Kent en derin uykusunda, ışıklarından anlıyorum.
Sessiz…
Bedenime gömülü gece ise, her zamanki gibi beni çağırıyor yine, Bak ay da yok. Yakamoz tarlaları gibi, görünmüyor o da artık. Birazdan dalacağım cadde, cadde sokak, sokak. Arşınlayacağım bu kenti. Demiştim ya, bu kent ağır geliyor bana diye. Çünkü hep bakışlarında susuyordu ay, on dördünde.
Ellerimi bileklerimden sen kestin. Biliyorsun… Ellerimden ellerinin izni almak için yaptın bunu. Neredeyse içime sızacaktın damarlarımdan. Ha buz kesecekti yüreğim, ha sen. Bakışlarım örtülüydü geceyle, içimde sinsi düşünceler hiç şarap içmedi ki. Ama ne akşamındayım kentin, ne sabahında işte. Sen ki gecenin üzerini karalayıp geçtin. Sen ki gecelerce sinsi düşünceler ile şarap içtin ya işte? Ellerimde ki izin soldu, renkler yok oldu. Alaca tan kırmızısı ay’ı tutmaya başladı… Birazdan balıkçı fenerleri denizi aydınlatmaya başlayacak ve hep bir ağızdan arayacağız seni. Bu olabilesi kurgunun ortasında, onlardan önce bulabilmek ümidiyle…