bildirgec.org

olhor

11 yıl önce üye olmuş, 148 yazı yazmış. 441 yorum yazmış.

Sen sarıyla kırmızı, filimlerin yıldızııı

olhor | 15 February 2005 11:47

Konuya Berlin kelimesiyle girip duvarı atlar ve Berlin Film Festivali‘ne kaynak yaparım. Biliyorsunuz (bilmeyen sipsidir demek istiyorum), söz konusu festivalin Türk halkı için önemi büyük. Geçen sene Duvara Karşı sayesinde Türkiye hesapta pornoyla tanışmış ve bu durumu çok ayıplamıştı. Bu seneki filmimizin adıysa One Day in Europe, bizi ilgilendiren yönüyse filmde Galatasaray ve Deportivo La Coruna‘nın Şampiyonlar Ligi finali oynuyor olması. İçinde çıplak kadın var mı bilmiyorum ama yoksa veya kadın Türk değilse basınımızı çok kasmaz sanıyorum. Neyse, hazır Berlin demişken küçük İstanbul Kreuzberg‘i ve tabii Kreuzberg’de geçen en şahane film olan Kısa ve Acısız‘ı hatırladım, size de hatırlatiyim dedim. Ayrıca Patrick Swayze’nin Dirty Dancing‘in sonunda sarf ettiği efsanevi cümleyi (buralarda kapanış dansını ben yaparım ağalar) biraz değiştirip şöyle demek istiyorum: Bu sene üşendim yazamıcam ama adam gibi ifistanbul blogu yazana bira alcam, kuryeyle yollucam, kısacası “buralarda ifistanbul blogunu ben yazarım agalar” bayrağını devredecek aday arıyorum.

If you only knew the power of the darkside

olhor | 11 January 2005 12:12

Geçenlerde Wired‘da gezerken şöyle bir şeye rastladım. “Nedir?” Derseniz, güzel bir kardeşimiz oturmuş ve korsan materyallerin (gıcığım bu sözcüğe) internette nasıl bu kadar hızlı yayıldığını araştırıp yazmış. Yazının genelinde “P2P‘lere kalsa bir filmin dünyaya yayılması yüzyıl sürerdi” gibi bir tavır var.

bollywood ilginç mekan

olhor | 22 December 2004 14:33

Bollywood’un en büyük tabusu filmlerde öpüşmekmiş, iki ünlü oyuncu bir restoranda öpüşürken görüntülenince olaylar uzamış.

Hugo, Tolga ağbi, Çevik kuvvet

olhor | 30 November 2004 22:05

İstanbul ulaşım sistemi beni bir kere daha ters köşeye yatırdı. Elim değmişken hemen yaziyim dedim. Sabah okul tarihimdeki son vize için deniz otobüsüyle Bostancı’dan Eminönü’ne hareket ettim. Yolculuğun başında herşey normaldi, televizyonda ATV sabah haberleri, yanımda şişman bir adam ve tam solumda ağır tiki bir kız vardı. Saat 9’dan sonraysa işler ilginçleşmeye başladı. Ne oldu derseniz yanıtım çok basit; ATV’de Hugo başladı ve biz deniz otobüsü üst katı olarak (bu arada takım elbiseli paşa adamlardan eli cumhuriyetli ağır ablalara kadar bin türlü insanız) Hugo izlemeye başladık. Larry King‘le beraber aynı programı en uzun süre sunma konusundaki dünya rekoruna ortak olan (ve yaş itibariyle Larry King’i geçecek gibi görünen) Tolga ağbi hemen hemen hiç değişmemiş. Blumik denebilecek bir zayıflık, kötü espriler, yeşil sakal kökleri falan, herşey aynı. Ve fakat programda değişen bir şeyler var tabii ki. Bir kere artık Hugo’nun çok kötü seslendirilen maymun, papağan gibi kankaları var. Bir de şimdinin çocukları el göz koordinasyonunu çözmüş. Hatırlıyorum, benim zamanımda her on çocuktan en fazla 3,4 tanesi finali görürdü, şimdiyle hemen hepsi finale çıkıyor.

bana fotorafını yolla, sana hangi ünlüye benzedigin vs.

olhor | 19 April 2004 02:21

Teknolojik filmlerde insanı manyak eden (hackerların windows kullanmayıp sürekli bişiler yazmaları türü bir şey demek istiyorum) durumlardan biri ORO‘da çalışan bireyler sayesinde artık el altında olacak. Nedir derseniz hemen anlatiyim: hani filmlerde bir suça iştirak eden birinin güvenlik kamerasından alınan görüntüleri bulunur da, şöyle bir muhabbet döner:

-kim ki lan bu? -ne biliyim abi, ben new york’un yenisiyim -dur lan bilgisayara soralım.

Bu cümleden sonra da fotograf dünyanın en hızlı scannerından geçirilerek dünyanın en hızlı bilgisayarıyla, dünyanın en geniş database’inde karşılaştırmalı olarak aranır ve ekrana adamın hem kendisi hem de ayrıntılı seceresi gelir, biz de eve gidip p3 600’lerimizi döveriz ya; işte ORO crimnet denen ürünlerinin tam da bunu yapabildiğini iddia ediyor. Yani bilinmeyen bir suçlunun peşindeyseniz bir zahmet onlara gidiyorsunuz.

Fuhrer ve dekorasyon

olhor | 04 November 2003 10:35

Blog Simon Waldman Guardian‘ın internet kısmıyla uğraşan bir gazeteci. Hikayemiz Waldman’ın kayınpederinin evine ziyarete gittiği bir akşam üstü başlıyor. Waldman’la muhabbeti ilerleten kayınpeder (duygusal olsun diye “tozlu” sıfatını yapıştırabilirdim buraya ama tuttum kendimi) arşivinden 1938 baskısı bir Homes and Gardens dergisi çıkarıyor. Kayınpederin amacı Waldman’a babasının çizdiği modern bir bungalow’u göstermek ve fakat söz konusu dergide Waldman’ın dikkatini çeken Hitler’in evi ile ilgili bir yazı oluyor ve olaylar başlıyor. Waldman dergideki Hitler (ve evi) fotoğraflarını scanleyip weblog‘unda yayınlıyor. Önce blog’unun trafiği ona katlanıyor, sonra uluslararası bir yahudi düşmanı ilan ediliyor (ki Waldman’ın da yahudi olduğunu düşünürsek bu iddia biraz yersiz kaçıyor), bu arada ünlü Nazi sevicisi David Irwing olayı tamamen yanlış anlayarak Waldman’a destek veriyor ve sayfaları kendi sitesine kopyalıyor. Bütün bu kopyalama meselesinin ardından Homes and Gardens da olaya copyright cenahından müdahil oluyor, sayfa yayından kaldırılıyor, imzalar toplanıyor, sayfa yayına alınıyor, kısacası işin sözlük anlamıyla boku çıkıyor.