bildirgec.org

UVERCANKi

11 yıl önce üye olmuş, 53 yazı yazmış. 268 yorum yazmış.

Anlatılamaz bir duygudur bu

UVERCANKi | 10 May 2004 23:37

Bugün düşünmekten bile acizim, sanki yılların düşünce yorgunluğunu çekiyormuşum gibi. İçimde tuhaf bir his var. Acayip bir boşluk içimi doldurmuş sanki. Ya da boşlukta uçuyorum. Sanki bütün evreni çevrelemişim ya da evren beni çevrelemiş. Her şeyi, bütün evreni görüyorum ama bakışlarım ifadesiz. Her şey boş geliyor artık ve en ilginci çok rahat hissediyorum. Ölüyor muyum ne? Eeeeyyy bütün kelimeler o kadar anlamsızlaştınız o kadar boşsunuz ki artık şu yazdıklarımdan bile bir anlam çıkaramıyorum. Saçmalıyor muyum yoksa? Neyse yarın seni okurum belli olur. Kim bilir belkide gülerim. 😉 Hah düzelme var sanki. Bak göz atmışım. Oluyor oluyor işte 🙂 Artık yüzümde tebessüm var. Şimdi insanın yazınca veya düşünmek isteyince gerisinin geldiğini ve içini döktükçe yaşadığının farkına vardığına şait oldum. Ohhh bee kendime geldim. Seni yarın okumama gerek kalmadı günlük. Evet komikmişim ve bir okadar da enteresan. Ya bi git allah aşkına neden hala saçmalıyorum. Nedir bu kısır döngünün sebebi? Naaaaaaaaah düzelme var. Bitmişsin oğlum sen.

Nerdesiniz Gençlik?

UVERCANKi | 07 May 2004 23:49

Bir de şöylesi var:

Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…

“Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik…

Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah’ın Kur’an’ında “belhüm adal” dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, Türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören… Bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… Beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik…

Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikey”leri “yatay” hale getirecek bir nida kopararak “Mukaddes emaneti ne yaptınız?” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik…

Halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında “Hakimiyet hakkındır” düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bulan bir gençlik…

Emekçiye “Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın!”, kapitaliste ise “Allah buyruğunu ve Resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!”, ihtarını edecek… Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik…

Birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan Batı adamının bulamadığını, Türkün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik…

“Kim var!” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “Ben varım!” cevabını verici, her ferdi “Benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik…

Bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik…

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara “Siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!” diyecek ve gerçek müslümanlığın “ne idüğü”nü ve “nasıl”ını gösterecek bir gençlik…

Tek cümleyle, Allah’ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik…

Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.

Necip Fazıl Kısakürek

Dünya Hangi Vücutta Dile Geldi?

UVERCANKi | 01 May 2004 18:56

“olmak yada olmamak”

Bu sözün sahibini sanırım yazmaya gerek yok. Bir söyleşide, Ahmet Altan’a yazarlığı hakkında soru soruluyor ve Altan onlara “bir tarafa Dünyanın tüm mücevherlerini, diğer tarafa ise shakespeare’in bu sözünü koyun. Şimdi size sorsalar, hangisine sahip olmak isterdiniz? “to be or not to be”yi yazan mı, yoksa bu mücevherlere sahip olan mı?”.

Sanırım sözün vücut bulduğu bir yaşam sürmek servetlerin en büyüğüdür. (En amansız serüvenler değil midir ki sözler, kişiyi peşinden sürüklemesin) Çünkü gerçeğin dile gelişidir söz. Öyle ya… En nadide çiçekten tutunda, toprak denilen kuyumcunun işlediği elmasa varana dek mevcudiyetini söze borçlu olmasın.

Medyanın 1. Dereceden Görevleri.

UVERCANKi | 01 May 2004 17:39

Halkı, yaptığın tüm programlarla sürekli aşağılayacaksın. Bunu ufak-ufak, yedire-yedire vereceksin. Gün gelecek bombayı patlatacaksın. Halk kendisine yapılan hakaretleri, aşağılamaları normal kabul etsin. Hep halka ikinci sınıf vatandaş olduğunu hatırlatacak programlar yapacaksın. Yarışma programları düzenleyerek, gerçekten ihtiyacı olan insanlara hediyeleri vermek için programın sunucusuna, “showman”ine (ne demekse?! palyaço gibi bir anlamı olmalı) yalvarmasını, adeta ayaklarına kapanmasını sağlayacaksın. Yarışmadan çok, herkesin önünde açık dilenme durumuna getireceksin. İnsanların gururu ile oynayacak, açlıkla, yoksullukla, yoklukla… alay edeceksin. İyiliğin en makbul olanı gizli yapılan diyecek, ama eğlence programları düzenleyeceksin. Milyonlarca kişinin önünde iyilik yapan kişilerin reklamını yapacaksın. Hem de bağıra-bağıra günlerce anlatacaksın.

En genel ve en temel forum kuralları

UVERCANKi | 27 April 2004 23:59

1- burada özgün bir şeyler üretip, üretmeye çalışıp da görünmeye, var olmaya çalışmak yerine, polemik yaratıp, yarattığı polemiklerle var olmaya çalışan, kendini gösteren kişiler ve bu kişilerin mesajlarına yer verilmez.

2- bu forumda kişilere yönelik hakaret içeren sözler, mesajlar, yazılar silinir.

3- bu forumda, özgürlükler ve hoşgörü sınırsız değildir.

4- bu forumda kuralları, forum admini belirler ve uygular.

5- bu foruma üye olmak, yazı yazmak bu kuralların kabulü anlamına gelir.

Bişi Sorcam

UVERCANKi | 23 April 2004 23:39

Bugün NTV de saat 22:00 da 80 li yılların en iyi 80 parçaları diye bir program vardı, hemen hemen aynı saatlerde TRT1 de Aylaklar diye bi yerli film vardı. Yine aynı saatlerde TRT2 de Fatih Erkoç’un sunduğu Yankılar adlı program vardı ve Deniz Arcak konuktu. Deniz arcak’ın bu kadar iyi jazz söylediğine bugün şahit oldum. Ancak çok sinir olduğum bir durum vardı. Malum. Programların aynı saatlerde olması. Üç arada bir derede kaldım yani. Kumandadan gitti 1 yıllık ömür. Kumandayı sittir et gitti güzelim arşivlik programlar. Yok mu bunun bir çözümü? Birini izlerken diğerini divx formatında kaydedeceğim bir lüx var mı? Veya tavsiye ettiğiniz başka bir çözüm? Yardımcı olursanız sevinirim.