bildirgec.org

plumprune

11 yıl önce üye olmuş, 90 yazı yazmış. 852 yorum yazmış.

Cip Araba

plumprune | 05 February 2004 17:28

Agri kesici, anti-depresan, kemo-terapi. Kan seviyesi dusuk, Arh(-) kan gerekli. Ben veremem, piercingi yaptirisimin uzerinden henuz bir yil gecmedi. Hem ya varsa hepatit mepatit, hani bu yaz, turizm murizm, havuz mavuz, zaten antibiyotik icmistim disim icin malumunuz. Ah, keske tek dert kan olsa, bulunuyor eninde sonunda.

Gitmeliyim bir sure buradan, cok bunaldim, boguldum kahrolasi dort duvardan. Kacmayi da denedim gerci, terkettim sehri. Ot bok takildim. I ih, kacilmiyor, bilakis fena yakalaniliyor ve hatta akli denge yitiriliyor. Paranoya basliyor birden: o ne dedi, bu ne dedi? Kufur mu etti? Anladim, beni burada istemedi. Yoksa olum kokusunun bedenime sindigini mi hissetti? Sniff sniff, az daha parfum sik.

Yakalayin! Evlilik Yasi Kaciyor!

plumprune | 13 December 2003 03:23

Izninizle cok hafif bir konuya deginecegim. Etliye sutluye karismadan, elimin hamuru ile evlilik yasi ile ilgili bir cift laf edecegim. Bir “Ben Evleniyorum” firtinasi yasanmis ulkemde, beni kasip kavurmasa da esintisi geldi uzerime. Gazete okurken karsilastigim bir arastirmadan yola cikarak, uzun suredir bos gordugum moderasyona bir yazi yollayayim dedim. Ne Irak’tan, ne AB’den, ne AKP’den, ne de KKTC’deki secimden bahsediliyor yazimda, haberiniz ola. Kac yasinda evleniyormusuz ve ben bu konuda ne dusunuyormusum, iste tum konu bundan ibaret. Adettendir, teknolojiye ve yeni yuzyila atifta bulunarak konuya gireyim simdi:

Son Gün

plumprune | 01 November 2003 00:57

Bugün son gündü, “işte son gün…” diyerek sahile indim önce, otelin suni havasından kurtulmak için, yaklaşık elli metre uzaklıkta olan balıkçı iskelesine gözümü diktim, oraya doğru yol aldım. Yan site sakinlerinden sevgili Cafer Ağa’nın üç köpeğinin tatlı haykırışları ile yolum kesildi, onlarla oynaştım. Denize taş attım, getirdiler; taş kaydırdım, durup beklediler. Her tarafım köpek koktu, tokamı ve ufak çantamsı şeyimi ellerinden zor kurtardım. Evlerine dönmelerini sağlamak olası değil, boş arazide otlayan atları kovalıyorlar, ben nereye gitsem peşimden geliyorlar. E benim ayak bastığım yerler, onların da mülkiyeti sayılır. Tatlı mı tatlı Suzie’ye teslim ettikten sonra iki azman ve bir bidillağı, belirlemiş olduğum hedefime tekrar yönlendim, iskelenin ucuna gidecektim. Deniz, balık ve köpek kokusu sardı etrafımı. Derin derin içime çektim. Sürat motorları, kayıklar, ufak restoranlar derken sonunda uçtaydım. Deniz, yaz sezonunda olmadığı kadar berrak ve davetkar, havanın soğuk olması umurumda değil, ancak altımda bikinim yok, atlayamadım. Hayıflandım, sözde evlerine teslim ettiğim köpekler de burnumun dibinde bitti ansızın. Oturduk üç köpek bir de ben yanyana, bekledik belki yunuslar gelir diye. -Heyecana gerek yok, gelmediler. Zaten hikayemin sonunda da enteresan bişii olacağı yok, herhangi bir beklenti içine girmeyiniz.- Otelde son gündü, son müşteriler de yarın ayrılıyordu; ben de sezonu bitirmenin tadına, balıkçı iskelesinde varıyordum. Yalan söyleyemeyeceğim, geldim geleli bi tane bile kitap okumadım, ama çok yakında gireceğim bir sınava, az buçuk hazırlandım. Çalışma kitabında salak hatalar vardı, sıkıldım, bir kenara attım. Alkol tükettim, saçmaladım, taş topladım. Sabah akşam yoğurt yemeyi ihmal etmedim, sağlam kafa, sağlam kemiklerin üzerinde ikamet eder. 29 Ekim’de İzmir’de olmak istedim, Fransız Bayramında balonlar şişirilip, özel kutlamalar düzenlenen otelde, 29 Ekim için bi bok yapılmadı, rüzgar gibi geldi geçti. Bingo yaptık, allem ettim kullem ettim, çıkan rakamlarla bağlantı kurup, bayramı kutladım. Bu arada sahildeki iskeleden yola çıkıp, bingo (tombala) mevzuuna ben nasıl daldım? Neyse… İskele o kadar muhteşem kokuyordu ki, görselliği geride bıraktı. İçime çektim bol bol kokuyu, belki saklayabilirim diye, ama otel restoranına yaklaştıkça, büyü kayboldu, asabım bozuldu. Odaya çıktım, sukunet, kendim ile başbaşa bir iki saat geçiririm ümidiyle, elime de aldım kitabımı, okuyacağım. Heyhat ne mümkün, odaya daldı, elimdeki kitaba bakmadan, salak muhabbetler açtı. Sustum… cevap vermedim… sallamadım… anlamadı. Israrla uğraşıp, kafamı dağıttı. Attım kitabı, ona baktım. “Son gün, son gün…” diye sayıkladım.

Şimdi öğrendim, son gün değilmiş, bi gün daha varmış…

muhteşem soru!

plumprune | 23 September 2003 15:07

Adını henüz öğrenemediğim bir bayan gazetecimizin, 8. Uluslararası İstanbul Bienali‘nin küratörü Dan Cameron‘a basın toplantısında yönelttiği soruya, salyangoz muhabirleri şahit olmuş: “Neden geçen sene bienal düzenlenmedi? Sizce sebepleri nelerdir?”

Detayları umarım salyangoz.org’dan öğreneceğiz. Dayanamadım, günlük gireyim dedim, çok güldüm de.

depresyondayım!

plumprune | 21 August 2003 03:46

Çok popüler bir başlık attım ki cümle alem beni duysun. Nasıl canım sıkkın, nasıl fenayım; günlük kirliliği yapmaya hakkım var sanırım.

İş değiştireyim dedim, gezdim kimi yayın evlerini; iyi yayın evlerinden birinden -ismi mevzu bahis değil- bir bölümlük deneme çevirisi aldım. Nasıl da heyecanlıyım! Neyse, o heyecanla bakmadık tabii konu nedir, ne değildir. Alışmadık götte don durmazmış, biz de havada kaptık haliyle. Eve geldim, aaaa! Ne göreyim? (Ben görmüştüm, paylaşayım.) Erotik mitler ve efsaneler adında bir serinin pastoral abartısı. Yahu ben hayatımda erotik mit, zart zurt okumadım ki… Neyse, dedim ki: “olsun, çevireyim.” Ancak konu dallandı da budaklandı. Kah patlamış tomurcuklarının yükünü taşımayan narin bir dal misali boynunu büktü bayan kahramanımız, kah alev alev arzu ile yandı, kıvrandı; bu arada yazarın da ergen beklentileri ateşlendi, işin aslı azdı! Süsle püsle, ateşli kıl, adam kadına yanaşsın, çıplak bedeninde elleri dolansın ve sonunda dudağına kapansın derken çeviriyi bitirdik. Gırla devrik cümle, gırla pastoral tasvir. Memnun muydum? Ne gezeeer… Yahu ben bu kitabı alıp da okumam ki, çevirmek neyime? Sonra haberleştik yayın evi ile. Bu arada yazara dair internette bir araştırma da yaptım, sıfıra sıfır. İki üç satır birşeyler yazılmış kitap hakkında ama mum bile yakamadı tabii kafamda. Dil ağdalı ve devrikmiş. E kitabın aslı da öyle! Ben bu dili sade ve düzenli hale mi getireyim şimdi? Adam belli ki çam sakızı çiğner gibi dili ağzında gevelemiş de gevelemiş, bir de erotikmiş. Biz alışmışız tabii kendi tarzımızda okumaya, öyle her baba yiğidin harcı mı erotik mit çevirmek? Velhasıl karar verdik yayın eviyle başka bir kitabı denemeye. Felsefe, roman ve biyografi seçeneklerim varmış. Canım sıkılmış bir kere, başarısızlığa katlanamam zaten. Kendime sinirlenince de sanki onların bana ihtiyacı varmış gibi rest çektim derhal. En ukala tavrımla: “Bakın, beğenmediyseniz başka deneme çevirisi istemiyorum. Olmamış ise boşuna uzatmayalım, burada kesip atalım.” dedim. Yok ama, öyle de değil. Bu tarz belki bana uymamış ama başka deneyelimmiş. Şimdi ben n’apayım? Dert değil, kasar çeviririz; ancak o da olmadı derlerse ben fena bozulurum, depresyonun ileri safhalarına doğru yelken açarım. Erotik mit okumuyorsam ben, çeviremem de demek midir ki? Ulan yoksa ben çeviremem mi?