bildirgec.org

pelitas

11 yıl önce üye olmuş, 34 yazı yazmış. 768 yorum yazmış.

sen(siz)

pelitas | 30 December 2007 18:34

Sevdim…
Ben sizi çok sevdim.
Umutsuzlukta da sevdim, umutlarımda da
her güneş batışında
ve ay pencereme doğarken de sevdim.
Üzüldüğümde oldu severken, kırıldığımda;
ay ışığının gözyaşıma vurduğu da.
Yalnızlıktan bıkarken sevdim, tedbirsizce
yıldızların bulutların aşkına sevdim;
acımaksızın kendime.
Fırtınamda da sevdim sizi, felaketimde de,
boğazımdan bir lokma geçmediğinde de…
Kaderimden de sevdim sizi, yüreğimden de
beynimle, gözümle, kulağımla
kim bilir belki de ahmaklığımla sevdim…
Bir sahil kasabasında ıssızlıkla mücadele ederken de
bir sarp geçitten yalın ayak yürürken de sevdim sizi.
Yalın bir sevda masalını
bir kaç güzel sözle donatırken de
bir samyelinin, odamın perdelerini keman melodisiyle süslediğinde de
bir kardan adam misali erirken de sevdim.
Hunharsızca sevdim sizi.
Titrek mum ışığının gölgesinde
Hayalinizle konuşurken de
Derin derin dalıp; gizli gizli ağlarken de.
Bırakalım sizli bizli resmiyetlerin sığlığını da
ben birazda SENİ seveyim…

YÖK, YOK Olmalı mı?

pelitas | 26 December 2007 00:26

1980-82 döneminde Türkiye’de iki önemli şey olmuş. Birincisi Türkiye’de yerli sanayi kurma kapısı kapatılmış. Bununla bağlantılı aynı sıra ikinci bir olay var: YÖK kurdurulmuş. YÖK’ün kurdurulmasının sonucu nedir? Üniversitelerde araştırma adeta yasak edilmiş. Yasak demeye gerek yok, fiilen nerdeyse yasak hale getirilmiş. Araştırma yapamazsın, yaparsan da bir sürü dert alırsın. Fizik, kimya gibi konularda bile sahici araştırma yapanın başı derde girer olmuş. Araştırma yapmak yerine 40 saat ders verip para alıp, hazır ekmek yiyeceksin. Oh ne ala! Böylelikle üniversiteler bitirilmiş. Üniversitelerde bugün bilim de yoktur, eğitim de yoktur. Peki niye Üniversiteler bitirilmiş? 70’lerin sonlarına kadar millet iki kelime ile (faşist, komünist) birbirine düşürülüyormuş, bombalar patlıyormuş. Bu anarşi olaylarına rağmen üniversitelerde araştırma, bilim, teknik havası başlamış. Sanayiler yerli imkanlarla kurulmaya çalışılırken, örneğin; bir plastik fabrikası kurulacağı zaman üniversiteden konuyla ilgili kişilere araştırmalar yaptırılıyormuş. Bir taraftan sanayi durdurulmuş. Yerine turizm yerleştirilmiş. Gana’ya İngilizler aynı modeli sokmuşlar. “Canım sizin yapmanıza gerek yok.” Biz size satarız. “Siz turizmle geçinin.” demişler. Türkiye’de sanayinin durdurulması, aynı zamanda üniversitelerde araştırmanın (bilim, teknik) bitirilmesi suretiyle; sanayi kuracak, teknoloji geliştirecek insan gücünün engellenmesi bugünler de ki buhranlarımızı hazırladı. Maalesef Türkiye’de bugün meslek sahaları yok denecek kadar yok! Mühendisler (elektrik, makine hele de temel bilimlerde öğrenim görenler) meslekleriyle hiç alakalı olmayan işlerle uğraşmak zorunda kalıyorlar. “Kumaş dokuyacağız”… “Avrupa’dan makine alacağız”… Diye durdurup, bitirmişler bizi. Şimdiye kadar dokuma tezgahları için verilmiş olan döviz, dışarıya satılan tüm dokuma ürünlerinden alınan dövizden daha fazla imiş! Nitekim dokuma ürünlerini de, “Çin ve Pakistan’dan daha ucuza alırız… Demişler!

“Aşk”tan bir hayat…

pelitas | 24 December 2007 23:42

Aşk önce büyüktü… Küçüldü sonra! Msn infolarında kişisel iletiler sığlığına düştü. Bir baktım, içinde türlü hileler barındıran minik bir sevgi oyunu… Bir baktım, gül bahçesinin yanı başına ekilen yalan tohumu… Kimi zaman; “bana, git artık seni istemiyorum” dediğin anlarda arkama bakmadan gideceğim kadar yüreksiz değildir aşk, dedim… Kimi zamanda seni, haklısın apoletlerinle süsledim… Liseli çağlarında benliğini arayan bir gencin, ex aşklarında aradığı çıkarcı duygular değildi aşk… Bir mum ışığının, arkası gelmez karanlığa aydınlık olamaması kadar dirençsiz de değildi aşk… Bir değil, binlerce yıl geçse tarife değer basit cümlelerle geçiştirilip askıya alınacak kadar basitte değil bilesin! Benim sana olan aşkım; Mecnun’ların, Kerem’lerin, Ferhat’ların yürek yangınlarından başka bir aşkla kıyaslanacak kadar küçük değildi bilesin! Ben sana deli gibi aşıktım, bilesin.

Gizem’siz Günler…

pelitas | 18 December 2007 21:28

Yine akşam oldu… Sensizliğin kaçıncı alkışları ve perdesi, sayamadım! Trajik bir film senaryosunda; acıları çeken karakter olarak yaşamaktan sıkıldım artık. Seni düşünmenin boyutları dayanılmazlık sınırlarına ulaştıkça biraz daha eksildim kendimden… Aylardır tek sırdaşım yazdıklarım oldu ve de yalnızlığımdan yakınmalarım. Tek celsede bırakıp gitmelerinin hüznünü kaç zaman yaşayacağıma aldırış etmedin. Ben senin gözünde bir çınar ağacı bile mi değildim, ey yar? Hunharca baltaladın ta gövdemden! Yıkılmama ramak kaldığında yardım eli arayıp durdum. Aşka ve aşkına sövdükçe durdum. Gittiğin o vakitten beri, beni her geçen gün biraz daha azaltan; azalttıkça, anılarımı yağmalayıp çıkmaz sokaklarda bir başıma bırakan bu boşluğu doldurmak nice yıllarımı almaz mı? Görmezden gelip, geçiştirdin duygularımı… Hayat boyu sürdürdüğüm, “gerçek aşk” arayışlarımı başka baharlara bıraktın… Çıkış yolu olmayan labirentler koydun önüme, aylardır içinde çırpındığım… Haklı isyanlarıma titrek bir mum ışığı oldun; ay ışığımı çalarken… Ismarladığım tüm mutluluk düetlerine bent oldun… Ben olmadın, sen olmadın, biz olmadın… Ne Gizem’miş be! Nasıl bir iksirmiş de kapılıp gitmişim büyüsüne…

“Çoklu Çıkmaz”, Sokağı…

pelitas | 27 November 2007 21:49

Tüyleri diken diken gecenin
yakamoz parıltısı vurmuş martı kanatlarına
Sobalardan arta kalan duman kokusu var
ve de rüzgar uğultusu
Uzaktan bir tren çığlığı geliyor
ve yıldızlar yalın ayak yürüyor
Ay bile ahkam keser haksızlıklara
gecelerin şahidi olmaz aldanışlarına
Derken, son perdelerde kapanıyor
ve bir şakıcı geliyor
İstanbul’un ağladığını söylüyor nakaratlarında…
Bir gece daha geçti
yanlış zaman insanlarına aldanarak
çoklu çıkmaz sokağında…

Serzenişler…

pelitas | 27 November 2007 01:03

Hani hayat akıp gider ya bazen ellerinin arasından! Hani sevdiğin der ya; buraya kadarmış nidasıyla. Tüm detaylarına kadar dürüst olmanın kefaleti olur, ithamların; gıyabında donatılmışları! İnsan sevmek nice bedellerle ödetilir bizlere… Her, durmak yok yola devam serzenişlerimizde hayat yine akıp gider ellerimizin arasından. Önce ellerimizin arasına; sonra da akıp giden hayata bakarız. Bende bir yanlış yok diye defalarca haykırırız. Sanki bize bunları yapanlar bilmez mi, biz hatasızız? Bilmez mi nankörler hatasız oynamışız. Hadisenin teması da bu aslında! Gariban üzmek ödüldür onlara. Yaptıklarının bir bumerang tadında geri döneceğini bilmeyen vefasızlara… Hani seversin ya yaptıkları olsa bile istihza… Hani göğüs gerersin ya, yaptığı tüm negatif davranışlara… Hani ağlarsın ya sokakları birleştiren köşe başlarında… Hani dersin ya Rabbim, onu bana bağışla… Hani sürekli üç nokta getirirsin kustuğun cümlelerin sonuna… Hani her defasında beddua etmek gelir ya aklına!Bu bize yakışmaz deyip kısık bir tebessüm sonrasında; “Allah onu da mutlu etsin” bundan sonra ki hayatında…

Bir küçük Şiir

pelitas | 25 November 2007 00:17

Sen gittin…
Hayalinle baş başayım artık
Hani şu senden vefalı hayalin
hani şu giderken bıraktığın son izlerin
ve gözlerin resimlerde
utanmaz bir tebessüm
baktıkça kanayan yaram
bakmadıkça bir özlem, bin meram
Yokluğunla vurulup düştüm yerlere
Ne elimden bir tutan
ne de elini bir tutsam…
Saat yine geç oldu!

Kaşı Ağrıyan Adam

pelitas | 17 November 2007 06:51

Bir adam düşün ki ekose desenli klasik ceketinin içinde dar boğazlı siyah bir kazak var. Boynuna doladığı atkısından arta kalan boşluğu nefes alıp vermek için değerlendiren bir adam. Ayaz bir gecede boğazın en dar yerini seyre dalmış bir bankta; gemileri selamlıyor. Deniz kokusu karışmış zuladaki şarabına ve yıldız yağmış kasketine, sigarasının dumanı rüzgara kapılıp gitmiş. Evinin yolunu kaybetmiş çocuklar gibi, dokunsalar ağlayacak hale gelmişte; gözyaşları gecenin karanlığına yitip gitmiş bir adam. Puslu havaların; uluyan kurtlarının eksikliğini denizin her sahile vurduğunda çıkardığı hırçın sesle doldurmuş bir adam. Kısık ateşte pişen kahve tadında bakan gözlerinle, karanlık dehlizlerin çıkış yolunu arayan ve insanlığı en ince detaylarına kadar öğretirken hiçbir ücret talep etmeyen bir adam… An gelir kalkar yerinden, yürür sahil boyunca… Soğuyan terinin, boğazın serinliğine direnç gösteremediğinde bankına geri döner ve oturur. “Sırtında inceden bir sızı”, yalnızca sırtı değil kaşları da ağrıdı! Feryat figan bir adam…