bildirgec.org

mavilikler

11 yıl önce üye olmuş, 99 yazı yazmış. 872 yorum yazmış.

Gölgenle Savaşmak

mavilikler | 24 January 2011 18:23

Bir gölge olmak istemiyorum. Her gün aynı şeyleri yapmak, tekrarladıkça içini boşalttığım şeylerle tıklım tıklım doldurduğum bir yaşantıyı bezgin adımlarla peşimsıra sürüklemek…

Güneş yeni bir güne doğsun artık! Ben yatağımda gözlerimi açtığımda, hayat sırtımda bir ağırlık olmaktan çıkıp insin aşağıya… Karşıma geçip ta gözlerimin içine baksın ve “ne sürprizler hazırladım sana” dercesine hınzır hınzır gülümsesin.

UZAKLARA KAÇIYOR

mavilikler | 23 January 2011 16:34

Anahtarı çeviriyor. Açılıyor kapı. Bir anahtarla açılan her kapı gibi yalnızlığa açılıyor.

Çocuk kapının önünde her seferinde aynı yadırgamayı duyuyor. Oysa çoktan alışmasını sağlayacak kadar çok tekrarladı aynı şeyi. Defalarca kapının önüne geldi, anahtarı çıkardı ve açtı kapıyı… Ve her seferinde aynı şaşkınlığı duydu yine. Sanki alışması gereken; her gün yaptığı şeyi yapmak, yani eskisi gibi kapının zilini çalıp yaklaşan ayak seslerini beklemek yerine anahtarını çıkarıp kapıyı açmak değilmişçesine…

KİMSE OLMADIĞINDA

mavilikler | 11 January 2011 09:04

Bir masada karşıkarşıya oturmuş sohbet ederken seninle, çay fincanlarımızdan dumanlar tüterken…

Tüm dünya ikiye ayrılır: Masamız ve gerisi diye…

Yalnız ikimizin olmasından daha güzeldir aslında çevremizde birilerinin bulunması. Onların varlığı bir ayna olur, bizi daha çok vurgular birbirimize… Onlardan herhangi biri olmadığımızı duyumsarız.

Çünkü böyledir insan doğası… Aynalara ihtiyaç duyar. Benzerler arasında farklılığımızı yansıtan bu aynalarda kendimize ve birbirimize baktıkça daha bir güzelleşir gördüğümüz.

NE KADAR BÜYÜMÜŞTÜM

mavilikler | 31 December 2010 09:39

O’na kendi ellerimle çorba yapacağım. Tarhana çorbası sever en çok… Sıcak sıcak ısıtsın içini. Kapıdan girdiğinde tüm soğuğu dışarıda bıraktığını anlasın kaşığı her ağzına götürüşte.

Ne kadar yorgun olur o saatlerde sevgilim, kimbilir?! İlk kez evimde göreceğim O’nun o halini. Yolda rastladığım işten dönen insanların yüzlerinden çok iyi tanıyorum o görmeyen bakışları. Bu yüzden buraya geldiğinde, gözlerinde sevgisinden izler bulmaya çalışmayacağım. Bütün gün koşturup durmuş insanların gözlerine inen o perdeyi biliyor olacağım çünkü.

“Hadi, iç çorbanı canım.” diyeceğim. “Sevgini gözlerinde görmeye ihtiyacım yok, hissetmek için. Yorgunsun şimdi. Ruhun çoktan uykuya çekildi bile. Ama ben sadece bedeninle de olsa yanımda olmandan öyle mutluyum ki!”

KUYU

mavilikler | 25 December 2010 14:36

Bitti, değil mi?! Işık söndü. Kapkaranlık oldu gözlerin. Hiçbir şeyin seçilmediği kör bir kuyu…

Madem istemiyorsun artık beni, hiç değilse çıkmama izin ver oradan. Nasıl giderim ki yoksa?! Sendeyken hala nasıl yaparım sensiz?

Bakmayacağım artık gözlerine! Çünkü ne zaman baksam, orada bırakıyorum kendimi. Artık başkalarını göreceğim hep. Ama hiçbirine sana baktığı gibi bakmayacak gözlerim… Bu kadar çok derinlere inmeyecek… Çözmeyecek oradaki sırrı.

Çünkü giz çözüldüğünde, sıcacık bir şeyler akıyor içime… Karşımdaki insan çok tanıdık bakar oluyor. Sanki benden bir parça… Adeta bir uzantımmış gibi… Bu yüzden bir gün bana çok uzak baktığında, o parçam koparıp alınıyor benden. Bir yanım hep eksik kalıyor. İşte şimdi sen aynen öyle bakıyorsun.

İKSİR

mavilikler | 16 December 2010 11:07

Az sonra kalkacaksın masadan. Seni bu eve bağlayan son prangadan da kurtulmuş olacaksın böylece.

Odana koşacaksın hemen. Üzerindekileri öfkeyle çıkarıp fırlatacak, onlara hiç benzemeyen bambaşka giysilerle kuşanacaksın.

Bu bir çeşit kabuk değişimi olacak. Evin kapısından çıktığın an başlayacak olan yeni yaşamına çok daha uygun bir deri oluşturacak bu giysiler.

Açık havaya çıkıp karanlığa karıştığında, bu kabuk değişimini daha da derinden hissedeceksin. Karanlık seni içine alacak… ta ki kendinden bir parça yapana kadar saklı tutacak orada.

EN BÜYÜK OYUN

mavilikler | 10 December 2010 08:56

Ne zaman vaz geçtin oynamaktan? Hani seni kabul etmemişlerdi o oyuna. “İyi oynayamıyorsun. Seni alırsak yeniliriz.” diye sırtlarını dönmüşlerdi sana.

“Yenilmek mi?!” demiştin.”Bu kadar önemli mi? Benim gözlerimdeki şeyden daha mı önemli mesela?”

Karşında dev bir ayna vardı sanki. İçinde de o şey… Bir duygu… Ki kendinden başka hiçbir şeye yer vermeyecek kadar büyük… İşte o vardı şimdi gözlerinin içinde. Onlar görmemişlerdi onu. Sırtlarını sana dönmüş, çoktan başlamışlardı oyuna.

Kahkahalar, sevinç çığlıkları arasında maharetlerini sergilemişlerdi bol bol. Oyuna kabul edilebilir olmanın gururuna böyle karşılık vermişlerdi.

İÇİMDEKİ ÇIĞLIK

mavilikler | 06 December 2010 16:09

“Beni neden duymuyorsun anne?” dedi çocuk.

Ama içinden söyledi bunu. Çünkü sese dönüşseydi kelimeler, şimdikinden farklı olmayacaktı hiçbir şey, biliyordu.

Annesi misafirleriyle sohbet ederken ne kadar da farklı görünüyordu oysa! O’na bu noktadan bakan biri, ‘anne’ kavramının içini bu kadar dolduran bir kadın daha olamaz, derdi. Şefkat kokuyordu her şeyi.

En başta da sesi… Gülümsüyordu adeta. Karşısındakine ne söylerse söylesin, o gülümseyiş hep aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu geride: “Seviyorum seni… Onaylıyorum… Saygı duyuyorum düşüncelerine.”

UZATACAK ELLERİNİ

mavilikler | 29 November 2010 09:33

Bu duyguyu kaybetmemeliyim. Nerden geldi böyle birden?! Nasıl anında günlük güneşlik etti her yeri?.. Bilmeliyim… Ki kaybettiğim zaman yeniden çağırabileyim yanıma.

Şu serçeler mi getirdi yoksa onu bana? Kollarımı okşayan güneş… Karşı banktaki sevgililer… Onların az ötesindeki şu ayyaş adam… Evet, evet… En çok da O… Kalbimdeki bu ılıklığı en fazla O’na bakınca duyuyorum çünkü.

Ayağının dibindeki şişe yarılanmış… Meydan okuyan bakışları üzerindeki paçavraları görünmez ediyor, onları da o meydan okuyuşun bir parçası yapıyor sanki. O’na bakan biri sadece gözlerini görebilir. Onlardaki karanlıkta yeni baştan tanımlar her şeyi. Şu sevgililerden çok daha fazla şey öğrenir o karanlıktan.

KENDİNİ ANLAT

mavilikler | 23 November 2010 09:19

Durmadan bir şeyler anlatıyordu.

O şeylerden biriyle tam gerçekten ilgilenmeye başlamışken bir bakıyordum, çoktan almış başını gitmiş kelimeler çok başka bir yere.

Yaşanan durumların bu kadar süratle birbirine eklenmesi, ortaya ilişkisi olmayan onlarca parçadan oluşan karman çorman bir şey çıkarıyor, bir türlü bir bütüne ulaşmayan o parçalarsa bana O’nunla ilgili hiçbir şey anlatmıyordu.

Oysa neden konuşurdu ki insanlar?! Yaşadıklarını neden paylaşırdı bir başkasıyla? Susarak da konuşarak da, birilerinin yanında aslında tek yaptığımız anlatıp durmak değil miydi kendimizi?