bildirgec.org

onurtuyan

11 yıl önce üye olmuş, 6 yazı yazmış. 203 yorum yazmış.

Uyku üzerine…

onurtuyan | 10 September 2007 13:27

Geçen gün elime bir kitap geçti bir yerden, Kashna felsefesi-Uyku üzerine yazılmış. Kitabın kapağında büyük puntolarla ‘SADECE APTALLAR 8 SAAT UYUR’ gibi iddialı ve sinir bozucu bir başlık görünce ilgimi çekti tabi. Kitabın yazarının isminin altında yazan açıklamayı okuyunca tıpkı kitabın ismi gibi yazarının da hafif ukala bir insan olduğu kanısına vardım. Kitabın yazarı olarak tahmin ettiğim ismin altında ‘DÜNYANIN EN AKILLI İNSANI’ yazıyordu. Bu aşırı iddialı ve gereksiz bir tanımlamaydı bence zira bunu, kitabının altına yazdıran birinin ne kadar akıllı olduğunu düşündüm bir süre.
Kitapta yazılan şeylerin birçoğuna katılsam da yazarın okuyucusuna gösterdiği bu tavır çokta hoşuma gitmemişti doğrusu. Günde 8 saat yerine 4 saat uyuyan bir insanın ikinci bir hayat kazandığına,8 saatin zamanımızın büyük bir kısmını bizden çaldığına dair sağlamalar, hesaplar yapılıyordu kitapta. Hatta birçok bilim adamı, fizikçi, matematik dâhisinin bu şekilde yaşadığı ve en önemli buluşlarını bu zamanlarda yaptıkları söylenmiş. Kitapta yer yer hak verdiğim ve katıldığım ince noktalar vardı tabi ama gelelim benim uyku üzerine düşüncelerime. Uyku üzerine yazmadan önce bu konuda bana katılacak birkaç kişi olduğunu hayal etmek, benim bu yazıyı yazmama ilham verdi doğrusu.
Günde dört saat uyuduğumuz zaman bu uykunun bize yeterli olacağı kanısındayım fakat dört saatin üzerinde uyuduğum her gün benim seçimim ve insiyatifimdedir. Uyku benim için çok özel bir yere sahip. Yatağım, yastığım, başucumdaki kitaplar ve yatak odamın kendine has dinginliği ve sessizliği benim için günün en anlamlı zamanını geçirdiğim bir dünya. Bu dünyadan kapımı aralayıp çıktığımda bir yaşam mücadelesi, savaş alıp başını gidiyor hayatımda. İstediğim saatte yatmak mutlu ederken beni, sistemin istediği saatte kalkmak canımı sıkıyor çoğu zaman. Önce yüzümü yıkayıp traş olmak zorunda kalıyorum, malum dışarıya saçı başı dağınık çıkarsam hemen kötü çocuk oluyorum bu yerde. Sonra ütülü, güzel kıyafetlerimi geçiriyorum sırtıma, onlar benim etiketim oluyormuş toplum içinde. Kısacası yapmak zorunluluğuna girdiğim binlerce işi binlerce duygu içerisinde yerine getirip kendi dünyama çekildiğim yer, sistemin beni yönlendirdiği kumandanın kırıldığı zaman, yatak odamdır benim için.24 saatin ortalama 16 saatini uyanık geçirdiğim bu sisteme 4saat daha bağışlamak hiçte işime gelmiyor açıkçası. Yatağıma uzandığımda, vücudumun yavaş yavaş gevşediğini, kafamdaki düşüncelerin yerini huzura bıraktığını hissetmek çok güzel bir duygu benim için. Hepimiz günün en dingin zamanını şüphesiz yatağımıza uzanıp uyku moduna geçtiğimiz dakikalarda yaşarız. Ben hep kendi içimde o gün yaptıklarımın ve gelecekte yapacaklarımın muhasebesini yaparım o zamanlarda. Gün içerisinde aldığım kararların en sağlıklısını da o zaman alırım. Nefes alış verişimdeki dinginlik ve huzur düşüncelerime yansır. İnsanın yaşam süresinin ortalama 60 yıl olduğunu var sayarsak, hangimiz bu kovalamaca ve amansız yarışın hüküm sürdüğü sistemde bir 60 yıl daha ömrümüzü uzatmak isteriz.Hiçbir zaman, adını saat koyduğumuz 24 eşit zaman dilimini daha ne kadar uzatırım gibi bir düşüncem olmadı açıkçası. Saat ve zaman kavramının, sistemin gereği olduğu için bulunduğu ve kullanıldığı bir olgu olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde baktığımda pazar ile pazartesi, sekiz ile on arasında bir fark olmadığını ve bunun insanın doğasında olmadığını düşünüyorum. Konuyu daha fazla uzatmadan ve dağıtmadan şunu söylemek isterim ki; bana göre insanın uykusundan kalkması gereken en iyi zaman kendi istediği zamandır. Herkese günaydın!

Yalnızlığa dair…

onurtuyan | 02 September 2007 04:06

Kendi kendime olmak içimi burktu birden bire, acıttı hatta… Adının sensizlikle harmanlandığı, ürktüğüm, incindiğim, kırıldığım, korktuğum bu duygunun adı yalnızlık mıdır ey tanrım! Eğer ta kendisiyse lütfen söyle ona bir daha çalmasın benim kapımı zamansızca, acıtmasın ruhumu bir daha her istediğinde. Kendine mesken tuttuğu, canımdan çok sevdiğim evimden de taşınmam için çok zorladı beni bu aralar. Ama olmadı işte, yapamadım, yapamayacağımda. Dedim ya ben evimi çok sevmiştim. Hem bıkmamış mıdır benimle uğraşmaktan bu kadar işinin gücünün arasında?Yalnızlıkla ilk tanışmamı bir ceylan ürkekliğinde yaşadım bu evde. İçtiğimiz iki dublede yaşattığım, şişelerin dibinde aradığım bizi, çoktan kaybetmiştik değil mi… Birbirimize en masum halimizle fısıldadığımız iki çift söz, başka kulaklarda çınlayalı epey zaman olmuştu öyle mi? Unutmuşum işte… Nasıl süzülüp gizlice girdi hatıralarla yaşattığım bu eve yalnızlık… Geçmişe dair şereflice akıttığımız gözyaşlarıyla silerken başucumdaki fotoğrafımızı, korkarak akıyor şimdi gözyaşlarım…

Evvel zaman içinde,zamansızca yazılan mektuplar…

onurtuyan | 30 August 2007 20:06

Zaman akıp giderken avuçlarımdan, ben yalnızca seni düşündüm, geniş zamanlarda. Oysaki evvel zaman içinde, kalbur saman içinde yaşamıştık aşkımızı. Masallar âleminde savaşmıştım durdurabilmek için zamanı. Gel zaman git zaman; büyücüler, hain kurtlar, avcılar girdi rüyamıza. Şimdiki zaman coğrafyasında, geçmiş zaman kipiyle anılır oldu aşkımız. Zaman zaman yâd etsek de çikolatadan evimizi, o da yenik düştü zamana, eriyen aşkımız gibi. Herkesin icadını beklediği zaman makinesiyle, en büyük kazamı dün yaptım kendi içimde. Hurdasına baktıkça kanayan yaramın, bu masala ait olmadığımı anladım, zamansızca…

İnsanlık adına,çocuklarımız hatırına…

onurtuyan | 30 August 2007 01:51

Kafamı yastığımdan kaldırdığım her yeni gün, günün tazeliği aklıma gelir. Bu yeni günde bir şeylerle mücadele etme hissini ilk olarak penceremden çapaklı gözlerle baktığım kuşlar verir. Aslında vaktin çokta erken olmadığını düşünür, geç kalmışlık hissine kapılırım hep. Onlar çoktan uyanmış, günün en güzel fotoğraf karesi olan gün doğumunu çoktan çekmişlerdir gözleriyle. Balkonumun üstüne tünemiş, ev üstüne ev kurmuş olan kırlangıç ailesinin küçük fertleri bile çoktan bayan kırlangıcın getirdiği kırıntılarla karınlarını doyurmuşlardır. Anne anacın yavrularını beslemek için verdiği mücadele, yavruları beslerken bir şölene dönüşür benim için. Sanırım izlediğim en güzel filmlerden biridir kırlangıç ailesinin bu sabah telaşı. Aile olmayı başarabilmiş bu kuşların birbirine, çocuklarına olan düşkünlüğü, birbirleri arasında ki bu bağ, kendi hayatımda ki ilişkilerimi düşündüğüm zaman biraz burukluk yaşatır bana içten içe…Bu kurgunun, âlemin içinden çıkıp insan olmanın vermiş olduğu duygularla bizlere, küçüklüğümüze döndüm. Bizler zor bir çağın çocuklarıydık, savaşlarla büyüdük savaş kahramanlarıyla oynadık hep. Dünyayı kurtaracak zannettiğimiz oyuncaklarımız, süslü bebeklerimiz, kurdeleli köpeklerimiz değil, eli silah tutan acımasız askerlerimiz oldu. Onlarla birbirimizi kırdık, incittik hep. Amerikanın fetih maceralarını o zamanlar TRT de gördükte, pekte anlayamadık neyin ne olduğunu. Teneffüs aralarında hamburgerler yerine annemizin bize hazırladığı o muhteşem poğaçaları, ballı ekmekleri yedik beslenmesi olmayan arkadaşlarımızla birlikte. Annemizin aman oğlum, bunları kimseye verme hepsini sen ye, kaybetme sakın diye tembihlemesine rağmen, paylaştık varımızı yoğumuzu, ne var ne yoksa. Günlerce harçlığımı biriktirip aldığım o Ninja kaplumbağaların bizleri savaşa, acıya hazırladığını nerden bilebilirdim ki? Ninja Kaplumbağalarımın, Afganistan’da, Irak’ta binlerce insanı katledeceği, savunmasız çocukları öldüreceği aklımın ucundan geçer miydi? O zaman çocuktuk, bir oyuncağa ihtiyacımız vardı, yanlış oyuncaklarla da büyüsek birbirimizle olan bağımız çok şereflice oldu. Yediğim simidin yarısını hiç düşünmeden, sorgusuzca arkadaşıma verdiğim o günleri özlüyorum bu aralar. O günlerde birbirimize, kardeşlerimize gösterdiğimiz duyarlılığı ve yardımlaşmayı bu yaşımızda sorguluyorum hep, sorguladıkça üzüyor beni büyüyen arkadaşlarım. Büyüdükçe kendimize dönmeye, çıkarlarımızı, ilişkilerimizi, aşklarımızı, kendi üzerimize kurmaya başlamışız. Yaşadığımız coğrafyadan, insanlarımızdan uzaklaşmış, duyarsızlaşmışız. Kendi kabuğumuza çekilip, körelmişiz. İlkokul çağında düşünmeden gerçekleştirdiğimiz o insani duruşu şimdi düşünüyor olsak ta gerçekleştiremiyoruz. Konu insani bir duruş sergilemeye geldiğinde, yardımlaşmaya geldiğinde, hep bir bahanemiz oluyor kendimizi sıyırdığımız. Hiç vaktim yoklar, kim uğraşacaklar, ben istiyorum ama insanlar duyarsızlar, fakat benim bu sene sınavım var, annem hasta, ben hastayım, vs. vs. Milyonlarca yıldır, milyonlarca insanın yan yana yaşadığı bu evrende, bu kadar insani değerlerden uzak ve bencil yaşamaya hiç birimizin hakkı yok sanırım. Sistemin kölesi olup kendimize koşturmaktan, gün boyunca yaptığımız yüzlerce işin arasında, insani bir duruş sergileyememek bizi uzun uzun düşündürmeli. Acaba yaşadığımız coğrafyada kaç minik bebemiz bu sabah seherinde kursağını doldurmuştur, hangileri ağlıyordur, hangileri sıcak yatağında güzel bir uyku çekiyordur şu an? Kaç minik arkadaşımız okul bahçesinde andımızı okurken cebinde simit ayran parası olmanın huzurunu hissediyordur?İnsanlığımızdan, duruşumuzdan konuşmak bizleri korkutmamalı, insanlığımızı sürekli olarak sorgulamak, eleştirmek bize hiçbir zaman bir şey kaybettirmeyecektir.Bulunduğum bu siteyi sizler ve artık benim gibi bu sitede yazan bir arkadaşımdan öğrendim, yazı yazmak hepinizi olduğu gibi beni de farklı diyarlara götürüyor, duyarlı bir insan yapıyor topluma. Sitenizi ziyaret ettiğim aylar içerisinde birçoğunuzun yazmış olduğu yazıları okudum, duygularımı kabartan, beni düşündüren birçok yazınıza tanık oldum, hepsi ayrı bir yolculuktu benim için, ayrı bir masal âlemi. Hepiniz ruhumun derinliklerinde bir çukuru doldurdunuz, beni tanımadan. Artık sizler sayesinde daha düz bir yolda yürüdüğümü hissediyorum. Konuştuğunun, düşündüğünün en azından yarısını yazılara aktaran bu kitle gelecek adına beni daha çok umutlandırdı. Artık yazdığım yazıların sonuç bölümüne ne yazarsam yazayım kifayetsiz kaldığını düşünüyorum, çocukluğumuzdan, kardeşlerimizden bu denli bahsettikten sonra onlara yardım elimizi uzatmanın, onları mutlu etmenin, yollarını düşünüyorum amatör bir ruhla. İnsanlık adına bir duruş sergilemenin, birçok kardeşimize bir çift ayakkabı, bir önlük, bir kitap almanın, onların yüzündeki mutluluğun, tadına varmayı düşlüyorum yatağımda uzanmış. Ve sizleri onlar adına bir duruş sergilemeye davet ediyorum. Gelin hep birlikte, ilkokul çağındaki, yardıma muhtaç kardeşlerimize amatörce yardım etmenin huzurunu yaşayalım! Yazdığımız yazılar, gencecik bedenlere bir umut olsun, yüzlerinde gülücük olsun. Akşam yatağımıza birçok çocuğu sevindirmiş olmanın mutluluğuyla yatalım, hem de birebir yaşamış olarak. Bizler gibi duyarlı, düşünen, çevresindeki olumsuzluklardan rahatsızlık duyan ve toplumun acılarına, gerçeklerine duyarlı arkadaşlarımızı aramıza çekelim, din, siyaset, düşünce ayırt etmeksizin. Bu amaç dışındaki tüm konularda tartışalım, ters düşelim, gerekirse uzak duralım birbirimizden, ama bu amaç doğrultusunda amatör bir ruhla aynı yolda, aynı hizada duralım insanlık adına. Hepimiz yazıyoruz, çiziyoruz, kendimizi anlatıyoruz, hayatı irdeliyoruz sayfalarca, gelin toplumun bu yarası üzerine bir birlik oluşturalım, bir duruş sergileyelim. Hepimizin yaşadığı, geçmişteki çocukluğumuz adına çocuklara yardım elimizi uzatalım. Bunu gerçekleştirmek için hiçbirinizden çok zor bir şey istemeyeceğim, öncelikle bizim gibi düşünen arkadaşlarımızı, kaç kişi olursak olalım, bu yazının altında toplayalım ve birbirimize düşüncelerimizi sunalım. Birbirimize güvenelim ve amacımızın ne olduğunu unutmayalım. Onlar için ne yapabileceğimizi tartışalım uzun uzun. Ben bu amaç doğrultusunda, yirmi, otuz, elli kişinin ne yapabileceğini düşündüm hep amatörce. Her ay bir şehirde bulunan, gönül birliği yaptığımız bir, iki arkadaşımız bu bayrağı eline alsın ve bir ortak hesap numarası açsın mesela, bizlerde o hesap numarasına ne kadar yardımda bulunabilirsek yardım edelim. Belirlediğimiz tarihte paralar bankadan görevli arkadaşımızca çekilsin ve o şehrin okullarında yardıma muhtaç çocuklara, önlük olarak, ayakkabı olarak, kitap olarak dönsün. Elli tane amaç birliği yapmış arkadaşımızın yolladığı on milyon, tam on öğrenciye hem önlük hem ayakkabı olarak dönebilir.Gelelim kafamıza takılan sorularımıza, öncelik, bu arkadaşlarımıza nasıl güveneceğimiz sorusudur tahminimce. Bizler topluma duyarlı ve fikir birliği yapmış, bizim gibi düşünebilen sadece elli arkadaş istiyoruz, bu arkadaşlarımız, yaptıkları yardımları bizlere fotoğraf kareleri ile hesapları ile rahatça gösterebilir. Bakın öncelikle insanlara güvenmeliyiz, yaptığımız bu insani hareket kapsamında böyle bir şüphe duymamalıyız birbirimizden, ben şahsen insanlara bu konuda güvenmek istiyorum. Unutmayalım ki bizler hangi amaç doğrultusunda bir çaba sarf ettiğimizi bilen insanlar arıyoruz.
2)Peki neden daha organize kuruluşlara üye olmak yerine böyle bir yola başvuralım?Bunun sebebi o kuruluşların daha organize ve detaylı bir çalışma içerisinde olmasıdır. Hepimiz bu derneklere üye olabilir ve faaliyet gösterebilir ama biz daha amatör bir ruhla sadece çocuklara birebir yardım etmeyi amaçlıyoruz. Kendi vicdanımızı sızlatan, kendimizin belirlediği çocuklara ufacık bir mutluluk vermeyi yani.

kendi kendime…

onurtuyan | 29 August 2007 10:58

İçinde kendini keybetmiş hissetmesine sebep olan bu duygunun adını henüz bulabilmişti,içerisinde neler döndüğünü bilmiyordu,sanki duygularına ,hislerine hakimiyetini kaybetmiş gibi..Depresif düşünme diyorlardı onlar bu duruma,peki bunun hakimiyeti kimdeydi,kendinde mi?Hislerinin derinlerinde boğulduğunu düşünüyordu çoğu zaman belkide duygularını bu kadar depresifliğe iten şey buydu.Kendi kendine, kendi derinliğinde boğulduğunu biliyordu. Dışarıdakiler kendini iyi yada kötü bir ruh haline sokabilecek kadar derin hislere sahip değildi beklide..Onu bu denli koparan noktada buydu bizlerden,ruhunu keşfedememiş, onlarla yaşamayı bilmeyen,birbirinin aynısı bir klon topluluğundan ibaretti gördükleri.Aynı şeyi yiyen, aynı şeyi içen, aynı olaylar zincirinde yaşayan ve aynı tepkileri veren bir klon ordusu..Anlaşılamamaktan öte anlatamamak daha korku vericiydi. Yolun sonunda odadaki tüm aynalar orda olduğunu bildiğin halde yansıtmıyordu bedenini, daha ileri bir anlatım yoktu. Çok yüzeysel olduğunu düşünüyordu yaşanan olayların ve her şey fazlasıyla sisteme dayalıydı artık… Aşklarımız,sevgilerimiz,aldanışlarımız,sonumuz,başımız, bakışlarımız bile..Ruhumuzu çoktan teslim etmiştik bu sistem denen düzene,ne kadar somut, ne kadar plana yönelik yaşarsak o kadar uzaklaşıyorduk kendimizden …Ve o kadar başarılı oluyorduk düzen içinde.. Tatminsiz mutluluklar yaşıyorduk mutlu olmayı başardığımızı sandığımız o küçücük mantığımızda!mantık…Beyin sinirlerimizin vurduğu ilk nokta olmuştu, biraz daha gerilerde durması gerekirken belkide…Hislerin derinlerine bir kere indimi insan bir daha toparlayamıyordu kendini, kendi ile birlikte bu sonu olmayan yolda ruhunu çözmeye çalışıyordu,bu bir inişten çok düşüştü belkide, düşüşün sonu yoktur derler ya.Belki de tüm sorun kendi ruhumuza gerçekleştirdiğimiz bu ani düşüştü.Tıpkı bir uyuşturucu gibi müptelası oluyordu kendinin.Bu yolculukta kendi kendini çok kurcalıyordu, kim bilir kendi ruhunu deneme yanılma yoluyla öğrenebiliyordu, beklide yarar değil zarar veriyordu yaşamına,ama yaşamın çok bir önemi yoktu ,bu yolda yaşam çizgisini ne kadar değiştirdiğinin de çok bir önemi yoktu..Bakışların, hissetmenin çok da kayda değer olmadığı anda yaşantısının nasıl gittiğinin bir önemi olabilir miydi?Her şeyin bir kalıba sokulduğu bu hayatta yazdığı bu yazının bile stil,şekil,yazı karakteri,konu gibi bir ton kalıba sokulacağının farkındaydı..Okyanusta bir yelkenlinin kaptanıydı o..Pruvada öylece sonsuzluğun mavisine bakan ama karaya inanan biri..Gemisine yön veren ne kendi nede dümeniydi ,rüzgarı hissetmeye çalışıyordu nerden gelip nereye gideceğine rüzgarla birlikte karar verecekti,dümen sadece doğru ve dengeli bir şekilde gitmesine yarayacaktı..Belkide içinde yaşadığı o yoğun hazzı dışarıdakilerde göremiyor, dışarıda bulamıyordu,anlaşılır gibi değildi.. Sanki insanları kendi kendinden uzakta yaşatmak için yılar öncesinden tasarlanmış bir senaryo gibiydi yaşam.İnsan psikolojisi bir bireyin en hassas noktasıdır.O halde ustaca şekillenmeliydi, zaten her insanda bunun meyvelerini göremiyordu.Yanlış arayışlar yanlış yolculuklarla kendi kendinin en hassas olduğu noktayı bozabilirdi,tıpkı bilinçsiz ama meraklı bir çocuk edasıyla, tornavidayı kaptığı gibi oyuncağını sökmesi,arabasını kullanırken kurduğu hayallere zıt bir metal yığınıyla karşılaşması gibiydi bu..Onu, kaldırımın üstünde sürme hazzını yeterince almadan büyük bir doğaliteyle açmak istemesi sonucunda bozabilir hatta toparlayamayabilirdi.Biz bir çocuğun tamamen bilinçsiz tertemiz olan duygularıyla mı yaklaşıyorduk ruhumuza?onu şekillendirmek yerine nefes alış verişimiz kadar doğal,sorgusuzca mı yaşamalıydık yoksa hislerimizi?bir çoğumuz ruhumuzu olumsuz yönde etkileyen problemlerle karşılaştığı zaman yanımızda iki çift dertleşmek isteyeceğimiz bir dost,yada iki kadeh içki ararız ,kimilerine göre bir rahatlama, iç huzura kavuşma biçimidir.Alkolün maalesef duygularımızı daha açığa çıkarttığı bir sistemdir yaşadığımız düzen..Meyler içilir sohbetlerimiz olması gerektiği hali alır; derinleşir..Asıl konuşmak isteyipte nedense es geçtiğimiz sohbetlere gelir sıra,gözlerimizden iki damla yaş süzülür belkide muhabbet koyulaştıysa..Sığınacak bir liman, sarılacak bir omuz ararız..Kim bilir belki de o an hissetmek isteriz değil mi? Dostluklar pekişir her gün saatlerini yan yana geçirdiğin insana onu ne kadar sevdiğini anlatmak ve ona sarılmak istersin… Günün yüzeyselliğini, hislerin ve içinin derinlerinden gelen duygular almıştır.Sonra itiraflar başlar,kendi kendimize yalan söyleyerek günlük hayatta dışladığımız ve hep itmeye çalıştığımız o hisler..Acılarımız,kinlerimiz,eski sevgiliyle otobüsün içinde yolladığınız o sıcak bakış gelir aklınıza?halbuki ne kadarda kısa bir anı değimli?Tabiri caizse saliselerin bir kovalamacası kadar kısaydı..-O anı diğerlerinden özel kılan ve şu an beynime kazınmasına yol açan şey ne ey tanrım? diye düşünmeden edemezsiniz değil mi?Yanındaki dostumuza bizim için ne kadar değerli olduğunu, elini tutarak,sırtını sıvazlayarak söylemekte bu zamana kalmıştır,ve daha neler neler.Annelere onların ne kadar mükemmel bir insan olduğunu söylemek,anne şefkatinin, anne olmanın nasıl yüce bir duygu olduğunu düşünmek ve daha binlerce şey.hep bu zamanda mı gerçekleşir?Yanımıza gelen köpek,üzerine oturduğumuz otlar,karşında sana gözleriyle ilham veren dost,gün boyu attığımız binlerce boş bakışın içinde ufuğa bakan o düşünceli gözler..Artık bize çok uzak olduğunu bildiğimiz halde, sesini duymak, gören bakışlarla bakmak,ne olduğunu tanımlayamadığımız kadar yüce duygularla, hissetmenin o müthiş keyfini aldığımız dokunma eylemi…Hayalimizden hiç çıkmamış,hiç çıkmayacak olan o hayal ürünü aşk meleklerimiz..
Sabah olupta kafamızı yastıktan kaldırdığımızda her şeyin bitmiş olduğunu anlarız nasıl olursa.
Kafamızın içi bize anlamsız gelen karmakarışık şeylerle doludur, alkolün verdiği o iğrenç baş ağrısını hepimiz hissederiz değil mi? Aklımıza o zamandan kalma birkaç bukle şey geldiği zaman kimimize saçma, kimimize komik gelir. Kimimizde ufak bir suçluluk duygusu, pişmanlık ve utanmışlık olur değil mi? Hemen kafamızdaki şalteri kaldırır işimize gücümüze bakarız, koşar adımlarla tıpkı kaçar gibi. Kim bilir ben şalterini kaldıramayanlardanım belki de. Bu yüzden hayata monaliza gülüşüyle, dışarıya pamuk ipliğiyle bağlıyım…Hikâyenin sonuna varılmıştı artık, o duygularıyla yaşamanın yolunu arıyordu, bu yolda kaybettiklerinin çok bir önemi yoktu. Kendisini heyecandan tirtir titreten şeyden öte bu duygu selini çözmeye yönelikti arayışı, belkide titremesine sebep olan şey her hangi bir şeydi birçoğuna göre. Duygularını açığa çıkartmak için alkole, içindeki aşkı dile getirmek için aşk şarkılarına, nede başka bir etkene gerek kalmayacaktı bu saatten sonra.O ruhunun derinliklerine inen bu yolculukta hepsinden çok daha fazlasını bulacaktı…

Mutluluk üzerine…

onurtuyan | 29 August 2007 09:49

Yeryüzünde birçok insanın sürekli olarak tatmak isteyip de bir türlü devamlılığa erdiremediği, annemin keki kadar güzel onun kadar tarifi zor, ruh tatlısı. Nasıl harmanlanıyor içimizde bilmiyorum ama ruhumuza bıraktığı o huzur, hiç bitmesini istemediğim bir rüya gibi geliyor bana. Onu ölümsüz kılmak ve her an hücrelerimde yaşamak istiyorum, her an, her saniye bitmesinden korkarak değil, bir ömür boyunca kahrımı çeken en iyi dostum olsun istiyorum, kafamı yastığımdan kaldırdığımda yanımda bulmak istediğim sevgili beklide.Hepimizin yolu adını mutluluk koyduğumuz bu hisle kesişmiştir bir yerde, hatta o kadar uzakta görmeyen şanslı adaylar birebir her gün birçok yerde rastlaşmıştır kendisiyle. O bizi çok iyi tanır aslında fakat biz onu tanıyabilmiş bir farkındalıktamıyız o bilinmez, sanırım tarifin en can alıcı tarafı da buradadır, yoksa kıvama gelmez bir türlü. Sanırım içimizde var olan bazı duyguları açığa çıkartmamız için onu gerçekten istememiz gerek, var olduğunu bildiğimiz fakat çok uzakta gördüğümüz bu duyguyu, birçok zaman kendimiz yaratmak zorunda olduğumuzun farkında olmalıyız. Bir o kadarda düşünmemeli, irdelememeliyiz beklide, saf ve bakir yaşamalıyız içimizde. Herkes kendi mutluluğunun demircisidir demiş birileri, kim olduğunun çokta bir önemi var mı? İşte size bu muhteşem tarifin ilk ricası, ne olursa olsun mutluluğu kendi içimizde yaratalım ve onu gerçekten isteyelim, ne kadar hüzünbaz yaşarsak yaşayalım hayatı, hiçbir acı, hiçbir hüzün, engel değildir mutluluğu yaşamaya. Acıyı tatmadan, tatlının değerini nerden bilebiliriz ki? Mutluluğun değerini bilerek ışıldayan herkesin yolu acıyla kesişmiştir kendi içinde. Onunla yaşamayı öğrendiğimiz her an kendi içmizide başardığımız en büyük zafer olacaktır.Çok büyük mucizelerle beklediğimiz mutluluk, yürüdüğümüz yolda, içtiğimiz meyde, gözlerimizdeki umutta, verdiğimiz o sıcak bakışta, belki de bir sabah selamında gizlidir.
O bizi daima görür, bizler ise gördüğümüzü sanırız…