bildirgec.org

zarifce

11 yıl önce üye olmuş, 32 yazı yazmış. 197 yorum yazmış.

Muhteşem Süleyman (Kanuni Sultan)

zarifce | 07 January 2011 15:50

Osmanlı İmparatorluğunun duayenidir.Avrupaya korku salan kendisinden yardım isteyen avrupa kralına “korkma ben geliyorum” diyen bir padişahtır.Venedik elçisi Bartelemeo Contari erken tanımlama ile Kanuni Sultan Süleyman Han’ın şemailini anlatmış ve tüm insanların onun hükümdarlığında huzur bulacağını ifade etmiştir.

Muhteşem Süleyman, tarihçilerin kendisini Kanuni olarak zikretmesi ile Kanuni Sultan Süleyman olmuştur.Bu kanunilik yeni kanunlar yapmasından değil mevcut kanunların yazılı hale getirilip sıkı bir şekilde uygulanmasından ileri gelir.1520 de tahta çıkarak 46 yıllık bir padişahlık hayatına değil bir ömür binlerce ömür sığdırmış tüm tebası ile dünya milletlerine huzur temin etmiştir.Kara ve deniz yoluyla başarılı seferler düzenlemiştir.Kanuninin şairliği de önemli yer tutar, kulağımdan silinmeyen ise “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi-Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhatı gibi” beytidir.Kanuninin dört hanımla evlilik yaptığı bildirilir.Birinci hatunu 1550 de vefat etmiş ancak adı bilinmeyen hatunudur.İkinci hatunu Mahi Devran Haseki 1581 de vefat etmiştir.Üçüncü hatunu Gülfem hatun 65 yaşında vefat etmiş dördüncü hatunu ise Ortodoks bir rahibin kızıdır, Müslüman olmadan önceki esas adı Aleksandra Lisovska’dır ve Roksalan’da denmektedir ve 1558 yılında vefat etmiştir.

Çocuklar

zarifce | 29 December 2010 15:05

Çocuklar vardı çocukluğumda
Kırlardaki kelebekten, daldaki kuşlara
Sevgiyle kıpırdayan kalplere ilaç
Çocuklar vardı çocukluğumda

Apaçık bir düşman

zarifce | 22 December 2010 23:45

Allahü Teala ayeti kerimesinde mealen’Biz bu insanın aslı olan Adem’i suya karışmış ve nice yıllar geçmiş ve kurumuş balçıktan yarattık’ buyurmaktadır.(Hicr 26)
Allah Adem i yarattığında Meleklere ve iblise ‘Adem’e secde ve tevazu edin’ demiştir.Melekler secde etmiş ancak iblis kendisini Adem (a.s) den üstün görüp secde etmemiş ve Allah’ın emrine itaat etmediği için kafirlerden olmuştur.

Vaveylacılar sizi..

zarifce | 14 December 2010 07:59

Neden her yer bembeyaz olunca “kara kış geldi” denir? Neden kar yağınca bazı tv ler felaket tellalığı yapar? Aman, yandık, öldük, bittik diye feryadı figan edenler acaba yağan karın ne anlama geldiğini biliyorlar mı yoksa göbekten mi atıyorlar ya da bir amaçlarımı var? Bilmeyecek kadar zekalı olamazlar. Herhalde bir amaçları vardır ya da doğa ile bir alıp veremedikleri var. Bırakın kardeşim velveleyi feryadı kar da yağsın yağmurda esas bunlar olmazsa felaket gelir dua edin de sizin gibiler yüzünden başımıza taş yağmasın. İki gün önce haberleri izliyorum kar yağdı denince şükrettim ama haberin devamında sunan spikere ve tv kanalına beddua edecektim, vazgeçtim. Öyle bir kar haberi veriyorlar ki duyan kıyamet kopmuş sanacak. Hepi topu yağan karın kalınlığı 20 cm yi geçmez, şehirlerde ana alterler açık ara sokaklarda çok çok 1-2 saate açılır ne var bunda niye vaveyla ediyorsunuz? Yağmur yağar felaket, kar yağar felaket, güneş ısıtır. Felaket yapmayın esas sizin gibi insanların yaptığı felakettir. Doğaya kafa tutmayı bırakın vatandaş da kimin ne olduğunu iyi biliyor. Diyeceksiniz ki başka tv yi seyredin; o zaman iyi de hiç mi zaplamayalım? Teşekkürler.

Devrim

zarifce | 24 November 2010 16:28

Hücre, bir canlının bütün özelliklerini taşıyan, en küçük birimidir. İnsan da birey olarak yaşadığı toplumu yansıtır. Canlıların hepsi hücrelerden oluşur, topluluklar ise bireyden, hücrelerden oluşma, ayrı canlıların en belirgin ayırt edici özelliğidir, bireyden oluşan toplumların özelliği de yine bireyde saklıdır. Hücreler bağımsız hareket ettikleri halde birlikte iş görürler. Bireyler bağımsız hareketleri ile hem kendi yaşamlarını hem de oluşturduğu toplumun hayatını idame ettirmesini sağlar.

Aynı alanda gerçekleşen birçok toplumsal olayın genel adı toplumsal olgudur. Tek bir topluma ya da kişiye özgü değil, bütün toplumlara ya da kişilere özgüdür. Aynı türden birçok değişmeyi anlatmak için kullanılır. Başlangıç ve bitiş süresi ve nerede biteceği kesin olarak belirlenemez ve Soyutlama ve genelleme yoluyla elde edilir. Toplumsal olguya önemli bir örnek devrim-yeniliktir. Şimdi yazının başında neden hücre ile insanı karşılaştırdık. Hücreler bölünme ile kendisini yeniler ve çoğalır insan da doğumla çoğalır. Doğum da bir yeniliktir. Burada önemli olan ve temas etmek istediğim konu YENİLİKTİR. Yenilik denince aklıma hücrelerin kendini yenilemesi ve Cumhuriyet devrimleri gelir. Bence ikiside büyük bir olay. Yenilik hayatımızın her alanında olması gereken bir olgudur. Değişmek birey ve toplumun gelişerek daha ileri gitmesi demektir. Yenilenmek için başka toplumları örnek alabiliriz. Bu yenilik toplumumuzu diğer toplumlar arasında ileri seviyelere taşıyacak nitelikte olmalıdır. Yani başka toplumların hayatlarını yozlaştıran ananelerini kendimize “biz de bu yok” diye örnek almamalıyız. Özellikle teknoloji alanında yapılan yenilikler toplumu ve ülkemizi ileri götürür.

karanlıktan, aydınlığa (2)

zarifce | 24 September 2010 16:17

Maalesef sorulan sorulara doğru cevap verememiştim. Dünyada iken üzerinde yürüdüğüm, çocukken koşup oynadığım toprak ana, beni sıkmaya başladı, kemiklerim un ufak oldu. Bu ne şiddetli bir azap. Neden? Diye sordum. Toprak ana “Allah böyle emrettiği için” dedi.
Dostlarım, ölüm bir kere oluyor. Canlı bir kere ölüyor. Şayet amelin azabı gerektiriyorsa ölüp ölüp diriliyorsun. Evet, başıma gelenleri size anlatayım. İkinci kez uyandığımda kabirdeymişim. Yanıma gelen Münker ve Nekir isimli sorgu melekleri imiş. Bana sordukları sorulara doğru cevap verebilirsem kabrim genişleyecek ve açılan kapıdan cenneti seyredecektim. Doğru cevap veremezsem kabir beni sıkacak, sabah akşam cehennemdeki yerim gösterilecek. Yani amele göre mükafatınız yada cezanız kabirde verilmeye başlıyor. Ameli iyi olan kıyametin kopmasını ve gösterilen cennete biran önce gitmeyi arzuluyor, kötü amel sahipleri ise kıyamet kopmasın bu azaba razıyız diye yalvarıyorlar. Cehennem azabı daha çetin. Burada temizlenebilen mahşerde rahat ediyor. Birde ameli iyi olanlar kendi amellerine denk olan amel sahibi insanlarla görüşebiliyor. Ben görüşemiyorum. Ruhum ızdırap içinde. Eşim ve çocuklarım ziyaretime geliyorlar, bu beni çok sevindiriyor, yaptıkları dualar rahatlatıyor. Keşke dinimin gereğini yapsaydım. Keşke amelim iyi olsaydı. Ama burada keşkelerin bir önemi yok. Burada günler böyle geçiyor.
Cehennemdeki yerim gösteriliyordu, kabrimde yankılanan bir ses “Allah’ ın izni ve rahmeti ile azabın sona erdirildi” dedi sonra kabrim birden genişledi, üzerimdeki acı ve korku yerini heyecan ve sevince bıraktı, daha sonra yeni bir kapı açıldı ve cennetteki yerim olduğu söylendi. Aman Allah’ ım bu ne muhteşem bir yer, dünyada böyle bir yeri ne gözler görmüş ne de kulaklar duymuştur. Müjdeyi getiren melek benimle konuşmaya başladı;*Allah’ın izni ile azabın sona erdi.
-Artık hiç azap görmeyecekmiyim?*Allah seni bağışladı.
-Ne yaptım ki Rabbim beni bağışladı?*Kabrini ziyarete gelen kulu hatırına bağışladı.
-Kimmiş bu muhterem insan ki Rabbimin rahmeti üzerime yağdı?*Bir öğretmen.
-Benim öğretmen bir akrabam yok ki?*O sana akrabandan daha yakın.
-Allah ondan razı olsun. Ben ona ne yapmışım ki kabrimi ziyarete gelmiş?*Onlara sıkıntılı günlerinde yardım etmişsin. O da öldüğünü duyarak ziyaretine gelmiş. Dedi.
Bir gün hastanemdeki makam odasında dinleniyordum. Halkla ilişkiler müdürüm yanında bir gençle içeri girdi.
–Efendim, arkadaş öğretmen olduğunu ve sizinle görüşmek istediğini söyledi.
-Tamam. Buyrun oturun.**Teşekkür ederim, ismim Murat. Öğretmenim.
-Hikmet. Hastanenin sahibiyim. Size nasıl yardımcı olabilirim?**Hikmet bey, bizler gönüllü insanlar olarak ihtiyacı olan yerlere öğretim yuvaları açıyoruz. Sizin gibi hatırı sayılır iş adamlarımızdan yardım talep ediyoruz. Tabi gönlünüzden ne geçerse.
-Ne okulu bu, nereye açacaksınız?**Efendim, açmayı düşündüğümüz okul ilk ve orta öğretim düzeyinde olacak, yer de Avustralya.
-Ülkemizde yer kalmadı mı? Neden yurt dışına açıyorsunuz?**Ülkemizde birçok okulumuz var. Yurt dışındaki insanlarında bu okullara ihtiyacı var.Genç öğretmen ile bir müddet daha sohbet ettikten sonra kendilerine, şuan az olduğunu düşündüğüm bir miktar maddi destekte bulunmuştum. Daha sonra Murat öğretmen birkaç kez ziyaretime gelmişti. Bilseydim onu hiç bırakmazdım. İşte o muhterem insanın benim için yapmış olduğu dua ve ufakta olsa yaptığım yardımdan Rabbim razı olmuş. Keşke dünyaya dönsem de tüm malımı sarfetsem.

karanlıktan, aydınlığa (1)

zarifce | 24 September 2010 14:33

Uyandığımda her taraf karanlıktı. Muhtemelen elektrikler kesildi. Geceliğim bedenimi sıkıyor, belki de kafama çektiğim yorgandan etraf karanlıktı. Sağ kolumun üstüne yatmışım, sırtüstü dönmek istedim ne bedenim ne de kafamı kımıldatmam mümkün olmadı, bu arada korkuya kapılarak eşime seslendim duymadı, çocukları çağırdım onlardan da ses gelmedi. Bir müddet bekledim, hani bazen rüyalarda bağırırsınız kimse duymaz, korktuğunuz bir şeyden kaçmak istersiniz kaçamazsınız ya, işte böyle bir rüyada olduğumu düşündüm.
Teselli ararken tekrar uykuya daldım. Bu sefer uyandığımda oturur vaziyette idim, etraf yine karanlıktı ve üzerimde ne yorgan ne de beni sıkan geceliğim vardı. Bir takım sesler duymaya başladım. Sesler gittikçe çoğalarak, korkunç bir hale geldi. Siyah ve mavi renklere bürünmüş iki kişi yanımda belirdi. Daha sonra etraf aydınlandı. Kare biçiminde ama her tarafı kapalı bir yerdeydim. Toprak üzerinde oturuyordum. Duvarlara baktığımda her tarafın toprak olduğunu anladım. Yanımda duranların kim olduğunu anlamaya çalışırken, bana sorular sormaya başladılar. “Rabbin kim? Dinin ne? Muhammed (S.A.V.) isimli zat hakkında ne söylersin? Amelin nedir?” Afalladım kaldım. Bana bu soruları soran kim? Burası neresi? Az önce yatağımda değil miydim? Eşim nerede? Çocuklarım neredeler?
Sahibi olduğum hastane aklıma geldi. Meslektaşlarım bana bakar. Mutlaka ateşli bir hastalığa düştüm. Onlar çaresini bulur. Ancak kimseye sesimi duyuramıyorum. Tekrar aynı ses bu sefer sinirli tonda aynı soruları soruyor, ben cevap yerine neler olduğunu anlamaya çalışıyorum.
-Siz de kimsiniz? Bana ne oldu? Neredeyim?*Sana vaat edilen gün geldi.
-Ne vaadi? Ne günü?*Allah, senin için biçtiği günü tamamladı. Fanilik bitti. Sıra sonsuzlukta.
-Ben öldüm mü?*Her canlı ölümü tadacaktır.Demek doğruymuş. Rüya da değil miydim? Korktuğumdan kaçamamıştım. Demek ki kabir ve öbür dünya varmış. Ölüm.
-Ne olur bana zaman tanıyın. Benim daha yapmam gereken birçok iş var. Hem bu arada biraz iyilikte yaparım. Belki bana yardımı dokunur.*Allah senin için biçtiği günü tamamladı. Fanilik bitti. Sıra sonsuzlukta. Ne getirdiysen onunla yetinirsin ancak Allah’ın rahmeti boldur. O ne dilerse kul o şekilde haşrolur.
-Ama benim hastanem var ayrıca çok zenginim, zaman tanırsanız fakirlere yardım da ederim.*Mülkün sahibi ancak Allah’tır. Sen kullanmakla mükellefsin.
-Şimdi bana ne olacak? (devamı gelecek)

Egoistlik iyi bir şey değil

zarifce | 21 September 2010 14:12

İnsanı, yaratılanlar içerisinde sadece insanlar anlar. Her insanın bir sorunu vardır ayrıca gerek aile gerekse iş hayatında üstlenmek zorunda kaldığı bir sorumluluğu da vardır. Kim istemez ki maddi ve manevi sıkıntılar içerisinden kurtulup refah içerisinde yaşamayı. Evet birçoğumuz bunu isteriz. Belki bilerek beklide bilmeyerek bu refahı isteriz. Tabii ki insanın refah içerisinde yaşamını idame ettirmesine bir itirazım yok. Ama refaha ulaşan insanın halen kendisi istemediği halde sefalet içinde bulunanları unutmasına ne demeli? “Bana ne kardeşim herkes kendisinden sorumlu” deyip bir çırpıda işin içerisinden çıkmak mı yoksa “Neticede hepimiz kardeşiz. Ben refah içerisinde yaşarken ve Allah bana bunca malı ve mülkü vermişken sefalet içindeki kardeşlerime bir yardımım dokunsun” diye bir şeyler yapmaya çalışmak mı daha iyidir.Günümüz insanlarının çoğu egoist bir yaşamı tercih ediyor. Bizim atasözümüz olmadığı halde yıllarca bize atasözü diye yutturulan “bana değmeyen yılan bin yaşasın” mantığı ile bir yere varamayız. Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak, renk, ırk, dil, din ayrı yada aynı hiç fark etmez bulunduğumuz konumun hakkını vermemiz lazım. Yukarıda söylediğimiz gibi kimisi zengin kimisi fakir olabilir. Zengin üzerine düşen vazifelerini yerine getirirse yani vergisini hakkıyla verir, malından bir kısmını zekatı olarak dağıtırsa zannediyorum ki ülkede fakir diye bir şey kalmaz. Fakir olan da “nasıl olsa birileri yardım yapıyor böyle de hayatımı sürdürürüm” demeyip elinin erdiği ve gücünün yettiği kadar çalışmaya devam ederse hem zengine, hem ülkesine, hem de kendisi ve ailesine bir katkı da bulunur. Unutmayalım ki ömrümüzün her anında ayrı bir sınava tutuluyoruz.Teşekkür ederim.

Gelin hep beraber rahat edelim.

zarifce | 15 September 2010 15:54

“Bir canlı izin varsa şu toprakta, silinmez;
Ölsen seni sırtında taşır toprağın altı.
Ey gölgeden ümmid-i vefa eyleyen insan;
Kaç gün seni hatırlayacaktır şu karaltı.”

Evet Mehmet Akif’in dediği gibi insanoğlu dünyada öyle bir iz bırakmalı ki hem sahte hem gerçek dünyasında işine yarar bir ameli olsun. Peki, insan sonsuzluğa kadar hatırlanmak için nasıl bir iz bırakmalı? Şimdi biraz elimizdeki imkanları kullanarak ilmihal kitapları veya var ise en kolay olanı internet üzerinden bir araştırma yapalım. İnsanın hayırla anılması için arkasında hayırlı bir iş yani canlı bir iz bırakması gerekir. Nasıl olacak? İnançlı insan öldükten sonra hayırla anılmak için arkasında;
1- Sadaka-i cariye (devamlı kazandıran bir eser, köprü, cami okul gibi hayır) bırakanın,

2- Hayırlı bir evlat(ruhu için dua edip hayır hasenat yapan bir evlat) bırakanın ve

Gerçek hayattan bir kesit.(Şeytandan dost olurmu?)

zarifce | 12 August 2010 16:46

Yalandan yüzüme gülen bu dünyada, yolun yarısını bitirdim. Sonlara yaklaşırken düşündüm. Ne idim ne oldum? Hani derler ya “elini kaptıran kolunu alamaz” . Gerçek dostlarıma tavsiyem şeytandan medet ummasınlar. Şeytan işini bitirene kadar dost olur. İşte benim dostum da şeytandı.

Bildiğimiz mana da olmasa da teşbihte şeytanı aratmayan dostum. Ne zaman başım sıkışsa yanına giderdim. Her gitmemde beni boş çevirmez. Hatta ihtiyacımdan fazla para verir “uzun zaman sonra iki katı ile isterim veremezsen iki katını dörde katlar beş ile çarparım haa!” derdi ama yine de benim dostumdu. Ne zaman başım sıkışsa yanına giderdim. Dostuma güvendiğimden beni boş çevirmeyeceğini bilirdim. Beni çok sevdiğini biliyordum. Zaman ilerledikçe dostumun arkadaşlarından birkaçıyla daha tanıştım. Onlar da benim dostum gibiydiler. Ne zaman başım sıkışsa yanlarına giderdim. Beni hiç boş çevirmediler. Beni çok sevdiklerini biliyordum. Bu sevişmeler yıllar sürdü. Birbirimizi çok sevmiştik. Ta ki ben aldıklarımdan bazılarını dostlarıma geri vermede zorluk çekmeye başladım. Zaten borçluydum, birde dostlarım verdiklerini almada geciktikleri için zamanı kısmaya başladılar. Ve ilk dostumun dediği gibi beni dörde katlayıp beş ile çarptılar ve işlerinin bittiğini anladım. Dostluğumuz bitmişti. Aslında hata ben de idi onlarda değil. Şeytandan insana dost mu olur. Şimdi dostlarımın bana yardım ediyoruz diyerek verdikleri paraları üç, beş katı ile onlara geri ödemeye çalışıyorum. Elimden geldiği kadarı ile yaşadım. Eşim ve çocuklarımla, maddi imkansızlık belimi kırarken, bir elbiseyi iki yıl bazen de dört yıl giydik. Çocuklarıma istediklerini almaya çalıştım, elimden geldiği kadarı ile yaşadım. Çoğu zaman ağladım, sessizce ağladım, suç bende idi, başka yerde suçlu aramadım. Ama dostlarım beni uyarsaydı bu duruma düşmezdim. Belki kafam çalışmıyor, neden uyarmadılar. Şunu söylemeliyim, ben paramı hiçbir şekilde kumar, alkol, bar-pavyon gibi kötü yerlerde harcamadım. Ben paramla kardeşlerimin okumasına yardımcı oldum. Babam emekli maaşı ile kıt kanaat geçinirken, ben yardımcı oldum. Bu yardımların karşılığını aldım. Cebimde zerre miktar para kalmadığında işte o meşhur dostlarım imdadıma yetişti ve beni önce ihya ettiler sonra rezil. Şimdi dostlarımı bildiniz mi? Şeytandan farkları olmayan dostlarımı.Dünya için maddi anlamda bir şey düşünmüyorum. Kendime yetecek biraz param, ayağımı yerden kesecek bir araba ve başımı sokabileceğim bir ev. İşte benim hayalim bu. Bu hayal sadece benim değil herkesin hayali. Bir ev alabilir miyim?