bildirgec.org

koza 68

11 yıl önce üye olmuş, 140 yazı yazmış. 991 yorum yazmış.

“Hırtlara” aldırma Tayyip bey!

koza 68 | 12 April 2007 15:37

Bir ülke düşünün , Başbakanına sen cumhurbaşkanı olamazsın , otur oturduğun yerde desin…
Adamın, anayasal bir engeli yok, parlamentoda çoğunluğa sahip, eller kalktı mı kesin seçilecek!
Ama hırtlar demokrasisi itiraz ediyor; “ Arkadaş hakkında açılmış yolsuzluk davaları var, zamanında Cumhuriyete ve onun değerlerine sayıp, sövmüşsün…Aklından bile geçirme! “
Adamın ,dokunulmazlığı var, dokunamıyorsunuz !…
Geçmişteki söylemleri için “ Anam avradım olsun ben değiştim,laik demokrasiye,Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlıyım “ diyor… Daha ne desin !…

Hırtlar demokrasisi itiraz ediyor,” Arkadaş,takiyye yapma!, dokunulmazlığın ardına sığınma, senin niyetin belli; Köşke çıkıp,devleti ele geçirip,sonrada “Ayetullah” efendini memlekete çağıracaksın…Kansız devrim ha! Yemezler,en azından biz Atatürk’çüler yemeyiz!” diyorlar…

Tatlı çılgınlık…

koza 68 | 05 April 2007 11:53

Akşam’dan, Hüsnü Mahalli’nin köşesini okurken içim karardı;İran-ABD-Irak-Suriye…Topunun canı cehenneme, kimin eli kimin cebinde belli değil !…
Gözüm bir ara hafif’te yayımlanan “Ayrılalım ama arkadaş kalalım” başlıklı yazıya takıldı…
Hüsnü Mahalli biraz beklesin bakalım, ben de bu ayrılık şarkıları üzerine biraz ahkam keseyim…

Aşk-ı bir bütünlük, bir vuslat kabul edersek, ayrılığı da, o bütünün parçalarının savruluşu, kopuşu gibi algılamak gerekir…Aşk-vuslat bitiveriyor anlaşılan…
Bu ayrılık, yaşanmışlıkları ve yaşanacakları da beraberinde götürüyor…
Yani biraz ondan, biraz senden , biraz gelecekten !…
Bu manzara “aşk’ın” şartlarının bir hayli ağır ve acımasız olduğunu gösteriyor bizlere…
Aşk’ın bir terapi bir adalet durağı olmadığı kesin!…
Sen beni anlamadın!
Sen beni sevmedin !
Bağışlayıcı olamadın !
Ayrılık ; kendisine sorulmadan, alınan kararın incittiği onur…
Tasavvuf ilminde iki şeyden bahsedilir,
Hareket ve sessizlik,Hareket ve sessizlik kavramlarının deviniminden söz edilir…
Hareketi, yoğun aşk ve muhabbet günleri olarak düşünürsek, sessizlik,tam onun karşıtı ;Ayrılık, bekleyiş, umut, bağışlanma gibi öğeleri içinde barındırır…
Öyleyse,
Sessizlikle sonuçlanan bir aşk ya da sevgi masalı dostluğa, arkadaşlığa dönüşür mü?…
Artık dün için ağlamıyorsanız,
Geçmişi bağışlayabiliyorsanız,
Zamanınızı “dün” için harcamıyorsanız,
Yarınların çok güzel bir “düş” olduğuna inanıyorsanız,
Acımasız olmanın, güçsüzlük olduğunu düşünüyorsanız,
Ve de bana, senin aşkından çok “sen” lazımsın diyebiliyorsanız,
Acaba,
Rahat mı?
Huzurlu mu?
Sağlıklı mı?
Sorularını kendinize sorabiliyorsanız, elbette dost ve arkadaş kalabilirsiniz…
Terk edilmişlik duygusu bu soruları sormanıza olanak vermiyorsa , size çok iyimser sorular gibi geliyorsa,dost kalınabileceğine inanmıyorum…
Sürgünde bir aşk yaşamaya devam etmekten başka çareniz yoktur…

Faşo kaynanam(1)

koza 68 | 30 March 2007 04:00

Haluk, soylu bir ailenin son kuşak çocuğudur. Bildiğim kadarıyla dedelerinden kalan önemli bir mirasla, yıllardır rahat bir hayat sürüyor…Evlenip, çoluk çocuğa karıştığını ortak arkadaşlarımızdan duymuştum…

Yıllar sonra Haluk’a ,Erenköy’de rastladım; Kalın camlı gözlüklerinden, tanıdım onu. Okuldayken iki metre ötesini seçemeyen gözleri yüzünden çok sıkıntı çekmişti…
O beni görmedi , doğal olarak, ben tanıdım onu…
Tam ıska geçecekken,
– Haluk !..
– Pardon !..
– Tanımadın mı olum ?..İyi bak !..
– Sen ha!
– Yaa ben!…
Haluk pek iyi görünmüyordu, ya da bana öyle gelmişti. Dağınık siyah saçları, şakaklarına doğru hafif kırlaşmıştı…Düşünceli halinin yanında, Üstünde pahalı ama eskidiği iyiden iyiye belli olan kıyafeti ile bir şeylerin yolunda gitmediği belli oluyordu…Bir yerde oturup kahve içme teklifini ilk o yaptı…
– Olur , dedim..
Pastane sanıp, beni götürmek istediği istediği yer bir eczaneydi !…Gözleri bayağı bozuktu anlaşılan!…
Neyse bir cafeye oturduk…
– Eee anlat bakalım, evlenmişsin çocuk falan var mı?
– Ayrıldım ya!, oğlum var…Annemle oturuyorum!
– Hadi ya! Yapma be Haluk, harbiden üzüldüm olum nasıl oldu ki?
– Bütün varlığımı, işimi gücümü kaybettim, 2001 krizi her şeyimi alıp götürdü…Parçalanan ailelerdeniz!…
– Geçmiş olsun abi, ama bu ayrılmana sebep olur mu?
– Dinle bak , anlatayım…
Ne de olsa eski dost,eski okul arkadaşı dinlememek olmaz!…

seni boynuzladım!

koza 68 | 26 March 2007 16:35

Evli ya da birlikte takılan çiftleri uyarıyorum!
Bugünden tezi yok, evinizdeki prezervatiflerin envanterini sıkı sıkıya tutun derim…
Bu da nereden çıktı demeyin, canınızdan olmak istemiyorsanız bu envanter işini boşlamayın…
Hatta derim ki; Hatada bir gün sayım sonucunu eşinizle check edin neme lazım!…
Bunu yapmazsanız ne mi olur?
Bir kere prezervatiflerin sayısını bilemezseniz, ola ki ihtiyacınız oldu ve an mevcut sıfır!…
İşte o an fırtna kopar, her iki taraf için de içinde “şüphe” barındıran yığınla soru işareti ortaya çıkabilir…
Erkek kadından, kadın erkekten şüphe etmekte haklıdır…
Kafalarda, “stoklarla-ilişki ” adedi sorgulanmaya başlar…

Burada masumiyet fikri falan para etmez! Stoklar neden azalmıştır? Neden aşırı tüketim vardır?…
Erkeklerde, kadınların birer tehlikeli yaratıklar olduğu fikri her zaman vardır…Eğer birliktelikleri kölelik zincirinden de ibaret değilse, erkeğin kafası karışacaktır…
İşte tam burada;
Kadın eksilen prezervatiflerin hesabını veremezse canına okundu demektir…
Hele hele cinsel arzularını içine atan, doyuma ulaşmamış bir kadın profilinin, bu aşağılanma ve suçlamalar karşısında nasıl bir savunmaya geçeceğini kestirmek güçtür…Eğer kadın bu açlığını ,imgesel tutkularla avutmak yerine
İntikam anının geldiğini düşünüp “kezzap” gibi bir çıkış yapma yolunu denemeyi seçip;
“ohh!iyi ettim seni boynuzladım p……enk! “ gibilerinden bir kurtuluş ya da öç alma yoluna gitti mi ? Hakkın rahmetine doğru bir yolculuğa hazır olmalıdır…
Kadının bu isyanı , ya da öç alma isteği hakimler tarafından ağır tahrik olarak nitelendiriliyor…Yasalar böyle bir durumda erkeği, “efendi” olarak değelendiriyor…İşin kadın yönü böyle..
Erkeğe gelince; Prezervatifin sahibi ve de kullanıcısı olarak hesap vermek durumu olamaz!…En azından ona hesap sorulamaz….Yasalar böyle demese de aldanmayın siz; Hakimlerin bakışı, erkeği kusursuz bir koca ve “uçarı” bir adam olarak görmeye devam etmektedir…
ne yazık ki süreç böyle işlemeyedevam etmekte,erkekler kendilerinin malı olan bu dünyada basmakalıp lflarla durumu idare etmeye çalışırlarken, kadınlarsa kendilerine kalan alanı ölçmek biçmek tanımlamak ve keşfetmek zorundadırlar…
En azından evlerindeki prezarvatif stoklarının envanterini doğru tutmak durumundadırlar…
Canlı kalabilmenin yolu budur!…

“TUTUKLUSUNUZ !”

koza 68 | 21 March 2007 14:59

Başkent, korku verici bir düş görüyordu… Bahar bile, bahara benzemiyordu…
Kentin yeni makyajı ; Muhafız askerlerin tüfekleri ve sıra sıra dizili tanklardan ibaretti…
Gri ve haki tonları hakimdi şehre…
Kimilerine göre, kaybedilmiş umutları yeniden bulmak için boyun eğmek ve susmaktan başka yol yoktu…Ah’larla vah’ların birbirine karıştığı başkentte bir iç kararması ile bütün duygular ve canlılık bir gecede ucup gitmişti adeta….

Tutuklu “bakan”,, bütün gücünü topluyor,korkusunu yenmeye çalışıyordu. Askeri bir okulun, sınıftan bozma odalarından birinde kilit altındaydı. Duyabildiği sesler, koridorlarda koşuşturan askerlerin ayak sesleri ile bahçeden gelen kedi miyavlamalarıydı…
Bu işin nereye varacağını kestiremiyordu. Ailesi, dostları, partili arkadaşları, halk ne durumdaydı?…Bu apaçık bir yenilgi demekti, bir yüz karasıydı…Bundan böyle , onu herkes , alçak, kalleş, görevini yapmamış bir adam sayacaktı…
“ Allah belasını versin!” diye söylendi, ne yapmalıyım diye düşündü…Elleri titriyor, gözlüklerini çıkartıp yeniden takıyor, sanki durmadan terliyormuşçasına alnını ve yanaklarını siliyordu…Yorgun damarları yüzünden olsa gerek,yürümekte zorluk çekiyordu…Yüzüne ıslak bir havlu tutarak odada bir süre dolaştı durdu…
Daha bir gün öncesinin , söz sahibi adamı; Her kapı gıcırtısı, her ayak sesi, anahtarın kilit üzerindeki her dönüşü ile irkiliyor, silinip gideceğini, bugüne kadar kazandığı ne varsa hepsini kaybettiğini düşünüyordu…Koridordaki, postal seslerine kulak kesiliyor, kapıların açılıp kapanışı ile evreni paramparça oluyordu adeta…
Olan olmuştu artık; Alın yazısının kendine yardımcı olmasını beklemekten başka çaresi yoktu… Gözyaşları, kırışan yüzünden dudaklarına dökülüyor, onları ıslatıyor, hıçkırıklara boğuluyordu…
Odası “mayıs” sıcağına rağmen serin sayılırdı. Masa, sandalye ve ranzanın dışında hiçbir şey yoktu. Kişisel eşyası olarak ta evinden alındığı gece, yanına alabildiği küçük valizi…
Yüzüne yeniden, ıslak havluyla kompres yaptı, ranzanın köşesine ilişti, odayı yeni görüyormuş gibi çevresine bakındı…
Kapı kilidinin dönmesiyle gözlerini kapadı, ellerini karnının üstünde kavuşturdu, nefesinin daraldığını hissetti…
Gelen nöbetçi subaydı…Tutuklu bakana bakarak özenli bir nezaketle,
“ Günaydın efendim! Ben teğmen………., kapıda görevliyim, bir isteğiniz olursa çekinmeden seslenebilirsiniz.”
Tutuklu, solgun ve bitkin görünüyordu. Şıklığı,halsizliğini ve mutsuzluğunu örtmeye yetmiyordu. Karşısındaki askere önce dik dik baktı,derin bir iç çekti. Toparlanmaya çalışarak,
Günaydın teğmen” diye kekeledi.İskemleye oturdu,nöbetçi subaya yan gözle bakarak,
“ Teğmenim ! İzniniz olursa birkaç sorum olacak.”
Genç teğmen, karşısındaki bu hayaletsel görünümlü adamı dikkatle süzdü. Onu tanıyordu ve devrilen hükümetin en önemli bakanlarından biri olduğunu biliyordu. Teğmen, ilk bakışta kendisini ürküten “bakanın” solgun yüzüne alışmıştı. Şimdi ise bu önemli adamın çekiciliğine kaptırmıştı kendini…Saatine baktı; Yediyi otuz beş geçiyordu. Nöbetinin bitimine otuz dakika vardı…”Bakan’ın “ sorusunu başıyla onaylayarak,
“ Evet! Tabi sorabilirsiniz” dedi…
“ Teğmenim,bizler burada ne kadar kalacağız bilginiz var mı?”
“ Bunu bilemem efendim”

“bakan” sinirlerine hakim olmaya çalıştı Alçak bir ses tonuyla,
“İnanılır gibi değil!…Temiz havaya çıkamıyorum,gazete yok,dış dünyayla tüm bağlantımız kesik…Ben kanun kaçağı mıyım?…Bana hemen gazete getirmenizi istiyorum! “
Teğmen, bakanın emredici tonda söylediği bu sözleri,kararlı bir ses tonuyla yanıtladı,
“ Şu an için böyle bir şey imkansız,siz tutuklusunuz! “
Bakan, asker üstünde psikolojik bir baskı kurmayı denemiş ama başarılı olamamıştı. Fazla ileri gittiğini düşündü,
“ Haklısınız teğmenim!…Özür dilerim,zırvalıyorum bağışlayınız!
Teğmen;
“Emirler böyle efendim, inanın !”
Tutuklu bakanın soruları, katı, soğuk ve dokunaklıydı. Yanıtını alamayacağına inandığı bir başka soruyu da sormadan edemedi,
“Ha! Bir de ailem ne durumda,onlarda tutuklu mu?”
Teğmen,
“ Sanmıyorum !”
“ Peki! Onlarla görüşmemize olanak sağlanacak mı? Kabine arkadaşlarım, başbakanım, parlamenterler neredeler ? “
Teğmen’in yanıtı katı ve soğuktu,
“Bilmiyorum efendim!”
Bakanın, gözlerinin çevresi kararmış, dudaklarının uçları kırışmıştı. Sıcaktan bunalmış gibi gömleğinin yakaları açıktı…Gözlüklerini düzeltti, kravatını çözer gibi ellerini yakasına götürdü, kravatının olmadığını hatırladı. Odaya kapatıldığı sırada , güvenlik gerekçesiyle almışlardı…
Tekrar, teğmene dönerek
“ Anladım teğmenim! Üstleriniz kararlı değil mi?…Er ya da geç bizi asacaklar !…”
Teğmenin yanıtlamasına fırsat vermeden genç subaya gülümseyerek,
“Siz daha çok gençsiniz,şunu bilin ki;Hayat rastlantısal zarlarla doludur…Bizim başımıza gelen de bunlardan biri olmalı ne dersiniz? “
“…………………….”
Bakan, duygusal ayrıntılar üzerinde durmayı sevmeyen bir adamdı…Ya da , öyle görünmek istiyordu…Bu konuşmaya son vermek istediğini anlatmak ister gibi yerinden kalkarak yatağına yöneldi, yutkundu, dudağını siler gibi yaptı ve,
“Teğmenim,son bir soru “ dedi
“Bulunduğumuz oda kaçıncı katta?”
Teğmen,
“ Üçüncü kattayız!”
“ Sizin nöbetiniz ne zaman bitiyor?”
Teğmen saatine baktı,aşağı yukarı on dakikadır tutuklunun yanındaydı…Kapıya yönelerek bakanın sorusunu yanıtladı,
“ On beş dakika sonra,arkadaşıma devredeceğim” diyerek odadan çıktı ve kapıyı arkadan kilitledi…

iskelet’in ölümü!…

koza 68 | 20 March 2007 13:32

Böyle sonlar olmamalı…

Kapılar kapalı, kimsede anahtar yok!…

Telefon sessiz hiç çalmıyor, belki de numarayı bilen yok!…

Nelere sahipti ! Neler kaybetti ?…
Ya da hiçbir şeye sahip değildi, o nedenle de hiçbir şey kaybetmedi…

Milliyet’in iskeleti bulunan şekerci Faruk ile ilgili haberi; Yün çorapları,pijaması ile sandalyede iskeleti bulunan “insan”…

Haber bana, Çehov’un ; Raşild’in Kemanı’ndaki Yahov’u hatırlattı; Yahov, boşa giden yaşamını, bağırıp çağırarak, etrafa göz dağı vererek geçirir…Sonunda bir şey yapamamanın verdiği çaresizlik, umutsuzca çırpınışlar ve düzenin ona verdiği zenginliklerin bir anda birileri tarafından çalınıp götürülüşü…
Şekerci Faruk’un neler yaşadığını bilmiyoruz,belki de Yahov’un yaşamına benzer bir yaşamı oldu….Ya da çok daha farklı, çok daha dramatik şeyler !…

Yorgun atlar ve kısrak

koza 68 | 16 March 2007 17:28

Son günlerde sataşan sataşana, neden böyle oluyor,neden böyle ucuz bir keyif peşindeler anlamıyorum…
Kadın saldırısı var…

Biri genç ve güzel olduğunu söyleyen kadın…
Diğeri “genç ve güzele” çıtır çerez, bana da “15 yıl sonra elli yaşına geldiğinde görürüm seni” diyen kadın…

Her ikisisinin de yaşam koşulları farklı. Onları birleştiren ise, bahanelerin, gerekçelerin ardına sığınmaları… Her koşulda kararlı bir savaşa hazır görünmeleri de bir başka paradoks…

Biri başarı öykülerini anlatırken, genç olanı, daha radikal davranıp “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyerek bizleri açıkça pragmatik bir bayrak altında toplanmaya davet ediyor…

“My Lai”de ırza geçenler…

koza 68 | 15 March 2007 17:36

Yıl 1968, ABD-VİETNAM SAVAŞI…

Yarım milyona yakın ABD askeri Vietkong gerillalarıyla savaşıyor. Bir türlü temizlenemeyen bu gerillalar için ABD, “ceset sayma” adıyla yeni bir yöntem geliştiriyor….
Askere, “ ÖLDÜRME SERBESTİSİ” tanınıyor…Yani sivil asker ayırımı gözetmeden “atış serbest”…

16 mart 1968

My Lai köyü, charlie bölüğü tarafından sarılıyor…Ama köyde bir tek Vietkong gerillası yoktur…Amerikan askerleri köyde kimi bulurlarsa katlediyorlar…504 insanı,kadın,çocuk, yaşlı demeden vahşice öldürüyorlar, zevk için ırza geçip, evleri tarıyorlar…

NAYLON VİCDAN’I ÖZLEMEK…

koza 68 | 14 March 2007 13:11

Sağolsun , aziz dostum Naylon vicdan bey beni kırmadı…Son günlerde yaşanan tatsız tuzsuz tartışmalara açıklık getirme adına , lütfettiler sorularımı yanıtladılar…

– Hocam , öncelikle size söz veriyorum; Bu söyleşi kesinti veya kısıntıya uğrarsa ben de veda edeceğim…
NV– Size güveniyorum dostum ama onlara asla !…

– Bakın bahar geliyor, şu kırgınlığa son versek diyorum ne dersiniz?

NV-Hayır! Zaten bütünüyle unutulmuş bir veda idi bu…

– Efendim,tam olarak kime kızdınız allasen?…

NV-Bakın, burada isimler üzerinde durup onlara prim yaptırmak niyetinde değilim,ama şunu söyleyebilirim ; Genel olarak okuyucunun sığlığı ve bilgisizliği beni ziyadesiyle müteessir etti…Benden olmadığım gibi olmamı bekleyenler avuçlarını yalarlar. Bu böyle bilinsin!…

“Kadını” PAYLAŞMAK !…

koza 68 | 12 March 2007 14:29

Üç klişe vardır,
Derler ki, devletler arasında sevgiye dayalı dostluklar olmaz, konjonktürün gereği yapılır…
Ticari ilişkilerde de menfaate ve piyasa kurallarına dayalı ilişkiler geçerlidir…
Bireysel ilişkiler, her ne kadar akıl-mantık ögelerini öne çıkaran bir ilişki türü olsa da, başkalarını tanıma dost olma, dost kazanma arzusunu içinde barındırır…
Sevmek, anlayış beklemek, sevilmek, fedakarlık, bir ömrü paylaşmak…Bize başka insanların da var olduğunu anlatan yaşam değerleridir…

Hangimizin yaşamında ; Çekinmeden sığınılabilecek,sırdaş olabilecek,incitilmekten korkmayacağınız bir gönüldeşiniz var…