelerle reddetti. Avrupa birliğine mecliste temsil hakları bulunarak ve daha iyi yaşam şartları için girmek isteyen Kıbrıs Türkleri hain ilan ediliyordu. Şimdi Denktaş kapıları açtı, Kıbrıs Türkleri birer birer Rum Pasaportu almak için başvuruyor şu günlerde açık kapıdan geçerek. Daha iyi bir gelecek için Yavru vatanlı Rum oluyor yavaş yavaş… Aylarca Annan planının üzerinde tartışmayı bile kabul etmemesi Denktaş ve tebaanın Kıbrıs’ı diğerlerini hain ilan ederek satması değil midir acaba? Kıbrıs’ı unutun ileri görüşlü milliyetçi liberaller, Kıbrıs az önce satıldı…
Kürt meselesi: Daha uzunca bir süre Türkiye’nin en önemli konularından, çıkmazlarından biri olarak devam edecek. Bütün dünya tek uluslu devletlerden kurulu iken 24 ayrı ulusu içinde barındırarak yüzyıllarca yaşamış bir İmparatorluğun torunları olarak, bütün dünya şimdi çeşitli uluslardan kurulu devletler olmayı seçtiği için tek uluslu devlet olmaya kalktığımızı düşünün. Farklıyız diye düşünün en azından…
Irak – Kuzey Irak – Güzel Irak: Bizi en çok ilgilendiren kısmı kuzeyinde bir Kürt devleti kurulur mu, kurulmaz mı mevzusu. Açıkça söyleyeyim mesele orada bir Kürt devleti kurulurmu kurulmaz mı meselesi değil. Mesele orada zaten kurulmuş olan Kürt devletini Amerika tanır mı. Zira darphanesi ve merkez bankası yani kendi para birimi, meclisi, üniversiteleri, kendi yasaları olan bir devlet var zaten orada. Amerika tanımaz ama İngilizler bastırabilir. Kaba Amerika’nın dünyaya karşı kibar politik borazanı İngiltere istiyor bir Kürt devleti, Amerika Federal Iraktan yana – yani çıkarları öyle. Sıkı bir pazarlık dönecek, İngiltere ve Amerika’nın tek anlaşamayacakları konu olacak yakın zamanda Kürt Devleti. Tanınsa da tanınmasa da Kürtler durumdan hoşnut olacak ve gelişecekler. Ha! Ayrıca bahsi geçen Kürtler PKK-Kadek’in düşmanıdır, nefret ederler birbirlerinden… Karıştıranlar oluyor.
Türkiye – siyaset – gidişat: AKP büyük seçim zaferinden sonra memleket meselelerine saç dökenlerin ilgi odağı oldu. Ne yapacaklar, başarabilirler mi, İslam devleti mi istiyorlar, vs. vs.. İlk birkaç ayki kamuoyu yoklamalarında yukarı ivmelenen bir halk desteği gördük AKP’de. Şimdi durum değişiyor. Öncelikle şunu kabul edelim Türkiye gibi bir ülkenin bölünmesi de Türkiye’de İslam devrimi de olanaksızdır, bunu da paranoyalarınız arasından atın ve “Şeriat gelecek”, “Bölüneceğiz” diye kandırılmaktan kurtulun, zira Türkiye halkının ve tarihinin yapısı İslam devrimine müsait değildir. İslam Devleti paranoyasından kurtulmuş sağ oyları da gelecekte garantileyecek olan Amerika’dan icazetli Tayyip Erdoğan önümüzdeki 20 yılın lideri olacakken, AKP her iktidarın düştüğü tuzağa düşüverdi. Ankara’dan bu günlerde sadece talan ve paylaşım haberleri geliyor ve bundan kurtulmak olası değil. Artık diğer partilerden hiçbir farkları olmayacak gelecek seçimlerde. Savaşı AKP ile atlatan sistem onları da kenara atacak nasıl olsa. Peki ne olacak? Hazır olun Cem Uzan geliyor. Yuppie Fuhrer! Melih Gökçek gibi İslami kanat forvetlerini de kadroya katıyor Genç Parti. Belki Gürtuna’da, bekleyin! Her şeye hatta Amerika’ya rağmen önlenemez bir yükselişi var Yuppie Fuhrer’in. Amerika’ya Motorola’nın borcunu öderse Amerika ile arası düzelir gibi şeyler söyleyen saflar da var bu konuda. Amerika bir ülkenin –özellikle Türkiye- iktidarını avucunda tutmak için 10 tane Motorola 10 tane 2 milyar doları bahşiş olarak bile verebilir; buradaki sorun Cem Uzan the Yuppie Fuhrer’in politik bakışının farklılığı. Karşısına yeni dünya solunun sentez söylemini algılayabilmiş adam akıllı bir sol duvar çıkmazsa bundan sonraki seçimlerde orduya yakın söylemi de tutturan Genç Parti’nin gümbür gümbür geldiğini göreceğiz…
Avrupa Birliği mevzusu: Bu konuyu çok irdelemeye gerek yok, biz göremeyeceğiz. Çocuklarınız için isteyebilirsiniz.
Dolar ne olur: Bir bok olmaz …
Kim şampiyon olacak:Tabii ki seneye Fenerbahçe…
Hürmetlerimle… Yours sincerely
yorumlar
Sn NuMB’ın yazısını keyifle okudum; kastettiğim de buydu sn NuMB sağa sola çamur atmakla, haşeresin sen gerzek kafa söylemleriyle kimseyi adam edemez, aksine karşınıza alırsınız. Nitekim çekirgenin bir sene önce girdiği günlük, kesinlikle derin anlamlar içermekteydi, bir itiraf tadında olan günlüğe silahlanıp saldırmak yerine, işte aynen sizin yaptığınız gibi bir yazı girmek gerekirdi. Bir Mayıs’a dair yeterli bilgi alamamış bir nesil varsa eğer, bu o neslin suçu değildir, o yüzden onları aşağılamak “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” demek tadında, ulaşamayacağı güçlere değil de onların kuklalaştırmaya çalıştığı, uyanma çabasındaki nesle saldırmaktır ki, bu ne yazak ki çözüm değildir. Siteyi tekelleştirmeye çalışmak, eskiler şöyleydi böyleydi demek de işin aslı kendi kendini tatmindir. Sistemden dem uran arkadaşlar, iğneyi kendilerine, çuvaldızı başkasına batırsınlar. Kenarda bekleyip arada “ay ben lafımı sokarım, çok zekiyim kültürlüyüm” diyeceğine, bildiğini döksün ortaya. Kaliteyi tutturmak aşağıladıkları yeni yetmelerden öte onların görevidir nitekim. Amacım konuyu saptırmak değil, eğer gereksiz ise özür dilerim.
Sevgiler.
En onemli noktalardan birisi sanirim sendikalar olmali. Isci sinifinin kurtulusu ya da daha da basit bir ifade ile cikarlarinin savunucusu olan sendikalar 80 darbesi ile birlikte DISK’in kapatilmasi ve yoneticilerinin buyuk bir bolumunun tutuklanmasi ile buyuk bir darbe aldi. Arkasindan bizzat sermaye cikarlari dogrultusunda orgutlenen Turk-Is sendikasinin onunun acilmasi ile var olan mucadele geriletildi. Sonradan DISK tekrar kurulsa da 80 oncesi politik gucunden cok sey yitirmis ve sinif mucadelesinden cok sol gruplarin mucadele alani halini almis ve zamanla Turk-Is’ten solda olan ama sari sendikacilik denen seyden cok da farkli olmayan bir hale donusmustur. Patronlarla ciktigi yemeklerde toplu sozlesme oranlarini belirleyen ve maasi ile pek de kolaycana sahip olamayacagi bir mal varligina sahip olan bir tanidigimi ornek verecektim ki aklima Jaguar’li sendikacimiz geldi. Bunu Ridvan Budak ve Bayram Meral izledi ki bu ve bunun gibi insanlar sinifin gucunu artik sermaye ve kendi cikarlari dogrultusunda kullanan sendikacilar takip etti.
90’lara gelindiginde sinif sendikaciligini tekrar hatirlatan ve sendika olma mucadelesi ile dogan KESK dogdu. Daha sonraki donemde KESK uzerinde surdurulen baskilar ve surgunler sloganlarindakinin aksine bir yilginlik yaratti ve burada da sol icindeki iktidar mucadelesi, verilen mucadelenin onune gecince ortaya cikan bosluk Kamu-Sen’i yaratti. Tarihi boyunca sinif hareketine karsi sayisiz suc islemis olan milliyetci-islamci ideoloji ile sinif arasinda anlasilmasi tuhaf bir bag kurulmus, isciler artik yaptiklari maymunluklarla medyada boy gosterir olmustu.
1 mayis her gecen sene kan kaybediyor. (Izmir’in 1 mayislari hepten perisan zaten)Ezilenlerin bayrami gelecege duyulan umutlarla degil de eski dostlari gorelim, ya da vicdanimizi ferah tutalima donusuyor ne yazik ki…
Not: AB’ye girme ihtimalimiz ne kadar var ise FB’nin sampiyonluk sansi da o kadar. Uzunca bir sure daha Edirne’ye kadar olan Avrupa ile kendimizi avutacagiz.
evet evet o geliyor. Tozu dumana katip milletin oylarini silip supurecek adam geliyor. Iktidarin beceriksizliklerini gordukce saga gidecek oylarin yeni adresi, gumbur gumbur geliyor. Turkiye’me simdiden gecmis olsun.
‘Uyanma çabasındaki neslin’ öncüsü, bbg evinin fotojenik sözcüsü ve haşere mahlukatın kraliçe karıncası plum hanım’a teessüf ederim. Kendileri beni tamamen yanlış anlamışlar. Sizin gibileri karşıma almamak ve hatta onları adam etmek (hohahahaha) gibisinden bi şeyi aklımdan geçirmediğim gibi, tam tersine bu haşerata flit sıkmak ve onları rezil etmek en keyif aldığım yan uğraşlardan biridir.
Sitenin tekelleşmesi, hatta mümkünse bi kartel haline gelip, başta izmirli züppeler olmak üzere bütün sersemleri serf haline getirmesi yolundaki çabalarım sürmektedir. Hafif bey’le görüşmelerimiz son aşamaya gelmiştir; yakında parası neyse verip bu işi bitiricem. Hafif bey de teknik danışman olarak kalıcak ve getir-götür işlerine bakıcak. Bunlar son günleriniz bu sitede. Başka kapılara chat chat edersiniz artık.
Gelelim 1 Mayıs’a. Numb bey’in aslında hafif solcu olmak dışında bi kusuru yoktur. Kendisi de zaten kadı oğlu olduğu için, o kadar da olur. Yine de 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak şeyetmesini kabul edemem. 1 Mayıs bahar bayramıdır ve öyle kalmalıdır. Yazının diğer kısımlarına da itirazlarım var. Zaten işçiler, kürtler, rumlar ve fenerliler en uyuz olduğum zevattır. Bu kesimler aralarında ittifak yaparak türkiya’nın altını oymaya çalışır durur. Mesela Fener Rum Patrikhanesi. Veya Kürt Amele Cemiyeti. Veya ne biliyim Fenerbahçe’deki işçi lojmanları. Her tarafa yayıldılar böyle.
1 Mayıs bilinci(ne demekse!) taşıyan bi önceki nesille, şimdiki gençler arasındaki fark, hamam böceğiyle kalorifer böceği arasındaki fark kadardır. Yeni haşerat neslinden bülü bey’in dediği gibi sadece sağcı ve islamcılar diil, solcular da işçilere ve biçarelere karşı büyük suçlar işlemiştir. Birininki düşmanlıksa, diğerininki ihanet olmalıdır. Ama fazla moralinizi bozmayın bize özgü bi durum sayılmaz bu. 1921 Kronstadt ayaklanmasından, 22 ingiltere genel grevinden, 3. enternasyonal kepazeliğinden, nazilerle ittifaktan, çin’de devrim adı altında milyonları doğramaktan falan bu yana bütün dünyada vaziyet böyledir. Solcular işçi-köylü kanıyla beslenir.
Ben Beşiktaş’ı tutuyorum.
Bu sene ve her sene gönüllerin şampiyonu Fenerbahçe, ligin en kayda değer olayına(6-0) kim imza attı hatırlayın bakalım.
NumB kardeşim, yazını okudum, konular biraz dağılmış gibi, amacını da tam olarak anlayamadım, bi nevi ilk yardım paketi filan mı yozluktan boğulmak üzere olan gençlere uygulanıp onları kendilerine getirecek temel bilgileri içeren.
(Çetin Altan’ın çok eskiden yazılmış buna benzer bi kitabı vardı heralde, işçilere solculuk mevzularını filan anlatıyodu, çok sığ bir dille yazılmış accayip yoz bi kitaptı, işçilere sanki şöyle diyodu: “Ben aslında size iyilik yapıyorum, çünkü siz ancak bundan anlarsınız”, hatta başında mı sonunda mı şöyle bişeyler vardı: “Bu bilimsel bir eser değildir, amacı işçilere solculuğu anlatmak, onları bilinçlendirmek falan filan…”)
Herneyse, tekrar 1 Mayıs’a dönelim, dün Ankara/Sıhhiye’de eyleme katılım çok çok azdı(ordan geçerken gördüm), ama ne hikmetse polis sayısı eylemcilerin iki katı, “Vayy be” dedim, “Türkiye’nin tek derdi solcularmış meğer, onlar olmasa tüm dertler bitecek”, bunun anlamı şu, az da olsalar çok da olsalar, güçlü de olsalar zayıf da olsalar, yönetenler solculardan accayip korkuyolar..
Baby 700 kardeşim, yazdıklarının çok ciddiye alınmaması gerektiğini çünkü ciddiyet içinde yazılmadıklarını belli ediyorsun, ama şöyle bişey soracam, “Kürtler en uyuz olduğum zevattır” derken etrafında hiç Kürt yok mu, arkadaş ya da tanıdık filan, onlarla da paylaşıyo musun bu düşünceni, eğer değilse Türkiye’de/İstanbul’da bu kadar çok Kürt varken hayatını nasıl devam ettirebiliyosun içindeki bu sıkıntıyla. (Belirtmek isterim ki, Kürtlere karşı hiç bir özel sempatim yok)
Ha bi de şu var, dün gece biraları yuvarladık bol bol, başka bi blog altında dediğim gibi 1 Mayıs bu kardeşinizin doğum günü, komünizm bayramı, bahar bayramı, doğum günü, boğa erkeği, bunlar hep güzel şeyler..
2 Mayısta, haşerat tayfasının ısrarlarıyla, 1 Mayısı konuşur olduk. Harikasınız akıllı abilerim, beni mutluluktan delirttiniz. Sn Baby siz yanlış anlamışsınız, sizin birilerini adam edebileceğinizi hiç bir zaman düşünmedim. Kanımca hafif bey ayak işlerine baktığı gün, siz iktidar olur, sağa sola ilaç sıkar, üstün ırkı yaratır, durmaksızın laf sokarsınız.
Sn LesClaypool, NuMB Bey amacını yazının başında belirtmiş, hatta link vererek pekiştirmiştir; anlamamanıza şaşırdım.
Neyse, 1 Mayıs da geldi geçti. Kraliçe karınca ve haşerat takımı da okudu, öğrendi. Çok bilen abiler ortada ahkam kesti, sitenin seviyesi tavana erdi.
Sevgiler, saygılar
Kepazeliğin bin türlüsü solda da var, evet bunlar oldu, çok daha kötüleri de oldu, Kamboçya’da sırf gözlük taktıkları için gitti insanlar misal toprağın altına, olan oldu. Oldu ama bi sorun bakalım, niye oldu? Ayrıca fena mı oldu?
Dalga tabii. Solun utanç abideleriyle üç buçuk dalgaya başvurmadan yüzleşmek mümkün değil malesef, fekat yüzbinlerce Kızılderiliyi mikroplu battaniyelerle ölüme gönderen Amerika’nın liberal ataları, Kuzey İrlanda’da binlerce Katolik’in, dünyada milyonlarca siyahın kanına giren Kraliçe’nin demokrat ve güleçyüzlü evlatları, milyonlarca yahudiyi gazlanmasına bi şekilde katılan ya da ailesinden en az bir emmioğlunun katılmış olduğunu bilen made in üstün Alman teknolojisi ve bu arada 500 bin Rum’u köylerinden kovup, sonra o köylere gidip hiç bi şey olmamış gibi tarla çapalamaya başlayan benim necip milletim kendi utanç abideleriyle nasıl yüzleşiyor ya da solun son 10 yıldır yüzleştiği kadar yüzleşebiliyor mu bilemem.
Öyle ya da böyle sol yeniden yükseliyor. Şimdilik Brezilya’da eski sendikacı bir Başkan, Amerika’da IMF’ye savaş açan Nobel ödüllü bir ekonomist, Avrupa’da Antonio Negri namında Foucault’un boşalttığı tahtı soldan doldurmaya çalışan bir derin filozof abi ve orada burada eyleme koşturan birkaç bin üniversiteliyle idare edelim. Ama 5 yıl önce bunlar da yoktu. Zamanın ruhu değişiyor farkında mısınız bilmem; dünyaya Hürriyet ve Milliyet sayfalarından bakınca herşey 1990 yılının soğuk bir Kasım akşamında donmuş, hatta tarih harbiden de sona ermiş gibi görünüyor olabilir; ama öyle gözükmesi, herzaman olduğu gibi o gazetelerin cahilliğinden kaynaklanıyor tabii.
Baylar,
Fukuyama’ya millet artık g.tüyle gülüyor.
istanbuldan aşina bir ‘1 Mayıs’ sahnesi; bu sahnenin devamında resimde görülen kızımız saçlarından tutulup yerde sürüklenmek suretiyle, polis minübüsüne bindirilerek (hatta ağzı 3 -4 elle sıkı sıkı kapatılarak)bir meçhule yol alacak. Tabii sadece polislere yüklenmek yanlış onlar ne de olsa emir kulu!(insanlık suçunu hafifleten bir sebep midir acep)
Ama işini bu derece içten bu derece şevkle ve bu derece hırsla! yapan bir başka devlet memuru bulamazsın.
Dün Taksim metronun önünde toplanan 30-40 kişiyi gördük, aslında gördük demek biraz iyi niyetli yaklaşım , görür gibi olduk çünkü bir kaç dakika sonra sadece mavi kasklar ve havada uçuşan coplar görüldü.
Yaşasın 1 Mayıs!?
Ne yazıktır ki 1 Mayıs-lar artık polisin gövde gösterisine dönmüştür, anneler tarafından bırakılan kırmızı karanfilleri bile okul önlerinden toplayıp itinayla yolan polislerimizin deşarj günü…
Amerikan askerlerinin Irak’ta bütün yaptıklarının yanı sıra, herşeyin üstüne tuz-biber eken, pazar yerindeki halkın üzerine ateş açıp 15 masum kişiyi katletmesi bizi çok üzdü, günlerce konuştuk, yerdeki kan lekelerine zoom-lar yaptık oysa ki şöyle bir yakın tarihimize baktığımızda ki hiçbir zaman tarih kitaplarında çocuklarımızın okuyamayacağı bir hadisedir, aynı olay taksim meydanında yaşanmıştır yalnız bir farkla kalabalığın üzerine rastgele ateş edenler de türktür, ölenler de …
E biz ne de olsa “Bir millet uğruna kurşun atan da , yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidir…” sözleriyle bedavadan şeref dağıtmaya alışığız, boğazımıza kadar şerefsizliğin içine batmışken.
PS: Plumprune her ahkamında birilerine laf atmaktan vazgeç artık; bütün ahkamların aynı. Misal bu blog ilk ahkamında dakika bir gol bir. NuMB sizi karşısına alsa ne olur almasa ne olur ya da ingiliz ya da baby, nedir yani ne oluyor uysanıza ortama biraz sitede yapılan bloglar site seviyesini tavana vurdurmak içindir, okumak içindir elbet niye rahatsız oluyorsun ki ; varsa bi diyeceğin deyiver yoksa susuver, bu kadar zor olmamalı- Amacım konuyu saptırmak değil diyosun ama konuyla ilgili bi tek sözün yok.
El insaf artık
bayanlardan bi’ tanesi (CuL demeli miyim ki? dedim artik.) gulemior cunku hem konu ile ilgili bilgisi hic yok hem de fukuyama denen sahsin baska bi’ adi (ilkadi yada soyadi) olup olmadigini bilmior (bi’ mok bilmior kisacasi).
az da olsa hurriyet ve milliyet sayfalarini gozunun onune getirebilior ama en azindan.
ozellikle de Runaway’in ahkaminda gorduum fotograf, bilgilerimi tazelememde yardimci olmadi diil.
E biz ne de olsa “Bir millet uğruna kurşun atan da , yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidir…” sözleriyle bedavadan şeref dağıtmaya alışığız, boğazımıza kadar şerefsizliğin içine batmışken. gibi yorumlari ise hem bahsettiiniz o gazetelerin sayfalarindan hem de RunawayBride gibi bazi vatandaslarimizin kalemlerinden okumak mumkundur.
sanirim bir seyler icin hala umut var demek istedim, bunlari dusundugumde.
1 mayısta daha da güzeldir.
bu blog benim ricam üzerine yazılmıştır, dikkatini çekerim. Sataşmalarını da diğer bloğa beklerim. Okumaktan zevk aldığımı da belirttim, saldırganlıktan öte ilk ahkamımda teşekkür ettim.
Ayrıca senin söylediğin gibi şeyleri iki gazete okuyup buraya yazmayı da bilirim. Derdimi anlamamakta direniyorsunuz ya, en çok işte buna üzülmekteyim.
saygılar
gençler için bir kaç ek bilgi de ben vereyim:
İnterkontinentalin çatısından rastege ateş açanlar ve açılmasını sağlayanlar daha sonra ülkemizde önemli mevkiilere geldiler. Hatta yakın zamanda milletvekili, bakan ve başbakan yardımcısı oldular. Kamu ve özel sektörün yönetimlerini ele geçirerek vatandaşlarımız arasında ırksal ayrımcılık uyguladılar. Ve hala uygulamaktadırlar.
AKP bu kadroları dağıtıp yerine kendi kadrolarını getiriyor. Yeni kadrolar için ırkçı diyemem ama ümmetçi oldukları kesin. Henüz hiçbir şey görmüş değiliz. Ama Tayyip döneminin Belediye kadrolarının tamamı şu anda Ankara’da konuşlanmış durumda.
AB, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu, Irak üzerinde artık kafa yormaya değmez. Atı alan Üsküdar’ı geçti.
Yazıdaki en umutsuz ve çözümsüz vakıa ise Fenerbahçe.
Yazıyı da moderasyonda göremedim. Kaçırdım herhalde.
1977 1 Mayıs’ını, Taksim’de birebir yaşayan bir büyüğüm vardı -annemin arkadaşı- tüylerimi diken diken eden hikayeyi bana, ben lise yıllarımdayken, bir 1 Mayıs günü anlatmıştı. Sokaklarda eyleme koşan da yoktu küçücük şehrimiz Aydın’da; ancak geçirdiğim en anlamlı 1 Mayıs da o 1 Mayıs’tı işte. Kırmızı karanfilleri yakalarında kolkola yürüyüşlerini, ne için savaş verdiklerini anlatmakla başladı hikayesine -nitekim ben olayın geçtiği yılda 3 yaşında bir bebektim, anlatmasalar bilmeyecektim.- Onlarla coşmuş, kendimi 1977 yılının 1 Mayıs’ında, Taksimde sanmıştım. Rastgele açılan ateşte maalesef bu değerli kadın, en yakın arkadaşını, çok sevdiği dostunu, fikirdaşını yitirmişti. Farkına varamamış önce, arkadaşının vücudu ağırlaşmış, dönüp baktığında ise karanfili kana bulanmış arkadaşının cesediyle karşılaşmış… Nutku tutulmuş, ne yapacağını şaşırmış. Ölümün kendini teğet geçmesine sevinsin mi, arkadaşının katledilişine üzülsün mü bilememiş. Olayın ardından dengesini yitirdiği için, çok başarılı olduğu üniversite eğitimine son vermiş, babası tarafından taşra kentine geri çağırılmış.
Bir maliye memuruydu, şefti dairede. İki çocuk annesi, hayata dair çocukları adına beklentileri olan bu taşradaki kamu görevlisi, bana 1 Mayıs’ı anlatmış, yıllarca aklımdan çıkmamış, hep saygıyla anılmıştır. İçinde kalan yarım eğitimi yüzünden, üniversiteyi bırakma kararımdan beni caydıran en önemli iki karakterden biridir. Tüm bunlara rağmen ona ne zaman sorsam, bana 1 Mayısın hala bayram olduğunu söyler…
Bunları unutturmamak gerek, bilmeyenlere de anlatmak gerek.
Saygılar.
yaşamak.
Aramızda işçileri sevmeyen var, sanki kendisi ücretli çalışmıyormuş gibi, kürtleri sevmeyen var, bir etnik köken başka birinden daha sevilesiymiş gibi, sanal arkadaşlarını sevmeyen var, paylaşamadıkları sanal dünya dar gelmiş gibi.
Maşallah hepimiz kendimizi pek seviyoruz ama… Kendi varlığına yönelttiği gerçek nefreti bilinçaltına itmiş gibi.
1 Mayıs Amerikan Emek Federasyonu’nun “sekiz saat, 1886 Mayıs’ının 1’i itibariyle yasal günlük çalışma süresi olmalıdır” diyen önergeyi kabul etmesi ile başladı. 1 Mayıs 1886’da sekiz saatlik grevin Chicago’yu sarsmasından iki gün sonra, kereste işçileri sendikasının 6.000 üyesi bir miting düzenlediler. İşçiler Central Labour Union tarafından toplantıda konuşma yapması talep edilen August Spies’ın konuşmasını dinlediler. Spies işçileri birarada durmaya ve patronlara karşı teslim olmamaya çağıran konuşmasını yaparken, grev kırıcılar yakındaki fabrikaya yönelmişlerdi. Grevciler ve greve katılmayan işçiler karşılaştılar. 200 kişilik bir polis gücü olay yerine geldi ve hiç bir uyarıda bulunmadan sopa ve tabancalarla kalabalığa saldırdı. En az bir grevci öldürüldü, çok sayıda kişi yaralandı. Tanık olduğu vahşi saldırının kızgınlığıyla Spies Alman göçmen işçilerinin çıkardığı gazetenin bürosuna gitti ve işçileri ertesi gece düzenlenecek olan protesto mitingine katılmaya çağıran bir bildiri yayınladı. Protesto Mitingi Haymarket Alanı’nda gerçekleşti ve Spies ile beraber sendika hareketinde etkin iki kişi daha konuşma yaptı. Konuşma boyunca kalabalık oldukça düzenliydi. Mitingin başından beri orda bulunan Vali, polis müdahalesini gerektirecek bir şey olmayacağı sonucuna varmış, polis müdürüne de karakolda beklemekte olan yedek polis gücünün evlerine gönderilmesini tavsiye etmişti. Toplantı gece ona doğru sona ererken, sağanak halinde yağmurun altında yanlızca 200 civarında insan alanda kalmıştı. Ansızın 180 kişilik bir polis birliği toplantıya müdahele ederek, insanlara hemen dağılmalarını emretti. Tam bu sırada polislerin arasına bir bomba fırlatıldı. Bomba polislerden birisini öldürürken, altısı ölümcül olmak üzere diğer 70 tanesini de yaraladı. Polis izleyicilere ateş açtı. Polis tarafından öldürülen ve yaralananların kesin rakamı hiç bir zaman açıklanmadı. Basın bombanın sosyalistlerin işi olduğunda ısrar ederek, intikam çağrıları yapıyordu. Toplantı salonları, sendika büroları, yayınevleri ve evler basıldı. Tüm bilinen sosyalistler toplandı. Sonuçta sekiz erkek cinayete iştirak suçundan davada yer aldılar. Dava 21 Haziran 1886’da başladı. Jüri üyeleri her zamanki gibi kura ile seçilmedi, mahkeme adayları seçti. Juri, işadamları, onların çalışanları ve ölen polislerden birisinin yakınından oluşuyordu. Savcı mahkemeye, bu sekiz kişiden herhangi birisinin ne bombayı attığına, ne bombalamayla ilgili olduklarına ve hatta ne de bu tip eylemleri kabul ettiklerine dair hiç bir kanıt sunmadı. Zaten bu sekiz kişiden sadece üçü o akşam Haymarket Meydanı’ndaydı. Konuşmacılardan birisinin dahi şiddeti teşvik ettiğine dair hiç bir kanıt yoktu. Duruşmadaki tanıklığı sırasında Vali konuşmaları zararsız olarak nitelendirdi. Yargılanan bu sekiz kişinin aslında sendikal faaliyetleri nedeniyle yargılandıkları başından beri belli olmuştu. Savcı jüriye hitaben yaptığı kapanış konuşmasında geçen şu sözlerin tanıklığında duruşma başladığı gibi sona erdi; “Bu adamlar seçildiler, ve Büyük Jüri tarafından ayırıldılar, ve önder oldukları için suçlandılar. Kendilerini takip eden binlercesinden daha fazla suçlu değiller. Jürinin iyi insanları; bu adamları mahkum edin, onları örnek yapın, asın onları ve kurumlarımızı, toplumumuzu kurtarın”.
Ağustos’un 19’unda sanıklardan yedisi ölüm ve biri ise 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. İkisinin cezası daha sonra ömür boyu hapse çevrildi. Biri idamlardan bir gün önce intihar etti. 4’ü asıldı. Cenaze törenine 600.000 emekçi katıldı. Mahkumlardan 3’ü 1893’de Vali tarafından serbest bırakıldı, cezalarını çektiklerinden değil yargılandıkları davada suçsuz olduklarını düşünmüştü.
Evet yine de bayramdır 1 Mayıs.
Ciddiyet geldi üzerime. Yine maddeci olalım:
1. İngiltere genel grevi 1922 diil 1926 olacaktı. Pardon.
2. 1 Mayıs 1977’de Sular İdaresi üstü ve otelden ateş açarak ölüme ve yaralanmaya sebebiyet veren çeşitli devlet güçleri olduğu gibi, özellikle Kazancı Yokuşu girişini kan gölüne çeviren çeşitli maoist militanlar bulunduğunu da dikkatlerinize sunarım.
3. Benim kafamdaki ikinci 1 mayıs görüntüsü de şudur. Tarih 90’lar, yer Kadıköy. 20’li yaşlardaki solcu bi kız, elindeki sopa ve ayaklarıyla belediyenin meydan dahiline diktiği çiçekleri ezip
tekmeliyor.
4. “Bir millet uğruna kurşun atan da yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidir…” sözleriyle bedavadan şeref dağıtmaya alışığız, boğazımıza kadar şerefsizliğin içine batmışken… demiş ranıvey. Boğazımıza kadar batmış olduğumuz doğrudur, ama millet için kurşun atıp yiyen insanın şerefi ve ona bahşedilen şeref bedava falan diildir. Kaldı ki biz bu insanları sadece lafta şereflendiririz. Gerçek hayatta ise hastane kapısında, maaş kuyruğunda süründürürüz. Bu hafta Sabah gazetesinde yayınlanan ve son kalan üç 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı gazisinin hazin hikayesini okuyanlar, ne demek istediğimi daha iyi anlarlar.
5. Sol denilen ekip son 10 yılda neyle nasıl yüzleşmiş kaptan beycim? 10 yıllık savaş (912-922) zarfında yerinden yurdundan edilen, öldürülen, sürülen 10 milyon civarında türk için de bi şeyler diyebilir misiniz acaba?
Necip milletimin keriz bi durumda olması, solcu kardeşlerin “biz hiç diilse onlar kadar b..tan bi halde diiliz’ hesabı teselli bulmasına mı yol açmaktadır? Bizdeki solcular hala sizin örneğinizdeki gibi bi takım ‘kökü dışarda’ gelişmelerden ve liderlerden mi medet ummaktadır?
Sıkıldım bu ciddiyetten; bi de normal yazı yaziym solcularla ilgili.
Tarihte yaşanmış olaylara bakıp bir ideoloji üzerine kaftan biçmek mantıklı gelmiyor. Ama bu yapılan hiç bir şeyin es geçilmesi, üzerinin örtülmesi anlamına da gelmiyor. Ben milliyetçileri sınıf düşmanı olarak tanımlarken şu tarihte şu ya da bu oldudan haraketle değil, sınıfsal karakterinden dolayı böyle olduğunu düşündüğüm için belirttim.
Öte yandan solu değerlendirirken, dallanıp budaklanan fraksiyonlar gibi bir sorunla da karşı karşıya kalırsınız. Çin devrimi ve maoucular bildiğim kadarıyla iki sol grup tarafından sahipleniliyor. Birisi tokatın köylerinde hala varmıdır bilmiyorum, diğerinin ne olduğunu kendileri de bilmiyor tam olarak. Sol olarak adledilmesi gereken bence insanlığın daha iyi bir toplum mücadelesidir ve örgütler ya da kavramlar bunun içerisinde var olan unsurlar olarak değerlendirilmelidir sanırım.
Örgütlü bir komünist arkadaşıma solun neden Çeçenistan’da yapılan katliamlar için parti olarak bir şeyler söylemediklerini sordum. Rusya kapitalist, Çeçenler de şeriat istiyorlardı ve söyleyecek birşeyleri olmadığını söyledi ki zaman zaman yayınlarını da baktığım olur ve orada da yaşanan drama dair pek bir eyler demezler.
Solun sorunu bence burada başlıyor. 80’lerden sonra özellikle ideolojik anlamda yenilgi yaşamış ve kapitalist sistem büyük bir değişim yaşamış ve kendini yeniden üretememiştir. Kısaca örnek verecek olursak Nike diye bir marka var ama Nike’ın işçilerini örgütleyebileceğin fabrikalar yok artık ortada. Nike sadece Newyork (atıyorum) borsasında bilmem ne kadar hisse demek artık. Bunun için çalışan insanlar dünyanın öbür ucunda taşeron firmalarda çalışmakta. Öte yandan elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir sosyalizmi anlatıp gelin bu cenneti beraber yaşayalım demenin de bir anlamı kalmadı. Kendi geçmişinden hesap soracak, bugünü ve yarını yeniden tanımlayacak bir sola ihtiyaç var ama bu nedir ve nasıl olur açıkcası kimsenin bildiğini de zannetmiyorum.
Aklımdaki bir diğer konu ise bu ülkede mücadele eden solcularla ilgili. Maocusu, Enver Hocacıları, Marksistleri, Marksist-Leninistleri, Troçkistleri, Latin Amerika Modelini benimseyenleri ve bunların alt kategorileri ile olabildiğince geniş bir yelpazede inceleyebileceğimiz solcularımız mevcut. Bunların yayın organlarında hangi model benimseniyorsa o modelin vuku bulduğu ülkenin tarihi, önderlerinin biyografileri tekrar tekrar verilir. Her partili bunları ezbere bilir. Ancak bırakalım Osmanlı’yı, Cumhuriyet Tarihi bile doğru dürüst bilinmez. Mücadele ettiğin coğrafyanın geçmişini tanımadan nereye kadar nasıl mücadele edersin o da ayrı bir konu.
Bir de illegal örgütler var ki onların durumu çok daha acı. 1 mayıslara dergilerinin pankartı ile katılırlar ve illegaliteyi savunurlar. Orada olan insanlara üzülüyorum gerçekten.
Sonra iki farklı partiden bir araya gelen iki kişinin olmazsa olmazı mutlaka devrim modellerini tartışmaktır. Aşamalı mı yapacağız bu devrimi yoksa doğrudan sosyalist iktidarımızı mı kuracağız, köylüler gelsin mi, küçük burjuvazi ne olacak v.s. ki kişisel masturabasyondan anlamsız tartışmalar sanırım hala üniversite kantininde boy gösteriyordur. Uzun uzadıya yazılacak şeyler var aslında ama
aklıma ilk gelenler bunlar, çok karışmamıştır umarım.
Etnik köken ve ırk gayet önemlidir; insanlık bunlardan sonra gelir. Kenarın dilberi nazlı olsa da nazenin diildir ve de armut dibine düşer arkadaşlar.
Bazı şeyler maalesef sonradan olmaz ve can çıkar huy çıkmaz. Atalarımız (bizimkiler!) bunu bildikleri için bol bol birbirlerini kesmişler ve ırkın ıslahı için çalışıp, didinmişlerdir. Yani bu kadar asırdır bu konuda hassasiyet gösteren adamlar salak da, 2003’ün kafası kavram ibnesi olmuş modern, post-modern budala gençleri mi bu işleri anladı.
Her tarihsel dönem kendi gerçekliğini dayatır; bu yüzden içinde bulunduğumuz sistemin değerleriyle tarihi anlayamayız. Yaşamak için belli uyumlu roller üstlenebiliriz ama, düşünürken bu üstümüzdekileri çıkarmalıyız. Kendimizi ifade ederken anlaşılır olmaya itina göstermeliyiz ama, varolan format ve klişelerden ve birbirini takip etmesine alıştığımız kelime sekanslarından kaçınmalıyız. Bakın bugün insanlığa karşı iyi bi günümdeyim; okuyun, yararlanın. Hiçbir ideoloji ve onun terminolojisi olayları ve durumları açıklamaya muktedir diildir. Zaten yapısı gereği ve etimolojisinden de gördüğünüz gibi, ideolojiler dünyayı sentetize etmeye çalışırlar. Açıklama, analiz, insan kişisi, detaylar, yerellik, otantik ve anarşik olan her şey ideolojilerin düşmanıdır. İdeoloji her türlü inancı sistematize etmek ister; böylelikle tektipleştirerek güce dönüştürdüğü fikrini siyasal iktidara taşımak ister. Bunu yaparken de kitle adı verilen insanları kullanır.
Yeter sıkıldım. Ne diyorduk. Evet ırk mühimdir. Çocuk falan yaparken sorun, soruşturun. Kimlerdenmiş, aile nasılmış, karışık bi kan durumu var mıymış… Tabii karı alırken de ince eleyip sık dokumak lazım. Hizmeti iyi mi, memesi diri mi bakmak lazım. Hep diyorum, şu destekli sutyenler çıktı çıkalı bütün karıların memeleri birbirine benzemeye başladı. Acı gerçek soyununca ortaya çıkar oldu. Aslında şu kominizlerle ilgili yazacaktım, laf buraya geldi. Evet 1 Mayıs kesinlikle bahar bayramıdır. Mesela Kuzey Kore’de de bu şekilde kutlanmaktadır. Geçenlerde bu solcu çocukların gazetesini aldım Beyoğlu’nda. Gayet moloz çocuklar, güzel bi kız bile yok aralarında. Bi de afiş yapmışlar. Bi çizgi çocuk, elinde kırmızı kart, konuşma balonunun içine ‘yanki kapı dışarı yazıyor’. Rezalet. Kötü. Sempatik olmaya çalışan ucuzluklar. Çocuklar bağırıp çağrıyo, gasteyi alan yok. Halbuki bi-kaç Nataşa’yla anlaşsalar ve gastelerini onlara sattırsalar anında tükenir. Üstelik meyn strim medyada da bedava reklam imkanı. Tabi Nataşalara mini etekli kızılordu üniforması giydireceksin. Ayrıca bi tarihsel bağ da tesis etmiş olursun, 1917 devrimi, rus-mus karılar falan. Fena mı onlar da saati 20 dolara başka bi organla ilgileneceklerine senin yayın organını satarlar. Ulan hiç fena fikir diil; ben bunu satıyım Komünist Partisi’ne!
Açtım baktım gastelerini, Hürriyet’e küfrediyolar. Ama aynı Hürriyet gibi ‘en büyük biziz, en iyi biziz’ diye efelenmeler. Hürriyet nası kendi yazarlarıyla röportaj yapıyosa, bunlar da miting fotolarında kendi pankartları gözüken kareleri, partinin bilmemne eylemlerini falan dayamışlar. Baştan aşağı sloganla dolu bi paçavra; bi tane okunacak şey yok içinde.
Bunlar hep ırkın bozulmasından. Uyuz eşekten yarış atı olmaz arkadaşlar.
Sana dostum dememe izin ver. Irklar karışır melezleşir. Bunu kimse engelleyemez. Saf diye bir şey yoktur. Saf basit olandır. Bir kadının hizmetinin iyi olması kadına ve seni sevmesine bağlıdır. Eğer destekli sütyenli bir sevgilin olursa onun kendi memelerini sevmesini sağla. Rus kadınlar ırksal olarak bir organla ilgilenmiyorlar. Eğer iyi bir dergi nasıl çıkarılacağını biliyorsan moloz çocuklara anlat. Kendini insanlığından bu kadar uzaklaştırma beni daha fazla üzme.
Darwinist yaklaşırsak eğer konuya, kötü ırk eninde sonunda yok olacaktır Sn baby, doğal denge bunu halleder, tasalanmaya ve katliam girişiminde bulunmaya gerek yok. Melezlerle mi, saf ırkla mı tartışması gereksiz, nitekim tüm ırkların aslı insan. Amerikalılara sayıp sövdükten sonra, fazla insancıl numarası yapmak gereksiz olur sanırım; ancak eğitimin çok şeyi değiştireceğine inancım da sonsuz. Kesin hatların çizilmesi yanlıştır ama unutmayalım ki insan sosyal bir varlıktır, dolayısı ile kitleler halinde hareket etmesi gerekir, tek dileğim bu kitlesel hareketin gereksiz kitle olmamasıdır. Güç, haklıdır.
Bugün erikçide yaşadığım nahoş macera, insanların topunun sevilesi olmadığını tekrar hatırlattı bana, nitekim kimilerinin sopa zoruyla bile adam edilemiyeceğini düşünmekteyim. Mesela şimdi yanımdaki şahsiyetin kafasına kültablası atasım var ama o da insan, n’olucak? İnsan kendine sormadan edemiyor, eğitim tüm bunlara derman mıdır, yoksa alan alabildiği kadar mı alır?
Haa, bu arada ben de şu budala neslin bir üyesiyim, kendimden bu kadar çabuk vazgeçmeye niyetli değilim. Sevgili baby silikon mucizesi bulundu bulunalı, parası olan her hatun kişi muntazam göğüslere kavuştu, ırksal kıstaslarınız bunlar olmasın derim, gen teknolojisi de aldı başını gidiyor, çok yakında sipariş çocuklar geliyor, bir de şu beyinlere chip mip takılsa, herşey muhteşem olur.
Bir de size “Bütün Çirkinler Öldürülecek” adlı eseri okumanızı öneririm, mezarında ters döndürdüğüm yazara ait.
Sevgiler, saygılar…
Baby 700 beyin yazılarını zevkle okuyorum, kendisinin aslen biraz faşist olmak dışında bir kusuru yoktur. Hiç konuyu uzatmadan Baby beyi soy ağacı açıklamasına davet ediyorum, anası babası nerdendir, damarlarında ne mene ırkların kanı dolaşmaktadır bilmek istiyorum… Sonra konuşuruz, ben öyle soyu sopu belli olmayanları ciddiye almam! Almamalıyım… yukarıda öyle yazıyor!
Slav kadınlarının ırklarından gelen özellikler nedeniyle seksi oldukları konusuna katılıyorum. Fekat Polonyalı kadınlardan uzak duralım arkadaşlar, alayı Katolik, alayının etekleri yerlere uzanıyor, rahibe gibiler, nası iş??
Başkalarından medet uman Türk solcular meselesinde diyecek hiç bi şeyim yok.. Olayımız farklı, solda enternasyonalizm diye bi olay vardır, derler ki bu enternasyonalizm olayı işin amentüsüdür. Eskiden marşı da vardı bu olayın, dua gibi okunurdu her mekanda, o kadar önemlidir yani. Milliyetçilerin, damardan Atatürkçüler’in, şunun bunun, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diye başlayıp “Başkasına güvenme” diye devam ettikleri olaydaki ‘başkası’ (“Öteki” de denilir buna), bizim için başkası değil aileden biridir, Che Arjantin’de doğmuş, Orta Amerika’da bi takım olaylara girmiş, Küba’da vesikalık çektirmiş, Kongo’da yerlilerle cıgar tüttürmüş, Bolivya’da ölmüştür. Milliyet diye bi şey yoktur, sınıf vardır, milliyet dediğiniz bir hayali cemaattir, imagine edilmiş bir komünitedir yani, Hayali Cemaatler şeysinin yazarı Benedict Anderson abimizin ve solcu yazarların alayının dediği gibi. Irk olayını bilemiyecem.
Neyse, laftan öteye bi şey değil tabii, sonuçta hepimiz oturuyoz, para kazanmak için uğraşıyoz, arada Hafif’te, şurada, burada böyle mevzulara girince iyi oluyor, maksat ortam şenlensin.
Silikon göğüs sahicinin yerini tutmaz. Elledim bi kaç defa. Görünüşü iyi ama, tutuşu kötü. Çok yumuşak. Tabi bütün memesi kötü karıların yaptırması lazım. İlerde hangi iskeletin kadın olduğu hemen anlaşılacak. Bu arada bitmişim denilen şahsın benimle ilgili üzüntü duymasından çok mütehassıs oldum. Bana ‘dostum’ diyerek yakınlık göstermiş, tavsiyelerde bulunmuş. Canım insanlar bunlar. Tutup kafasını çevirirsin, bi anda cansız insana dönüşürler.
Numb bey kardeşimin de merakını gidereyim. Yörük benim aile. Kızıl Türklerden. Oğuzların Kayık boyundan. Safkan. Anadolu’nun mozaik kültürünü üzerine yoğurt döküp yemişizdir.
abimizin bildirdiği üzere; evet yetersiz olan gider, fikirler falan hepsi değişir buna bağlı olarak. ama ırkçılık bahsi öyle bir hazin konudur ki, ilk insan toplumundan bu yana yaşamını sürdürmüştür. ırkçılığı beğenmem ben, kötü derim. insanlığın geneli için kötü ama yaşam kalım işi içinde yani doğal seçilimde fayda getiren bir sıfattır ırkçılık. bunun dışında, baby “izmir’li züppeler” dediğinde, “höst” dedim fakat, züppe lafının malum zirvecilere yönelik olduğunu düşününce hak vermedim değil. buradan tüm izmir’liler züppedir gibi bir çıkarsama yapmadığımız sürece sakınca yok. ek olarak bu züppelerin izmir’li olabileceklerini zannetmiyorum. örneğin hiç bir izmir’li “bu blog benim ricam üzerine yazıldı” diyecek kadar enteresanlaşmaz.
salak dediğin, koca blog içerisinde numb’ın bir şaka olsun diye koyuverdiği şampiyonluk mevzusuna takılır kalır.
evet kalite düşmüştür; baby’e “nefret kötüdür” demiştim, nefret olmadığı zaman, -hafif uykunun derin uykuya girmesiyle yada – ortalığın paçavralarla dolduğunu gördüğümden “nefret işte bu zaman gereklidir” diyebilirim. paçavradan kastım kişilerdir, beğenmediğim bir çok fikir hakkında konuştuk buralarda, ama en azından fikir vardı. songoku yu az mı çektik buralarda?
benim en uyuz olduğum mevzulardan biriside “ben şu fikrin adamıyım” diyen bir çoklarının, o fikrin yeter ve gerek şartlarını yerine getirmedikleri suratlarına çarpıldığında “ben zaten bu fikrin orasını beğenmiyorum, bence bu fikir böyle olmalı” lakırdısıdır. ülkücü genjlik yığınla etrafımda, soruyorum adama, “mardinliyim ben, kürt benim ailem” diyor “e nasıl oluyor bu türk milliyetçiliği” diye sorunca da “aslında milliyetçilik türkiyeyi sevmek türkiyeyi korumak” diyor, siktir ordan dedikten sonra “e sen camel içiyorsun, nike giyiyorsun nasıl olucak bu iş? neden türk malı giyip memlekete fayda vermiyorsun? niye adam gibi dersine çalışıp yıldızlı yaldızlı pekiyi almıyorsun?”, “abi bu meseleyi başka zaman konuşalım”. evet evet, başka zaman.
ben ırkçı adamı sevmem, hangi ırktan olursa olsun, ama ben; çanakkalede, anafartalarda, arıburnunda, doğuda batıda ve diğer tüm koordinatlarda memleketin geleceği için can veren adamların bu işi benim için yaptıklarını biliyorum. sokmuşum emperyalizmle savaşına, meydanlara dökülüp attığı sloganın ne olduğu bilmeyen adam, kendini milliyetçi ilan edip o milliyetçisi olduğu milletin çıkarına hiç bir bok yapmayan adamla birdir benim gözümde.
plum, “eğitim önemli” deyivermiş, ama bunun ne demek olduğunun bilincinde mi acaba? eğitime nasıl önem verilir? eğitimin şekli ne olmalıdır? eğitim kurumlarının yönetimi nasıl yapılmalıdır? bu kurumların iç disiplini ne şekilde sağlanmalıdır? eğitim göreceklerin eğitimin iyi bir şey olduğu bilincine vardırılması nasıl sağlanır? peki herkes “eğitim iyidir” demeli midir? demeliyse neden?
“ben bu konunun uzmanı değilim” ise cevap, bu yazdığın tüm diğer yazdıkların gibi düşünülmeden, iş olsun condom dolsun dürtüsünün eseri midir? aslında bu sorulara yanıt istemiyorum, çünkü biliyorum ki gelecek hiç bir yanıt yerinde olmayacak ve her biri ya yeni sorular yaratacak yada sinir bozacak.
baby eğer sende bahadır boysal kıvamında bir anadolucuysan hiç şansımız yok. bir ara bende sağcılar hakkında normal yazacağım.
Zavallı baby 700. Sana dost el uzatanlara böyle davranıyorsun demek. Palavradan da vazgeçmiyorsun, ucuz karate filmlerine göndermede bulunup. Sen benim tavsiyelerimi dinle. Çok asil kayık (Oğuzların kayık soyu ha vay vay vay titreyip kendimize gelelim şöyle) soyun gördüğüm kadarıyla seninle birlikte dejenere olmuş, yani soysuzlaşmış. Sen de bir bozkır kurduna dönüşmüşsün artık. Lan ne işin var senin çipil oğlanların sitesinde. Ruhunu temizleyebilecek kadar çok yoğurt yiyebilir misin artık. Hadi dön anayurduna kızıl Türkler’in kucağına.
ırkın bozulduğu doğrudur; bir ırkın döne döne akbabaya benzemeye başlamış evlatlarının artık şarkı bile söyleyemez hale geleceği günler yakındır; eskilerin dediği gibi: “ben kendime aldırmıyorum; sizin çocuklarınız çok sıkıntı çekecek; çok!”. bir mayıs; herhangi bir mayıs, “hakkını alması için, kitleyi bilinçlendirip” sessizce gömersin kitleni, ateş zaten varmış, yeni mi açılmış?; adı üstünde “kitle”, şu başını çevirip de göreceğin haliyle ya “birey” olsaydı! bir de “halkların nasırlı yumruğu” vardır. bunlar ufak tefektir ama çoktur, hepsini denk edince bir çeşit suntaya dönerler; vurmayı bilen bulursan çok güzel sopa atarsın. bunların tekilken başlarına bir şeyler gelir, çoğalınca gelmez, gelse de aldırmazsın; aldırmamalısın! ha bir de kuzular vardır rahmetlinin dediği gibi, kuzular, koyunlar. bak ne şahane değerlendiriyorsun olanları! aşk olsun; sen de anlıyorsun tabiatiyle ey okuyucu, sen de az değilsin! ama senin dert ettiğin az! heylüla halkım benim! sidikli düşüm; düşesim! o bakımdan sor kendine, daha ne dürtersin? hepsi cebraile kesmiş bir grup adam mı yaratmak istersin? onlardan bir topluluğun yaşamına illa ki komünizm mi demek istersin? ey devinim erbabı de ki! insandan hiç öyle komün olur mu? alışsınlar diye hepsini tek taş.klı mı bırakmak gerek? sormak durmak mı gerek?
ha ben! -bir bokum ya hani! en az sizler kadar- o bakımdan sadece arş-ı alaya ulaşmış hafif semalarında sizler için değil, bakkalı, bekçisi, popçusu, ve hatta copçusu da dahil olmak üzere üçbinyediyüz senelik tuğlalı, kitaplı dinler tarihinin beceremediği becericem diye ortaya atlarım. billahi de atlarım! -şimdi imam ü azam bebek beyin; aha yine kafası karışmış bunun diye aslen işlevsel çalışmakta olan koca kafasının parmaklarına hükmetmesi sonucu sağ eli ve herkesten uzun fikriyle rahatlamasına vesile olduğum için ne kadar bahtiyarım; ırkçı mırkçı, tepkisel, kaybedilecek adam değil, zaten sen ben kaybedemeyiz onu; çocukça gelir ona böyle şeyler, bebeğinin boynunu çeviriverir sevgiden Leni(n) misali- iyisi mi ben hazretlerine kendi kendime katılayım;
siz teorisyenler ve siz pratisyenler; bir lastiği yakmanın en kısa yolunu araştırdığım ve lastik yaktığım günlerden pişmanlık duymasam da, kör gözüm parmağınıza… girişin bakalım ne yapacaksanız, beni de kullanın, duvarda tuğlanız olayım; ve ölümü görün “vermeyin insana izin, kanması ve susması için!”… şimdi de timur beyden dönek türküsünü söyleyesim geldi ama sanal imkan dahilinde olmadığı için varınız kendiniz seslendiriniz… hadi canım… işinizi boşlamayınız; her toplantıda gündemi belirlemek için gündem tartışmasından başka bir şey yapamadan ayrılmayınız… şüphesiz ki tanrı, ve soltandans teorisyenleri sümüğünü yuvarlayıp en yakındaki yaprağı onikiden vuran emekçinin ayakları altındadır!… sevmediğimden değil… ben de deneyip, olamayınca sizler gibi farklı hırçınlık mekanizmaları geliştirdim; kıymetli objektif kardeşlerim… çalışmaya devam; en şahane b.k olamıyorsan, bir b.k olmak için çalışmalı… çam üstünde fagöt kaydırmaya devam edecek kuzucuklara rağmen.
“… salak dediğin, koca blog içerisinde numb’ın bir şaka olsun diye koyuverdiği şampiyonluk mevzusuna takılır kalır. …” demişsin.
NuMB’un şaka olsun diye yazdıklarına karşı benim yazdıklarımın da şaka olduğu gayet açık, aslında o mevzuya senden başka takılıp kalan kimse yok, o zaman, eğer ortada bir salak varsa, o ben değilim.
Senin gibiler çeşitli ortamlarda futbolla ilgili bu tip konuşmalar yaparak kendilerini çok karizmatik bir şekle soktuklarını düşünürler, ama gerçekte durum tam tersidir, yani bu kişiler aslında kendilerini bir ahmak durumuna düşürmüşlerdir, çünkü, öncelikle şunu söylemek gerekir ki bu kişilerin önemsediklerini söyledikleri şeyler de (politika, solculuk, kuşlar, böcekler, green peace, John Lennon …) en az futbol kadar anlamsızdır, ama daha ilginci, bu kişilerin bu çok önemli konulardaki fikirlerinin de heryerde duyulan ve tekrarlanan bir kaç düşünce kırıntısından ibaret olduğunu görmek, sözü geçenlerin düşünemediklerini, sadece düşündüklerini sandıklarını, bir yanılsama içinde yaşadıklarını ve hiç bir dediklerinin ciddiye alınmaması gerektiğini gösterir.
Ben cevap hakkımı kullandım, bu nedenle eğer söylemeye değer bişeylerin varsa mesaj at, burayı kedi köpek gibi karşılıklı hakaretlerle doldurmanın gereği yok, sanılanın aksine hiç iyi olmuyor, iğrenç oluyor.
Sevgili Baby700 kardeşim;
“Ciddi” olduğunu söylediğin ahkamın için aşağıda sorularım olacak yanıtlarsan sevinirim. Madem Oğuzların Kayı boyundan bir safkansın ben de ciddileşeyim, ben zira seni biraz
bozulmuştur sanıyordum…
“1 Mayıs 1977’de Sular İdaresi üstü ve otelden ateş açarak ölüme ve yaralanmaya sebebiyet veren çeşitli devlet güçleri olduğu gibi, özellikle Kazancı Yokuşu girişini kan gölüne çeviren çeşitli maoist militanlar bulunduğunu da dikkatlerinize sunarım.”
Tabii ki sun dikkatimize ama işte bu tür sunumlar sistemin suçunu örtbas etmeye yaramıyor mu? Hadi alçak Maocular yaptı, onlar yaparlar, Devlet nasıl kendi vatandaşına kurşun sıkabilir? Yani vatandaşı da çalıyor nasıl olsa diye, Devlet de çalabilir mi mesela?
“Benim kafamdaki ikinci 1 mayıs görüntüsü de şudur. Tarih 90’lar, yer Kadıköy. 20’li yaşlardaki solcu bi kız, elindeki sopa ve ayaklarıyla belediyenin meydan dahiline diktiği çiçekleri ezip
tekmeliyor.
“
– Eeee? Yukarıda ki soruların aynıları + solcudan salak çıkmaz diye bir kural mı var? Böyle yaklaşımlarla solcuların “provokatördür o” diye cevap vermesinden başka nereye varılır? Ne onların açıklaması gerçekçi ne de onbinlerce insanın içinde salak olmayacağını varsayan gözlemler diye düşünüyorum, haksız mıyım? Ayrıca o kız hak isteyen bir faşist olsaydı çiçekleri ezip tekmelemekle yetinir miydi?
“Bir millet uğruna kurşun atan da yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidir…” sözleriyle bedavadan şeref dağıtmaya alışığız, boğazımıza kadar şerefsizliğin içine batmışken… demiş ranıvey. Boğazımıza kadar batmış olduğumuz doğrudur, ama millet için kurşun atıp yiyen insanın şerefi ve ona bahşedilen şeref bedava falan diildir. Kaldı ki biz bu insanları sadece lafta şereflendiririz. Gerçek hayatta ise hastane kapısında, maaş kuyruğunda süründürürüz. Bu hafta Sabah gazetesinde yayınlanan ve son kalan üç 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşı gazisinin hazin hikayesini okuyanlar, ne demek istediğimi daha iyi anlarlar.
– Zaten sitede bu kadar kafası karışık varken bu yaptığın hak mıdır? İkisi aynı konular mı bunların? Runaway’in örneğindeki çilli cümle İstiklal savaşı gazileri için değil Abdullah Çatlı, Oral Çelik gibi adamlar için söylenmemişmidir? Ben bu iki tip kurşun arasında çok ciddi haysiyet farkı görüyorum sen görmüyor musun? Bu cümlenin üzerine böyle bir açıklama yazınca da sen işte bizi o derin sulara götürecek akıntıya yol vermiş olmuyor musun?
Sorularımla umarım seni sıkmamışımdır, keyifli, dallamalardan uzak bir gün diliyorum. Bana sormak istediğin bir şey olursa zevkle cevaplarım.
Hoşçakal sevgili biraderim…
Dikkat dikkat:
– Öncelikle; ayy ben kendi kendime ikilemdeyim dışavurumları:
Kızıl Türklerden. Oğuzların Kayık boyundan. Safkan. Anadolu’nun mozaik kültürünü üzerine yoğurt döküp yemişizdir.
Açtım baktım gastelerini, Hürriyet’e küfrediyolar. Ama aynı Hürriyet gibi ‘en büyük biziz, en iyi biziz’ diye efelenmeler. Hürriyet nası kendi yazarlarıyla röportaj yapıyosa, bunlar da miting fotolarında kendi pankartları gözüken kareleri, partinin bilmemne eylemlerini falan dayamışlar. Baştan aşağı sloganla dolu bi paçavra; bi tane okunacak şey yok içinde.
Bunlar hep ırkın bozulmasından. Uyuz eşekten yarış atı olmaz arkadaşlar.
Evet, evet, safkan bir arkadaşımız diğer ırklara hiç küfür etmez, kendisinin özel olduğunu belirtmek için illa ki söze ve diğer ırklara laf yetiştirmeye gereksinim duymaz, takdiri diğer ırklar yapar bu bir. iki; göç ettiği bu topraklarda boyu korumak için, hep akrabalarıyla evlenmiştir(valla teyze çocukları sadece, yok sakatları hep vurduk, bizde öyledir), ne istilalar görmüştür bu topraklarda ama ne tecavüz edilmiştir kadınına ne de başka kadın almıştır yan köydeki güzellerin arasından. Üç; savunmuştur toprakları diye benimsediği anadoluyu kendi başına, diğer ırklardan hiç destek almamıştır hatta hangi ırktan olursa olsun alevilerin bahsi bile geçmez laik türkiye’yi kurarken, rusların verdiği altınları kabul etmemiştir mesela kurtuluş savaşında, güneydoğuyu kürtlere rağmen ülkesine katmıştır, çanakkale de sadece bu boydan ya da hemcinslerinden şehit verilmiştir…. dört; müslümanlığı bile severek ve isteyerek kabul eden tek türk boyudur, o yüzden de yeri ayrıdır tarihte. Bir de Osmanlı da Türk dendi mi hep övülen, en yüce, en iyi ırk anlamına geldiğini bilmeyen yoktur(ne çapulcusu, ne hırsızı, ne soysuzu bu akla gelenler hep tarihçilerin uydurması), ama en önemlisi çok mütevazıdır bu boydakiler, mesela bazılarının boyu posu yerinde olsa bile güdük gösterirler kendilerini.
Sonra, ülkemde numunelik sendika yöneticileri sadece asgari ücretlendirme pazarlığına dönüştürmüştür sendikacılığı(ırkı yoktur bu ibnelerin), olması gereken sendikacılık ise; bir emekçinin yani bir insanın hak ettiği hayat standartı olmalıdır verdiği emek karşısında alacağı. Sadece ekmek, iş diye bağrılmamalıdır yürüyüşlerde, grevlerde; sinemaya, tiyatroya, denize de gitmek istiyorum diye bağrılmalıdır. 1930’larda kurulan fabrikaların yerleri özenle seçilip, kompleks olarak yapılırmış (sineması, tiyatrosu, spor sahaları birlikte) 1950’lilerden sonra Marshall Abi politikasıyla değişmiş olay… hick.. bu sefer fondip abi, darılırım öpücem.
Bugün dayanılmaz güzel bir gün vardı İstanbul’da, caka satarak parlıyordu güneş bütün insanların üstüne aynı şekilde, hırlısı hırsızı soylusu soysuzu herbiri kendisi belli ediyordu yerini, işte olmama kapalı kalmama rağmen ulaşıyordu ışınları saçlarıma, biraz hırlıyımdır belki, biraz soysuzumdur ama keşke herkes en az benim aldığım keyif kadar keyif alsaydı bugün etrafta olmaktan. sadece etrafta olmaktan.
İlgiyle takip ediyor ve okuyorum olup-biteni,yazılanı çizileni.1 Mayıs bilgisi ve ego yarıştıracak değilim.Basit ve sadece fikirlerimi açıklamak istiyorum.
Ama;(maalesef bu amalar bitmez)
öncelikle baby 700;size hatırlatmak istediğim bir şey var:bu site erkeklerden ve sizin sipariş buyurduğunuz saf ırktan meydana gelmiyor!”karı”biçimindeki hitap şeklinizle bu siteyi okuyan bayanlara en başta haksızlık ediyorsunuz.Bu cinsiyetçi tutumunuz açıkçası beni iğreti ediyor.Hakkında yazılar yazdığınız cümleleriyle yazılarınızda andığınız (”canım insanlarım”gibi)Oğuz Atay( ki benim de yazar listemin başını çeker) yazdıklarınızı okusa bu şekilde algılanmış olmaktan ne mutlu olurdu değil mi?Öncelikle bu bir cinsi üstün tutan diğerini aşağılayan tutumu Oğuz Atay’dan mı öğrendiniz?Demokrasi konulu altına uzun uzun ahkamlar girdiğiniz sabır sınayan yazılarınızda bir cümle dikkate şayandır:’insanların birbirinden nefret etmesi doğaldır’evet, nasıl sizin bu misantrofik tutumunuz doğalsa aynı derecede insanların birbirini sevmesi,hak araması da doğal değil mi?Ama tabii size göre Ahmet Arif ‘in şiirlerini okuyanlar da hafif sosyalit hafif hümanist ucuz duyarlılıklara sahiptirler size göre.Bu bayağı geçmiş muhabbet vesilesiyle’samimiyet buhranına kapılmış,ucuz duyarlıklara sahip olduğuma aymıştım sayenizde.
Çiçek mevzusu da alın damarımı çatlattı açıkçası.Hangi çiçekler yaaaaa?Zaten sosyalizasyon süreciyle birlikte en başta beynimizdeki çiçekler, tohumlar talan edilimiyor mu?Okula adımımızı atar atmaz sıralara girip her gün bir heykel önünde aynı replikleri tekrar ederek önce.Sonra bir umut üniversiteye gittik,bozuk yemeklerden,yüksek harçlardan yakındık,asi,bölücü olup üzerine cop yedik.Mezun olduk ama aynı zamanda işsiz.Daha bu ülkede ne olacağız merak içindeyim.Hangi çiçeklerden söz ediyorsunuz ki Bingöl Depremiyle son kertede o bahsettiğim okulların altında insanlar ezildi;çiçekler değil.Bir gün bu ülkede hak istemenin ayıp olmaıdığı-ki bu sitede 1 Mayıs’ı gündeme getirme isteği (entel,solcu ve şu anda anmak istamediğim hakir sözcüklerle) dahi linç edildi-en başta ‘hak’kavramının yerleştiği gün,(ne yaparsınız benimkisi hayal işte!)bahar da gelir çiçekler de açar meraklanmayın.Ama en başta beynimizdekileri yok olmasın…
Bazı notlar:
numb: Hıyarlık ve ufuksuzluk tabii ki solculara has diil kardeşim. Ben bunlara (solcular) vurgu yaptıkça zevklenen ve bu argümanları kullanmaya kalkışanlar, solculardan bile zavallı durumda olanlardır. Mamafih en kızdığım şey, “aman bunları böyle demeyelim, düşmanlarımız aleyhimize kullanır” mantığıdır. Ve bizde pek yaygındır. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ halleri. Hayatı bir ittifaklar, iktidarlar ve sosyal zırvalıklar bütünü olarak yaşayan insanlar, bu mantığın dışında bi b.. yapamazlar. Yanlış söyledim; hatta sıçamazlar bile. “Dediklerin doğru olabilir, ama sağcılar pek mi iyi bi durumda” diye sormak, zaten varolan kalıpları, klişeleri, inanç ve duruş sistemlerini kabul etmek anlamını taşır. O yüzden al birini vur ötekinedir.
sarkac: Kendinden bahsediş tarzın hoşuma gitmiyor: “Biraz hırlıyımıdır… Güneş ışıkları saçlarıma ulaşırken… Keşke herkes benim aldığım kadar keyif alsaydı…” Olmamış bunlar. Bunlar değişsin, hoş diil.
Bahsettiğin bazı tarihi olaylarda, bazı problemler var tabii. Ama bu mevzuularda akıl-fikir yürütmek için, analiz- manaliz yapabilmek için, bu “sol” tabir edilen ideolojik kadrajın dışına çıkmak gerekir. Emekçi muhabbetiyle ancak pozisyon alınır; durumlar kavranamaz.
Hperest: Cinsiyetçilik, ayrımcılık, ırkçılık diye tabir edilen hadiselere karşı tutum almak, modern toplumun sacayağı saydığı bi prensiptir. Sırf bu yüzden bile kuşkuyla yaklaşmamız icabeder. Halbuki, “abi karıların şu tarafı beni hasta ediyor” veya “erkek diil misiniz, hepiniz aynısınız” gibi replikler çoğu zaman bazı doğrulara işaret eder ve içten gelerek söylenir. Aynı şekilde bazı özelliklerin Türklerde, bazılarının Kürtlerde, diğerlerinin Maorilerde hakim şekilde ortaya çıkması da normaldir. Hal böyleyken bi takım modern parametrelere göre ayarlanmaya çalışıp, yine bunlara göre yazıp çizmek, en hafif tabirle samimiyetsizliktir, ahlaksızlıktır.
Samimi bi kafatasçıyı -mesela Yağmur Atsız beyi- bu iki arada bi derede debelenen demokratlara, modernist solculara ve yeni sağcılara falan tercih ederim.
Amex: Bi şeyci falan diilim. Ama yakında bi tarikat kurup ortalığı dağıtıcam. Vergi indirimi falan da yapıyorlarmış.
yine eğelendik iyi mi?
sayın “baby on board” biraz daha dikkatli okuyunuz yahu, ben hep kendimi anlatmamıştım yazımda.
Bi sürç-i lisan etmişiz, adamın oğlunu kafatasçı yapmışız. Özür-büzür. Tabii ki Nihal Atsız olacaktı. Yağmur Atsız bey de ender kıymetli gasteci abilerimizden biridir bu arada.
baby700;yanıtınız konuyu farklı bir açıdan düşünmemi sağladı,teşekkür ederim.
Ama;”abi karıların şu tarafı beni hasta ediyor”,”erkek değilmisiniz hepiniz aynısınız”gibi cümlelerin bazı doğrulara işaret etmekten çok toplumsal öğrenmelere ve bu öğrenmeler sonucu meydana gelen kalıp yargılara parmak bastığını düşünüyorum.Elbette erkekler ve kadınlar arasında ortaklıklarla birlikte farklılıkların da sözkonusu olduğu litarütürde halen geçerli bir önerme.Bunlarla birlikte farklı milletlerin (Türk,Kürt,Maori)kendilerine özgü özelliklerin olduğunun ben de farkındayım;ama farklılıkların aşağılanmasını değil; olduğu gibi kabul edilmesini savunuyorum. sadece.Farklılıkları köken veya cinsiyete bağlamanın yukarıda belirttiğim gibi kalıp ve öğrenilmiş olduğunu tekrar etmekle birlikte bireysel ayrılıkları veya farklılıkları şunlara bağlamak daha anlamlı:
1-Genetik faktörler,
2-Doğumdan itibaren başlayan sosyalizasyon süreci(son araştırmalar-İngiltere’de-bu sosyalizasyon sürecinin anne karnında başladığına işaret ediyor),
3-Çevresel faktörler(yani çevrenin şekillendirmesi),
4-Şans faktörü.
Dallanıp budaklanmaya oldukça açık ve geniş bir konu.Maalesef konunun başlığı hem bunu tartışmaya müsait değil hem de zaman yok.
Fakat hakikaten cevabınız için yeniden teşekkür ederim,iyi bir noktayı yakalamama sebebiyet verdi.
futbol konusuna takılanlar (bahsedenler yada);
1. salvo-g
2. bülent ince
3. baby700
4. lesclaypool
Kim şampiyon olacak
başlıklı ahkamıyla ve şu giriş cümlesiyle;
Bu sene ve her sene gönüllerin şampiyonu Fenerbahçe, ligin en kayda değer olayına(6-0) kim imza attı hatırlayın bakalım.
5. pagan (sadece fenerbahçe demiş ahkamında)
6. psychedelic
7. pagan
umutsuz?
yaşamak. sadece fenerbahçe ile ilgili bir link
daha da vardır aslında ben sadede ahkamların sonlarına baktım. bunlar yeterli idi benim için futbola sataşmak hakkını bulmamda kendimde (uff feci devrildi bu).
ahkamında benim ne dediğimi açıkça yazmışsın ama alamamışsın sanırım. ben sana bir şey söylemedim, koca blog içerisinde futbola takılanlara sataştım.
sonra demişsin ki;
NuMB’un şaka olsun diye yazdıklarına karşı benim yazdıklarımın da şaka olduğu gayet açık, aslında o mevzuya senden başka takılıp kalan kimse yok, o zaman, eğer ortada bir salak varsa, o ben değilim
şimdi sadece futbolla ilgili ahkam girenlerin takılmadığını, ancak benim takıldığımı söylüyorsun. bir de sadece şaka yaptığını. ben savımı değiştireyim o zaman. yukarıda sözü geçen 7 ahkamın (özellikle 5 ve 7 nin) takılıp kalmak olduğunu anlayamıyorsan ve üstelik sadece yapılmış şakaları defalarca tekrarlayarak şaka yapabiliyorsan, kusura bakma ama sen gerçekten salakmışsın. benim her yerde futbolu kötüleyerek karizma yapmaya çalıştığım sanrısı sizi iyice bir sersemletmiş olacak ki, solculuğun ve hatta canlı biliminin müptelası olduğunuz futbol kadar saçma olduğuna kanaat getirmişsiniz. birde üstüne, sanki benim tüm fikirlerimi biliyormuşcasına, tümünün sağdan soldan toplanmış kırıntılar olduğunu dile getirmişsiniz. benim bir yanılsama içerisinde olduğunuzuda dile getirdikten sonra olası yazacaklarmın biçemini “mesaj” olarak belirlememi istemişsiniz. bunlardan nasiplenmek istemeyeceğinizi söylüyorsunuz sanırım. karşılıklı hakaretlerin kedi köpek kavgasına benzediğini…
ben size incilden bir örnek vermek istiyorum, keşanlı kadın örneği;
isa, geçtiği bir yerde (ki bu yer keşan ve daha önce isanın soyundan olanları katledenlerin yaşadığı topraklar olduğundan onlara yardım etmeden geçiyor) bir kadın, “isa bey oğlum, bak benim kızım çok hasta ölecek, bir el atsan”
isa, “ köpekler, sahiplerin sofrasından yemek yiyemez.”
kadın, “ama köpekler dahi, yere dökülen kırıntılardan nasiplenir”
isa “ey kadın, imanın ne yüceymiş senin, dilediğin gibi olsun” der ve kız iyileşir.
işte bu aşamada, örnekteki isa ve kadın’a takılmadan geçebilirseniz yani
“ben kadın diilim bi kere!”, “sen kendini isa mı sanıyorsun, hahaha, mesih olmuşun, yücesin tırı vırı” demeseniz. kırıntılara dahi muhtaç olduğunuzu açık ve net olarak gözlemleyebilir ve haddinizi bilirsiniz.
son olarak, eğer birisi dolaylı yollardan benim salak olduğumu bağırıyorsa cümle aleme, ben bunun aksini o kişinin kulağına fısıldamam. ne demiş arif kişi, “kötülük meraklısı olma ama sana büyük bir kötülük verene, üstüne beş küçük kötülük ekleyerek geri ver.”