bildirgec.org

plakton

11 yıl önce üye olmuş, 85 yazı yazmış. 359 yorum yazmış.

Ellerinin İzi

plakton | 29 August 2007 18:20

Kent en derin uykusunda, ışıklarından anlıyorum.
Sessiz…
Bedenime gömülü gece ise, her zamanki gibi beni çağırıyor yine, Bak ay da yok. Yakamoz tarlaları gibi, görünmüyor o da artık. Birazdan dalacağım cadde, cadde sokak, sokak. Arşınlayacağım bu kenti. Demiştim ya, bu kent ağır geliyor bana diye. Çünkü hep bakışlarında susuyordu ay, on dördünde.

Ellerimi bileklerimden sen kestin. Biliyorsun… Ellerimden ellerinin izni almak için yaptın bunu. Neredeyse içime sızacaktın damarlarımdan. Ha buz kesecekti yüreğim, ha sen. Bakışlarım örtülüydü geceyle, içimde sinsi düşünceler hiç şarap içmedi ki. Ama ne akşamındayım kentin, ne sabahında işte. Sen ki gecenin üzerini karalayıp geçtin. Sen ki gecelerce sinsi düşünceler ile şarap içtin ya işte? Ellerimde ki izin soldu, renkler yok oldu. Alaca tan kırmızısı ay’ı tutmaya başladı… Birazdan balıkçı fenerleri denizi aydınlatmaya başlayacak ve hep bir ağızdan arayacağız seni. Bu olabilesi kurgunun ortasında, onlardan önce bulabilmek ümidiyle…

Susun Artık…

plakton | 27 August 2007 16:52

Bir türlü susturamayanlara

—Ah! Benim zavallı kalbim… Vazgeçemiyorsun değil mi bu sevdalardan. Kaç kere bu büyük kapılardan geri döndün, her seferinde boynunu bükerek sessizce? Unuttun mu yoksa? Uslanmayacaksın değil mi? Hiçbir zaman durmayacaksın? Sen ne zaman hayaller kurmaya başlasan gerçekleri bağırmaktan bıktım sana. Umutsuz yaşamak nedir hala öğrenemedin! Ne kaldı ki, hala hayal ediyorsun? Dokunabileceğin bir diğer yürek yok artık, yok. Uyan. Çok değişti her şey kabul et bunu.

Camdan bir kelebek kanadındaki gecenin, pencerene dolmasına izin verseydim görecektin, seni nasıl kavurduğunu. Güçlüyüm deme! Gücün bitti artık.
Mevsimlerin tüm solgun çiçekleri bizim bahçemizde görmüyor musun? Anla artık! Gitmeliyiz. Her çalan telefonda büyüyüp, küçülmene dayanamıyorum! Yok, etmeyi, yok olmayı bilmek gerek kendine gel. Öleceğim. Uyurken bile hızla çarpan hallerinden usandım. Kopup gidecekmişsin gibi geliyor benden.

Bu kent ağır geliyor yüreğime

plakton | 23 August 2007 15:59

Uyku sersemliğinde dolaşıyordum buralarda. Bir dekor seçmiştim yüzüme. Saklayarak dolaşıyordum. Söz verdim kendime, söz verdim yazmayacağım diye. Kullandığım kelimelerin acısını saklıyordum.

Bir niyetti işte. Belki iyi, belki bencil. Yazmayacaktım. Saklayacaktım ceplerimde. Ama demiştin ya “Yalnızlığı kendimiz seçiyor olabilir miyiz acaba…” Belki işte. Belki. Ekşi tatlarda hayatın parçası ya. Bu da öyle. Acıtmasın kimsenin canını diye.

Pencerenin bulanık tarafından, umarsızca kimsenin görmemesi gereken noktalama işaretleri çiziyorum… Virgüller o kadar çok ki hayatımda. İnatla biriktiriyorum onları. Karar verdim. Bu kentte yaşama savaşı vermektense, başka bir kente gidip yok olmayı öğrenmeye.

Farklı Farksız Bir Gün

plakton | 21 August 2007 12:59

Sabahın körü. Daha afyonum patlamadı. Daha “bugün günlerden ne?” diye düşünmedim bile. Güneşin ışıklarının gözümün içinde patlamasına daha yarım saatten fazla var. Var da neden o kara gözlükler? Neden gözlerini o simsiyah camların arkasına saklıyorsun?
Sebep?
Kaç haftadır aynı yolu takip ediyoruz? Kaç gündür aynı araçlara binip, aynı eksoz dumanını soluyoruz? Neden hep aynı bekleme duraklarında boş yüzlerle hayatın akışını seyrederken, aynı sokak köpeklerinden korkuyorken, aynı trafik lambasına sinirlenip, aynı simitçiye gülüyorken… Gizleniyorsun…

Farklı Gidişler…

plakton | 17 August 2007 16:35

Hafta sonu girerken hep böyle olurum. İçi sıkılan biri olup çıkarım. Aslında hep öyleyim ya, neyse. Yaş olmuş otuz küsur. Şairin dediği gibi yarısına yaklaşmışım işte. Gerçi o satırları yazarken kendisi inanıyor muydu acaba? Yaşı kadar daha yaşayacağına. Benim böyle bir ümidimde, umudumda yok aslında.
Neyse.
Dedim ya neyse işte…

Acemi ustanın elinden çıkmış, sert ağaçtan, bir ayağı kısa masada, sigara dumanından sararmış, delinmiş masa örtüsünün üstünde, derme çatma bir sandalyeye tünemiş bir biçimde, etrafı seyrediyorum yine… Aklımda her zamanki gibi sen… Vefasız gitmelere, alışkınım nasıl olsa ya. Kararsızım aslında. Bu sefer ben gitmeliyim belki de. Doğrusu bu mu? Yorgun gibiyim. Kararsız olduğum gibi. Belki de beni yoran kararsızlığım gibi.
Neyse.
Dedim ya neyse işte…

Kendi Halinde Söylemler

plakton | 15 August 2007 14:59

“Arkamdan bakıyorsun biliyorum, gözlerinin değdiği içim… Acıyor!”

… Hani o gidişlerin var ya…
Sessizce…
Suskun…

… Kırılan olduğum halde… Kendisiymiş gibi… Hani o arkasına dahi bakmadan gidişler…
Hani senin “o an” “oracıkta” “ancak” arkasından baka kaldığın… Anın durması için yalvardığın, tutup ucundan geri çevirmeye çalıştığı an var ya, hani yapabilsen o merdiveni, hani yapabilsen o kapıyı, hani yapabilsen o sokağı tutup ucundan geri çevirmeye canını bile verebileceğin o an
İşte o… En acıtanı o…

Susma Hakkı

plakton | 13 August 2007 11:58

Öyle bir sessizlik ki, ellerinle tutabilirsin onu. Yapış yapış sarıyor etrafı her soluk alışımda. Boğuluyor içine düşen her şey. Işıksızlıkta… Hayallerim, sevinçlerim kıyılarda oynaşan güneş süzmelerine inat. Saklı kara kilitlerle sarmaş dolaş. Daha fazla yazılmamalı artık. Demin harfler intihar etti. Neden; ben mi suçluydum? Harflerin gizemi vardı; değil mi? Yaratıcılığa yakın en derin anlatım biçimiyken; hem mutluluğu hem de mutsuzluğu tarif eden yanlarında mı kaldı avuçlarımda ki heceler.

Doğru suçluyum. Suçsuz insanların çoğunu, kendi suçlarından haberi olmayanlar cezalandırır.
Sende suçlu musun?
Sende suskun musun?
Yoksa sende susma hakkını mı kullanıyorsun?

Kayboluş…

plakton | 10 August 2007 15:03

Yazmakla yazmamak arasında gidip geliyorum yine…
Yine bir keşmekeş sarıyor etrafımı.
Sebepsiz susuşlar yaşıyor yüreğim.
Çığlık çığlığa dolaşıyorum aslında ama sessizliğin göbeğinde kayboluyor haykırışlarım.
Kaybolmuş hissediyorum kendimi, kaybolmaktan kurtulmaya çalışırken daha beter yok oluyorum sanki.
Bu kaçıncı kayboluşum diye sorarken kendime, aslında kendimi hiç bulamadığımı fark ediyorum.

Korkuyorum sonra…
Bir titreme alıyor içimi…
Onun, o düşüncenin soğukluğu sarıyor her yanımı…
Bu kaçıncı aklıma gelişi ve kaçıncı kaçışım ondan, her şeyden kaçtığım gibi…

Çizgiler (2)

plakton | 08 August 2007 15:13

Hayat Çizgileri…

Hayat, belirlenmiş bir çizgi üzerinde devam eden bir döngüdür. Bazen bir doğrultu, bazen bir daire, bazen bir elips, bazen bir hiperbol ve bazen de parabolik bir yörünge olabilmektedir. Bir çizgideyken diğerinde olma şansı ve ihtimali yoktur. Ama hangi çizgide bulunulursa bulunulsun, bu, hayat için dayanılmaz bir kısıtlamadır aslında. Fakat her hayat çizgisinin insana verdiği farklı bir haz da yok değildir.

Bazen bu hayat çizgisi, sabit ve sade bir güzergâhtır. Bazen mavi denizlere yelken açılıp, gökyüzünde bulutlarla sohbete edilir. Bazı hayat çizgilerinde ise tüm konforlar hazırken, bazılarında ise sıkıntılar bedavadır… Başlangıçta tek düze gelen bazı hayat çizgileri sizi sonsuzluğun ufkunda bayraklaştırabilir de… Öyle ki, esen rüzgârlar sizi kendi doğrultularında uçurur. Uğradığınız her ufuk ayrı bir hayata açılan kapı gibidir. Öyle bir kapı ki, ölümü ve yaşamı aynı solukta hissettirir insana. Her soluğunda önce doğar, sonra da ölürsünüz. Belki de kendi zindanıyla iç içe yaşar insan, hani o “dört zindan” gibi… Tutunulan ne bahçenizdeki asmanın dalıdır, ne de yastığınız kuş tüyündendir. Cennet de bu bulutlardan daha çok mu uzakta veya cehennem nerede?