bildirgec.org

konstantine simonov

11 yıl önce üye olmuş, 19 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

sonsuzluk ve birgün..

konstantine simonov | 07 March 2005 22:07

..bu yangında nerden çıktı.. yanmış piyanomm… piyanomun yanmayan bölümüyle versem konseri… notaları değişşem…çalışan notaları kullansam… yanmış tarafada ..bir tablo uydursam mm…. akıllı ol yaa.. oldu bu iş galiba bakim.. oldu oldu.. umarım istek falan olmaz..

karabine..ah kardeşimm ölünürmü böyle

konstantine simonov | 02 March 2005 22:04

..aylar sonra dönmüştüm.. ve camları çamurdan kaybolmuş arabamı havalanı otoparkında bulduğumda :”bana mutlaka bir altın arama cihazı getir buradaki tüm urartu hazinelerini bulmalıyım..diyen kardeşime getirdiğim aranamayacak eşya bavulumda sakladığım cihazın ağırlığı kaybolmuştu..” havaalanı polisine selam verdiğimde ne kadar zamandır burada olmadığım belirmişti içimde.. annemin bu sürprize sevineceğini düşünürken uzandığım sokaktan gecen kılpayı carpmaktan kurtardığım ..plastik kokan çöp kamyonundan ucan ve arabamın ön camına yapışan gazetede …şöyle ..yazıyordu…

hızlandırılmış tren kazasında ”’ölen ”’ ve önemli dağlara tırmanmış dağcı ”…….”’ adlı kişi önemli genç diplomatlarımızdan ”’…….”’ kardeşiydi …………tren kazası tren kazası”’ ………………………………neden neden ….

savasçi ÇEKILIYOR

konstantine simonov | 25 February 2005 23:36

savasçi ÇEKILIYOR…

AKSAM DOLUNAY VE YOLCULUKTAN DÖNÜLEN YARA SIRTIMDA… KAN KAYBEDIYORUM… DEGIRMEN EVET DEGIrmen görünüyor ilerde kokusunu aliyorum bugdayin…. kapiyi vuruyorum biri açiyor çok uzun saçlari olan biri rapunzel……

sonra yardim istiyorum susuyor elimden tutup oturmam gereken yere oturtuyor … yarami yokluyor sanki yarayi tasiyan mis gibi yarayi bulunca iç geçiriyor…. uyuya kalmisim uyandigimda….. sirtim sarili ayagim sarili… ayaga kalkmayi deniyorum olmuyor sesleniyorum….

kimse varmi ben uyandim..

sonra biri geliyor uzun saçli rapunzel gibi…. duvarlara tutunuyor …. kör kör… ah….

çatlak kova…

konstantine simonov | 25 February 2005 21:41

Çatlak Kova..

Hindistan’da bir sucu, boynuna astigi uzun bir sopanin …uçlarina taktigi iki büyük kovayla su tasirmis. …Kovalardan biri çatlakmis. … …Saglam olan kova her seferinde irmaktan patronun evine …ulasan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova …içine konan suyun Sadece yarisini eve …ulastirabilirmis. Bu durum iki yil boyunca her gün …Böyle devam etmis. Sucu her seferinde patronunun …evine sadece 1,5 kova Su götürebilirmis. Saglam kova …basarisindan gurur duyarken, zavalli çatlak kova …görevinin sadece yarisini yerine …getiriyor olmaktan dolayi utanç duyuyormus. … …Iki yilin sonunda birgün çatlak kova irmagin kiyisinda …sucuya seslenmis. “Kendimden utaniyorum ve senden …özür dilemek istiyorum.” … “Neden?…” diye sormus sucu. “Niye utanç …duyuyorsun?…” …Kova cevap vermis. “Çünkü iki yildir çatlagimdan su …sizdigi için tasima görevimin sadece yarisini yerine …getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayi sen bu kadar …çalismana ragmen, emeklerinin tam karsiligini …alamiyorsun.” …Sucu söyle demis. “Patronun evine dönerken yolun …kenarindaki çiçekleri farketmeni istiyorum.” … Gerçekten de tepeyi tirmanirken çatlak kova patikanin …bir yanindaki yabani çiçekleri isitan günesi görmüs. …Fakat yolun sonunda yine suyunun yarisini kaybettigi …için kendini kötü hissetmis ve yine sucudan özür …dilemis. … Sucu kovaya sormus. … “Yolun sadece senin tarafinda çiçekler oldugunu ve …diger kovanin tarafinda hiç çiçek olmadigini …farkettin mi?… Bunun sebebi benim senin kusurunu …bilmem ve ondan yararlanmamdir. Yolun senin tarafina …çiçek tohumlari ektim ve her gün biz irmaktan dönerken …sen onlari suladin. Iki yildir ben bu güzel …çiçekleri toplayip onlarla patronumun sofrasini …süsleyebildim. Sen böyle olmasaydin, o evinde bu …güzellikleri yasayamayacakti.” … * * * …Hepimizin kendimize özgü kusurlari vardir. Hepimiz …aslinda Çatlak kovalariz. Tanri’nin büyük planinda …hiçbir sey ziyan edilmez. Kusurlarinizdan korkmayin. …Onlari sahiplenin.. Kusurlarinizda gerçek gücünüzü …buldugunuzu bilirseniz eger, siz de güzelliklere sebep …olabilirsiniz. …

sah

boyutsuz iç çekmeler sonadı

konstantine simonov | 25 February 2005 01:21

Bunca kelimeyi bir araya getirip, kargınmış bir yaranın dilini çözmem kanlı bir ihlal olmayacak mı el bastığın kitaplarda? Akıttığın üç noktaların bedenlenişi bu… Boyutsuz üç monadın çarpışması… “Kabuk bağlayan yaranın gümbürtüsü, damarda akan kanın uğultusu, her bir hücrenin canlı enkaz çığlığı… Bedenin tüm seslerini duyabilseydi insan, sağır olmak isterdi, sadece kalp atışı yeterken bizi çıldırtmaya. E.T. gibi tek bir kalbe dönüşmediysem eğer, kalbim değil, gövdem atıyor artık, vahşi bir aygır gibi, uçurumdan yuvarlanan atlar gibi sarsılıyorum kendimden. Beynim teslim olmuyor.” 22 şubat 2005 Beyaz dut ağacından yapılmış kağıtlara işlenmedi bu sesler. Tanrının çaldığı bir unutamamaya kazındı, tıpkı Katalan kadınların eşsiz gözlerinin saklı heykelleri andıran mistisizmini, beyaz mermerlere kazıdığın gibi. Artık unutamıyorum, …Ve olmayan hayaletlere çatıyorum bunun için. Unutamıyorum ve bunun için tanrıyı lanetliyorum. Bana çizmiş olduğun mührü mürekkeplere değdirmiyorum. Hiç’in unutuluşu tanrının varlığının adıdır diye yazıyorum. Nasıl bir kandırmaca bu? Bu yığın, kütle, ideolojik orjilerde patlayan insanlık her an gerçekleştirmek istiyor istilacı tasarımlarını. Kangren olmuş fallik sütunlar devriliyor üstümüze. Ve sonra nasıl bir enkaza dönüştüğümüzü anlamak için yeni cehennem lehçeleri icat ediyoruz. Sonra yine virüsler gibi saçılıyoruz birbirimizin beynine. İşte bizim ölümsüzlüğümüz! Tanrı, kadife perdenin önünde alkışlıyor bizi. Ama biz onun yazdığı oyunu yalnızca çoğalan aynalara oynuyoruz. Başımı nereye çevirirsem çevireyim, daha düşünmeye başlamadım bile. Henüz düşünmeye başlamamışken, sonsuz aşk kalmam için yetmez miydi? Bunu cam fanusta can bulan gül sorardı, Küçük Prens’e. Ben sormuyorum. Kalmam için hiçbir şeyin “yeterliliğine” ihtiyacım yoktu çünkü. Beklentisini taşıdığım hiçbir şeyi dilemedim senden. Hiçbir şeyi beklemiyordum Godot yanılgıları arasında. Ben küçük bir insanım, kanguru keseleri kadar küçük… Ama benden unutuluşu çalınan yer altı şehirleri ve izlerini bıraktığın o şehirlerin kanama kanallarında kabullenmeye çalışıyorum olan biten her şeyi sen değmişken yaşamıma: Bir cenaze, sönmeyen yas mumları, sana hala aşık olduğu halde Ankara’ya gelişimi karşılamak zorunda kalan sarı saçlı Kızılderili kadın, onun evindeki bitimsiz arya, kuğulu caddesi, koparılan parmakların, ilaçla felce uğratılan milyonlarca sinir ucunda can verip geri getirilen düş’ün, düşünüş’ün, beyin ameliyatların, görünen yaraların, görünmeyen yaraların, şehir içi araba takipleri, zırhlı araçlarda insan kovalamacıları, içine dinleme cihazı yerleştirilen yüzükler, güvenlik zincirinin kırılamaması için tasarlanmış ikiz cep telefonların, apartmanın önünde çürüyen motosiklet, evindeki yüzlerce suskun ve mahkum suret, resimler, heykeller, yemin kitapları, Death Can Dance, geri dönüşsüz cezalar, kılıcın, silahın, namlusu sana doğrultulmuş başka silahlar, savaştığın kara adamlar, kara hayaletler… Sonra apansızın gelen o onulmaz boşluk: Deniz’in çıldırtan göçü…Mutlak, katıksız… Hayatında olup biten bunca şiddet varken ben acı ve acımasızlıktan sıyrılmış hangi anlamı verecektim geleceğine? Sana tek bir yemin etmiştim. Ama sadece sana. Yanıtsız bıraktığın sorularıma ve Xanthos’ta gökyüzüne sıktığın kurşuna değil. Kale’ye gittiğimizde çay içerken gördüğümüz çocukları hatırlıyor musun? Mahallenin alçak pencereleri arasından hepsi el ele tutuşmuş yürüyorlardı. Ben bu enkazdan bir tek o çocukların yüzünü kurtarabildim. Çünkü yaşam onlar için henüz aynalarında belirecek kara delikleri ve nevrotik toplum korkularını kurgulamamaştı. Ahlakın soy kütüğünde varlığa dayatılan yaptırımın amaçsız şiddeti… Harcama, ölüm, ve anlamsıza katılmayan sınırlı ekonomilerle yedeklenmiş doğru yaşamlar. İtiraf edilemeyen cemaatlerin geliştirdiği bir bilinçlilik hali bu. Meşrulaştırılmış şiddet ve denetim örgütleri, erojen politika söylemleri… Hepsini somut bir gülümsemeyle ciddiyetsizleştiriyorum artık.

ucsuz bucaksız azınlık

konstantine simonov | 23 February 2005 22:04

UCSUZ BUCAKSIZ AZINLIK

Albert Camus “ Çağdaş insanı tanımlamam gerekirse , gazete okur ve çiftleşirdi derim” diyor. Çok billurlaşmış bir tanım belki , ama gerçekten de çağdaş insanın ilgi ve duyarlılık alanını bundan daha keskin ve çarpıcı olarak belirtmek güç.

Belki 1940’lı ,1950 ‘li yıllarda çağdaş insan gazete okuyordu , ama bu gün –hele de bizim gibi ülkelerde- gazeteye bakıyor. Gazeteyi , başkalarının apış arası maceralarını öğrenmek ; günlük falından geleceğine ilişkin ipuçları bulmak ; bulmaca çözerek bilgi ve kültür düzeyini sınamak ve geliştirmek ; futbolcuların cinsel yaşamlarıyla gol yüzdeleri arasındaki ilişkiyi görmek ; devlet büyüklerinin vecizelerinden , ülkesinin büyük başarıları hakkında derin bilgiler edinmek ; bu arada da “ iki başlı Samsun kirası” yaklaşımıyla , her gün biraz daha yoksullaşan evinin tencere –çarşaf eksiğini tamamlamak için alıyor.

kırılmış ipek

konstantine simonov | 23 February 2005 21:37

yazılarınız değerli ürünlerinizi okudum okudum okudumm…. yeryüzü savaş cehennemi baktığınız yön de duran insan çıplaklığına söyleyevek bişeyiniz yokmu… YOKMU.

öncelikli çıplak kirlilik

konstantine simonov | 23 February 2005 21:33

gördüğümle görünen farklıı gibi uyanırken yamacı tırmanmaya çalısan bir çocuğun çığlıklarıyla uyanan ve uçuşan kuşlar … çocuk ölü savaş devam ediyor gövdeler dik… acı insanın insana ihaneti kızartmıyor mu yüzünü…utanmıyormusunn