bildirgec.org

koza 68

11 yıl önce üye olmuş, 140 yazı yazmış. 991 yorum yazmış.

KENAN,GAFFUR,SEZEN…

koza 68 | 22 December 2006 13:32

Erovizyon geldi çattı hadi bakalım! Kayıtsız kalabilirmisiniz?…
Bir bu eksikti , bunca sorunun arasında…Ne bahtsız ülkeyiz be!
Ama TRT en iyi seçimi yapmış ; Bizi bu beladan sıyıracak adamı seçmiş…
Kenan Doğulu…Cakkıdı’nın icracısı…
Çocuk, Sezen ablasıyla iyi geçinirse bu işi kesin kıvırır…
Düşünebiliyormusunuz , sahnede Kenan Doğulu yanında da Gaffur !
Nerede yapılıyorsa yıkılmaz mı orası ?…
Adamın boyu biraz kısa gibi ama olsun, Ozan’ı da ilave edersek bu iş olur…
Göreceksiniz! Bu çocuk başaracak…Güzel gülümsemesinin arkasına Kardeşini, Sezen ablasını ve de Gaffur’u alırsa benim korkum yok…
Yalnız bir şartım var; Kareografiyi kim hazırlayacaksa “ Gaffur’u” özgür bırakmalı…
Her şey yolunda sanmayın,
Kenan’ın şansızlığı şu sıralar katılan ülkelerle aramızın pek sıcak olmaması…
İşte onun için Gaffur önemli…Adam şu an ülkenin şizofren yapısını en iyi özetleyen görüntüyü çiziyor sağolsun…
Bu gavurları yola getirecek tek adam Gaffur’dur…
Onsuz yola çıkma Kenan…

Bu sefer de hakkımızı yedirtmiyelim…

“BÖYÜK BABA”

koza 68 | 20 December 2006 13:15

Üniversite yıllarımızda , Süleyman Demirel sinirimizi bozardı…
Gıcık olurduk…Bizi sevmediğini düşünürdük…
O zamanlar böyle “babacan da” ,değildi…”baba” imajı ile ödüllendirilmemişti henüz…
Babaya Marmara Vakfı tarafından “ Toplumsal Sorumluluk ödülü” verildi…
“ Baba” Adile Sultan yalısın da ödülünü alırken ne dedi biliyormusunuz?…
“Hayatta en nefret ettiğim şey kutuplaşmaktır” ya da buna benzer bir şey…
“Milliyetçi Cephe hükümetlerini” kuran kendisi değilmiş gibi !
“Bana sağcılar da adam öldürüyor” dedirtemezsiniz diyen o değilmiş gibi…Her neyse “baba” felsefesi bu,” dün dündür bugün bugün”
“ Baba “ yanılmıyorsam bir “Türk böyüğü” olarak, ülkenin ilk “Eisenover vakfı” bursu ile ABD’ye giden , öncülerindendir!…
Baba,döndükten sonra ,Ankara’ya öylesine yakıştı ki, 6 defa gitti 7 defa geldi…Tüm çocukluğumuz ve gençliğimiz “baba” ile geçti…Kendi babamızı unuttuk onu “baba” belledik…
Baba; Barajlar yaptı, fabrikalar yaptı, yollar yaptı…velhasıl Türkiye’yi öylesine “böyüttü ki” aşırı büyümeden halkımız obez oldu…
Baba, bu “ Böyük Türkiye” hikayesini ziyaret ettiği her üniversite de gençlere öyle güzel anlatıyor ki, çocukların dudakları uçukluyo!…
Kimsede çıkıp, neden hala yoksuluz ,neden hala gelişmişlik sıralamasında 92.sıradayız diyemiyor…Çocuklar haklıydılar elbette , büyülenmişlerdi bir kere…
Ama ne yazık ki biz “babayı” okuduğumuz dönemlerde Üniversitelerimiz de hiç göremedik…Bizi sevemedi “baba”
“Baba” Turgut Özal gibi , zenginleri sevdiğini de söyelemedi…
O’ da ABD başkanı Ronald Reagan gibi “zenginlerin yoksul komşularına yarım etmelerini” öğütlerdi…Ama hiç kimse de çıkıp demezdi ki, ” zenginlerin yoksul komşuları yoktur ki, zenginlerle zenginler yoksullarla yoksullar komşudurlar !”
Baba da çok güçlü bir hafıza vardır…sorun babaya , 10 yıl önce ülkede ki motorlu taşıt sayısını, şıp diye yanıtlar!…
“Baba” Türkiye de hep ilklere imza atmıştır…Yakınları da öyle!…
Mesela Türkiye de ihracat seferberliğinin öncüsü, yeğeni Yahya beydir…Ama “baba” tevazudan olsa gerek, yeğeninin bu “başarılarını” hiç gündeme getirmedi…O hep “devlet ve böyük Türkiye” dedi…” Davası Türkiye” idi…
Düşünüyorum da , günümüzde babalar öylesine çoğaldı ki, sayın Demirel’e haksızlık etmeyelim bence ona “böyük baba” diyelim ne dersiniz?…

ALİ &TASULA

koza 68 | 19 December 2006 14:05

Geçen gün Best fm de Simon &Garfunkel müziğini dinlerken, Tasula ve Ali’yi hatırladım…
Bridge overTroubled water…
Scarborough fair…
Muhteşem vokaller…
Yüzbinlerce insanın izlediği görkemli Central Park konseri…Bu konserin video kaydını beraber izlemiştik…Tasula,Ali ve ben…
80’de Üniversite öğrencisiydik…O gün Tasula’nın Balattaki evine zorunluluktan gitmiştim, anneannesi çok iyi ağırlamıştı bizleri…Çaylar,çörekler…
Tasula sınıf arkadaşımdı…Ve o gün onu sevgilisi Ali ile buluşturmaya götürecektim…

Ali günlerdir Paşa kapısı cezaevinde tutuklu…Dev-Genç üyesi ; Silahlı soygun,illegal örgüt kurma ve yaralama olaylarından tutuklanmış…O sabah Alinin telefonda yalvaran sesiyle uyandım…
– Ben kaçtım olum ama peşimdeler,merak etme teslim olacam…
Kulaklarıma inanamadım,beynim uğulduyordu.dilim tutulmuştu sanki…
– Ne yapabilirim ki Ali ?…İstersen bize gel !
– Saçmalama ulan !…Tasula’yı bana getirirmisin?
– Tamam nereye?
– Okulun kantinine!
– Olum delirdin mi orası sakat…
– Ya boşver sen ne diyorsam onu yap tamam mı?Vaktim yok…
Haberi Tasula’ya verdiğimde,dişlerini sıkmış,gözlerinden sicim sicim yaşlar akıyordu,kımıldamıyordu taş kesilmişti sanki…
Ali Gümüşsuyu binasında bizi bekliyordu,perişandı saçı sakalı birbirine karışmıştı…Tasula’nın yüzüne doğru eğildi,yavaşça elini yüzüne sürdü,cebinden mendilini çıkartıp yüzünde,gözlerinde biriken yaşları sildi…Eminim ki Tasula onun soluğunu öpücüklerini saçının telinden ayağının tırnağına kadar bütün bir bedenini saran alev gibi duydu yüreğinde…Bana göre çok sıkıntılı bir aşktı bu ama gene de çok hoştu…
Ayrılırlarken birbirlerine ne söylediklerini hiç öğrenemedim…
Ali tutuklu bulunduğu cezaevinde öldü…
Tasula anneanesiyle Yunanistana gitti…

İNGİLİZ KIZ !

koza 68 | 13 December 2006 13:57

Türkiye gazetesinin bir haberi; İngiliz yargıç,gece yarısı parktan geçen kızı korkutan bir adama 7 yıl 7 gün hapis cezası verince, şaşıran gazeteciler yargıça sormuşlar; “Adam kıza elini sürmemiş,bu 7 yıl 7 gün çok değil mi ?”
Yargıcın yanıtı; “Kızı korkutmanın cezası 7 gündür 7 yıl ise, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.

Rüya gibi değil mi?…
İngiliz savcının ” evrensel yargısı”…
1924-1930 yılları arasında Adalet bakanlığı yapan Mahmut Esat Bozkurt cumhuriyet savcılarına şöyle seslenir; “Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da, bu vatanda yaşayanların uğrayacağı en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz”…
Şimdi şu güzel ülkede nedenlerini kavrayamadığımız yığınla olayın altında ezilip duruyoruz…Olası çıkış yollarını ısrarla kendi ellerimizle kapatmaktan öte bir çabamız da yok…
Boşa geçen zamanla acı bir hesaplaşmanın içindeyiz…
İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüğünü içine sindirebilecek savcılar,hakimler yetiştirebilecek “lüksümüz” hiç olmayacak galiba…Bu ülkeye umutsuzca çırpınmak yakışıyor mu?…

ÖZAL’IN DEVRİMİ!

koza 68 | 13 December 2006 10:15

Her ofiste sabah muhabbetleri olur…Her sabah aşağı yukarı aynı şeyler söylenir…Türkiye, telaşla masaya yatırılır, bir önceki akşamın haberlerine dayanarak,siyaset,medya eleştirilir..Sanki hayatın bilinmeyenleri,söylenmeyenleri gün ışığına çıkartılıyormuş gibi heyecanlı tartışmalar…

Kızlardan biri yumurtalıklarındaki kisti aldıracakmış ssk hastanesi mayısa gün vermiş…
“ölürüm ben ya mayısa kadar”
“ Babam da ameliyat için gün alamıyor tanıdığı olan var mı arkadaşlar?”
“ Benim de annem kalp hastası ilaçları bitti,kadıncağızın kuyruklar da beklemekten canı çıkıyor”
“ Tanıdık bulmadan olmuyor bu işler”Konu birden AB’ye yöneliyor,
“ Adamlar Kıbrıs’ı ön şart koşuyorlar olmaz abi!”
“ İlhak edelim olsun bitsin”
“ Olumu ya!, dünyayı başımıza yıkarlar”
“ Abi ya !,bunlar bahane almazlar bizi,baksana Merkel ne demiş!”
Gündem o kadar kabarık ki, evliliğinden mutlu olmayan orta yaşlı bayan gençleri uyarıyor ” çocuklar sakın evlenmeyin yanarsınız ha! “
Genç bayan “ Olur mu ya! annemle babamın evlilikleri öyle güzeldi ki,birbirlerini deli gibi severlerdi”
“ kızım o evlilikler tarih oldu tarih,paran yoksa sen yoluna ben yoluma olduk”
“ Haklısın abi,akşam tv de spiker genç kızlara sordu; Evliliğiniz içinde ekonomik sıkıntıya düşerseniz ne yaparsınız diye, hepsinin yanıtı çeker giderim oldu,var mı böyle bişey abi?”
orta yaşlı bayan hemen atıldı “ Var tabi,kadınlar sıkıntı çekmek için mi evleniyorlar?.”
“ ya ablacım iyi de aynı sıkıntıyı erkek yaşamıyor mu?.Hemen çekip gitmek var mı?”
Konuşmalar bu minval üzerinde sürüp gidiyor…
Şu küçücük çay odasındaki konuşmalar bile insanı geriyor, sanırsınız ki, ülkenin altı üstüne gelmiş…
Eskiden bu sabah sohbetleri genellikle futbol etrafında yoğunlaşırdı, küçük takılmalarla,iddialaşmalarla son bulur herkes işinin başına dönerdi…Şimdi, hiç konuşulmayanlar konuşuluyor…
Oysa ki, Özal’la biçimlenen “serbest piyasa modeli” özgürlük getirdi…bolluk getirdi…para getirdi…ama yoksulluk da getirdi
Özal’la başlayan değişim rüzgarı, toplumu öylesine tahrip etti ki , toplumun bağlarını gevşeterek derin yaralar açtı…1990’larla başlayan kırılgan ekonomi devirleri de Özal döneminde işlenen günahların bir sonucuydu…
Turgut Özal dönemi, tüm iyi kötü yanlarıyla yeniden gözden geçirilmelidir…Orada toplumun yararına kullanılmayan önemli kaynak israfları vardır…Orada ” hayvan” egoizmini anımsatan ve topluma, kendi hayatın için dövüş mesajları vardır… Orada av için birleşen” kurt” sürülerini andıran insan toplulukları vardır…
Orada kendileri için duydukları endişeyi toplum için duymayan “kurnaz”tilkiler vardır…
Orada bir milletin yaşaması ,ayakta durabilmesi için mutlak olan , örflerle,geleneklerle ve adalet duyguları ile alay etmenin günahları vardır…
Orada, bu değişimlerin ödülünü alan bir avuç “yeni zengin” vardır…
Orada kendilerinden sonra gelen bir neslin geleceğini karartan insanların günahları vardır…
Bu küçük çay odasında ise; Cesaretsizlik,umutsuzluk,nefret,öfke…
Artık hiçbir şeyi kutsal saymayan gençlik….

OF’LU HOCA!

koza 68 | 11 December 2006 11:18

Büyük dedem, Sovyet Rusya’ya bağlı, Batum vilayetinde Ermeni çeteciler tarafından pusuya düşürülerek katledilmiş….
Bu olayın üzerinden yıllar geçti, konuyla ilgili çok ayrıntılı bir bilgiye de sahip değiliz…Dış işleri bakanlığı sorularımızı ;” O yıllara ait arşivlerin düzenlenme aşamasındayız bu konuda sizlere bilgi veremiyoruz” diyerek yanıtlıyor başvurularımızı…
Neyse derdim bu değil kimseye kinimiz yok ne ermenilere ne de başkalarına…Bu güzel günü ne kendime ne de sizlere zehir etme yanlısı değilim, bir şeylerin bizleri sınırlamasına izin vermeyeceğim…
Sevinçlerin en dorukta yaşanması gereken bir dönemde dahi kin ve nefret kusuyoruz içimizden çıkan birine…
Orhan Pamuk’dan söz ediyorum…
Binbir gece masallarını andıran bir törenle aldı ödülünü…
Bakanlarımızın,diplomatlarımızın bile üstlerinin arandığı, o ülkelerin birinde kralın elinden aldı ödülünü…
Bizler “sessiz seyirciler” gibi izledik muhteşem töreni buruk ve tatsızdık…
Sanki şu dünyaki yegane arkadaşımız mutsuzluk olmalıymış gibi davranıyoruz ve hiç yılmıyoruz…
Törende bulunan, aydınları,yazarları,çizerleri hainler ordusuna kattık. Pamuk’u bıraktık şimdi onlarla saldırıyoruz…
İçimizden birinin en büyük , en iyi olma savaşımına şaşkın şaşkın bakıyoruz….Bakmakla da kalmayıp ona savaş açıyoruz…Yapamadıklarımızı yapan birileri çıktığı zaman, denetleyemediğimiz bir “sara” nöbetine tutuluyoruz adeta…
Burada Orhan Pamuk’un Türk Devletini küçük düşürücü sözlerine onay vermediğimi de belirtmek istiyorum. Pamuk bir tarihçi değildir, rakamlarla ilgili yanılgısı doğru da olabilir…Ama o sözleri söylemiştir ve onun malum sözleri,Türk devletini batma ve yıkılma noktasınamı getirmiştir?… Türk Devleti bu kadar kırılgan bir yapıyamı sahiptir?… Bu yaygaradan millet olarak utanmalıyız ve bizlere başka dünyaların insanları ile köprüler kurma şansını veren insanlarımıza haksızlık etmemeliyiz…

Hafif editörlerine…

koza 68 | 06 December 2006 12:02

Yaşamı boyunca ,kimi zaman büyük umutsuzluklara kapılmıştı babam…
Her şeye rağmen annem de babam da yaşamı hiç saklamadılar bizden…Hayatın algılanmasını, bir otoriteye bağlı kalmadan da başarılabileceğimizi, onladan öğrendik…”Komşunun tavuğuna “ özenmeden de insanın maddi planlar yapabileceği gerçeğini de onladan öğrendim…

Onlar kusursuzluk simgesi değildiler elbette…
Biz de değiliz…
Babamın öldüğü yaşa doğru hızla akıp geçiyor zaman…
Canımı sıkan çok şey var…Duyumsuz olmayı denedim olmuyor…
Klavyenin başına geçince son zamanlarda, canımı en çok sıkan şeyin ”Hafif editörlerinden “ kaynaklandığını keşfettim…
Geçen gün, “Google” tabanlı bir mail aldım; Bilgi tv den bir arkadaşım yollamış…İçeriği, kadınların erkeklerle ilgili talepleri ile ilgili, içinde hayli “ironi”barındıran bir yazı …Okuyunca eğlenceli geldi, yazının kaynagını da belirterek “hafife” yolladım bende…Birkaç saat sonra edtörün notu mesaj kutumdaydı…”Bir başka yerde yayımlanmış materyali yayımlamak suçtur” Ben bu sitede kimin ne yaptığı ile ilgilenen biri değilim, dolayısıyle güldüm geçtim…Ama gelin görün ki bir müddet sonra kendimi” Komşunun tavuğuna özenen” biri gibi hissettim…

HADİ ! AZİZ BAŞKAN…

koza 68 | 30 November 2006 12:25

Fenerbahçe’nin üstünde karabulutlar dolaşıyor…
Bir başkan, genç bir sanayici ve bir hukukçu , heyeti umumiyeyi de yanlarına alarak basın toplantısı yapıyorlar…
“meczup” dedikleri adamın şike suçlamalarına “tek vücut” olmuş yanıt veriyorlar…Görüntü güzel, olması gereken tablo bu!…

04.ekim.2006 tarihinde, Fenerbahçe yönetim kurulu başkan yardımcısı, sayın Ali Koç’a hitaben açık bir mektup yazmıştım ve bu sutunlarda yayımlanmıştı.
Mektuptan birkaç alıntı yapıyorum “ Sayın Koç, çok önem verdiğinizi bildiğim etik iş yapma kavramının neresindesiniz?… “ Sayın Koç, sadece izliyorsunuz…Batmakta olan bir imparatorluğu,kralın kibriyle yükseklerde bir yerden izliyorsunuz”

BİR TRABZON MASALI…

koza 68 | 28 November 2006 13:30

Fenerbahçe teknik direktörü, maç esnasında sağına soluna düşen her cismi inceledi…Sonra eliyle koluyla bir takım işaretler yaptı…
“futboldan en iyi anlayan” Trabzon tribünlerinden Zico’nun kafasına çakmak, pil, para ve televizyondan baktığınız zaman “tanımlanamayan” cisimler yağdı…
Öyle anlaşılıyor ki , “ futboldan en iyi anlayan” Trabzon taraftarı, sahadaki oyunu beğenmemişti ve tıpkı bir tiyatro oyununu ya da showu beğenmeyen seyirci gibi , sahadaki baş aktörün üzerine çürük yumurta attı… Ne var bunda?…
İyimser yanım böyle düşünmek istiyor…
Ama nereye kadar…
Maç sonu görüntüler ekranlardaydı… Stad harabeye döndü…
Trabzonlular, Fenerbahçe’yi sevmiyor… Olabilir !…
Orada oynanan farklı maçlara bakıyorum…Yaşananlar aşağı yukarı aynı…
Trabzonlular kimseyi sevmiyor…Eski toleransları yok…Hoşgörü ve sağduyunun yerinde yeller esiyor…
Burada “Derinliğine bir toplumsal şiddet tartışması” başlatacak değilim. Ancak, şiddeti, kulüpler tarafından beslenen “bir avuç insana” bağlayan düşünceye de katılmam mümkün değil…
Elbette ki bu görüşün de irdelenmesi,değerlendirilmesi gerekir, doğruluk payı da vardır,ama maç içinde ve sonunda bir stadın altı üstüne getiriliyorsa , böylesine bir eylem , bir avuç insanın eseri olabilir mi?…
Sahada futbol oynayanların seyirciyi “tahrik” eden bir hareketleri yok, misafir takımın kenar yönetiminden tahrik edici bir hareket bir jest yok…
O halde Karadeniz’de neler oluyor?…
Belki de Trabzon kentinde kültürel bir değişim yaşanıyor…Öyle ya , dağılan Sovyet Birliğinden akın akın gelen , genç “Nataşalar” Trabzon’lu gençlerin “kültürel” yapılarına önemli katkılar yapmış olabilirler. Bu ülkeden gelen bayanların kendi ülkelerinde “yüksek sanatlarla” ilgilendikleri ve böyle bir kültürün temsilcileri olduğu gerçeğinden yola çıkarak,kendi estetik zevklerini, Trabzon’lu gençlere aktardıklarını düşünüyorum!…Dolayısıyla “Futbol oyunu” Trabzonlulara eskisi kadar doyurucu gelmiyor da olabilir!!!…

KÜÇÜLÜYORUZ!…

koza 68 | 24 November 2006 15:27

Devletler, tarih sahnesi içindeki oyunculara benzerler…
Dağılmaya, ya da ölüme yaklaştığınız da, diğer karakterler cesedinizi yağmalarlar…

Washington Post’un 01/aralık/1996 tarihli sayısında, John Keegan imzasıyla , ABD eski savunma bakanının yazdığı bir kitaptan alıntı yapılarak şöyle denmiş;
“Bugünkü Rusya onuru kırılmış bir güçtür”…
Yazı, Osmanlı Türkiye’si ile birlikte, tarihte büyüklükten küçülmeye en süratle düşmüş ikinci ülke olarak, dağılan SSCB den sonra, sahnede yerini alan Rusya’yı gösteriyor…Türkiye ve Rusya…Kaderleri birbirlerine benzeyen iki komşu…
Her ikisinin de belini kıran emperyalist ve Kapitalist güçler…Rusya toparlanacaktır ve eski mirasını kimseye yedirmeme peşinde önemli adımlar da atıyor…
Bize gelince ; İmparatorluk parçalandıktan sonra, bir daha kendimize gelemedik…Hiçbir zaman İmparatorluk mirasçısı bir ülke gibi yaşayamadık…Daha düne kadar eyaletlerimiz olan topraklarda kurulan “muz” cumhuriyetleri bile bize babalanıyorlar…
Neyse, olan olmuş diyebilir miyiz? Kanımıza dokunmaz mı?…
Son yaşananlara bakın;
Türkiye Cumhuriyetinin Bakanı Sn.Babacan, devleti temsilen gittiği ülkede üstü aranmak isteniyor!…Türk Milletinin onur ve şerefi ile oynanıyor…Bakan Babacan “ yanlış anlama var” diyerek olayı örtmeye çalışıyor… Ne iyi ne hoş!…
Genel Kurmay ikinci başkanı org. Saygun ABD ziyareti sırasında, Beyaz Sarayın girişinde x-ray cihazından geçirilmek isteniyor!… Org.Saygun, bu yakışıksız hareketi içine sidiremiyor, protesto amacıyla ülkeye geri dönüyor…
Yani ,Türk Milletinin,şerefi.onuru,haysiyeti sadece askerler tarafından korunuyor…
Fransa’nın tutumu ortada…Malum yasanın meclisten geçmesinden önce, Lyon belediyesinin 2004 yılında kent merkezinin orta yerinde “ Ermeni soykırımı” için yaptırdığı anıta ne demeli?…Bu sayede “ soykırım” iddialarını tanıyan diğer ülkeleri de sayalım;
İtalya,Rusya,Kanada,Yunanistan,Arjantin,İsveç,İsviçre,Belçika,Polonya…Bu ülkelerin hepsi ile diplomatik ilişkilerimiz var. Ama bizi takan yok!
08.11.2006 tarihli sabah gazetesinin haberine göre; Uydularımızı kiralayan CIA , meğerse komşu İran’ın elektronik posta ve benzeri haberleşmelerini izliyormuş!!!… Buna karşın İran’dan şu diplomatik girişim geliyor, ” Kendi imkan ve kabiliyetlerinizi bize karşı kullandırmanız kabul edilemez” Bunun adı diplomatik bir skandaldır ve düşmanlıktır. Komşunuza karşı yapılmıştır bilerek ya da bilmeyerek..
Kendimize saygımızı yitirmekle kalmayıp,komşularımızın da olmayan güvenlerini pekiştiriyoruz ve galiba giderek “ küçülüyoruz”…