bildirgec.org

INTERNET CAFEE

11 yıl önce üye olmuş, 42 yazı yazmış. 2065 yorum yazmış.

Platipus Sevenlerin Derneği Tehlikesine Dikkat!

INTERNET CAFEE | 04 September 2007 10:52

Akademiden mezun olduğumun altıncı ayında, dedektiflik sınavına girerek, kursa gitmeye hak kazanmıştım. Milet’teki eğitimden döndükten sonra Smyrna Emniyet Müdürlüğü’nde vazifeye başladım. Bağlı bulunduğum organize suçlar sigma şubesi ekipler amiri Emmanuel Kant, beni, uzun süredir takip ettikleri çok tehlikeli bir organize suç örgütünü izleme görevine vermişti. Platipus Sevenler Derneği adındaki masum görünüşlü bir felsefe derneği gibi çalışan bu kuruluş, tüm ülkedeki şubeleri ile çok tehlikeli bir amaç peşinde olabilirdi. İşte benim amacım, çok geç olmadan bu tehlikeyi ortaya çıkararak bertaraf etmekti.

Dostlar Arasında Dostoyevski’nin Lafı Olmaz.

INTERNET CAFEE | 30 August 2007 10:32

İnsanın böyle dostları olunca düşmana ihtiyacı kalmaz. Bedenine zararlı her türlü faaliyeti yapar, aşırı düşünür, kafayı zorlar, uykusuz kalır, terler, tetebber. Yazar Ursula K. Le Guin’in yazdığı Mülksüzler romanı, Üstad Dostoyevski’nin Ecinniler romanına cevaben yazılmıştır diyebiliriz. Üstad romanı, ünlü Rus anarşist, Neçayev’in hayatı ile ilgili yazmış. Ecinniler adını koyması sizi şaşırtmasın, Üstad koyu hristiyan olduğundan mütevellit Neçayev’i şeytani kabul görmüş. Yani cin tutmuş, ruhuna şeytan girmiş diye adlandırmış. Aynı zamanda da mülk sahibi anlamına geliyor possessed kelimesi. Ursula hanım efendi de, bir ince gönderme yaparak The Dispossessed koyuyor romanını adını. Bildiğiniz üzere Dis takısı İngilizcede olumsuzluk ihtiva eden bir ek. Bu durumda mülksüzler anlamına da geliyor. İşte bu mülksüzler/sahipsizler kelimesi marifeti ile romanda tasvir ettiği anarşist toplumun en önemli özelliğini vurgulamaya çalışıyor.

AnarresGezegenin’in sakinleri, ne bir şeye sahipler, ne de sahipleri var; emir almıyorlar ve vermiyorlar. İki anlamda da özgürler: hem Marx’ın Proleterya’yı tanımlarken kullandığı anlamda üretim araçlarından özgürler, hem devletten, patrondan yöneticiden özgürler.

Romanda mülksüzlerin yaşadığı gezegenin adı Anarres. Anarşiyi çağrıştırdığı açık. Yunanca arche baş ve olumsuzluk öntakısı ana’dan oluşan anarche kavramı, kavram/kelimesi başsızlık anlamına geliyor. Peki bu durumda Acephale ne anlama geliyor?

Humanus Est Terrenus, Ego Sum Immortalis

INTERNET CAFEE | 28 August 2007 09:19

Hoc Est Enim Corpus Meum. Hıc Est Enim Calix Sanguinis Mei. Novi Et Aeterni Testamenti. Mysterium Fidei. Oui Pro Vobis Et Pro Mulin Effundetur In Remissionem.
Luka 22:20

Son Sebt Günü Yemeği
Son Sebt Günü Yemeği

Usta geçen gün, Hafif’te çok sevdiğim bir yazarın beni çok etkileyen bir yazısını okudum. Üstad’ın anlattıklarından aklımda kalan kadarı ile, insan hayatının faniliği, gelip geçiçi olduğu, göçüp giden Adem evlatlarından kiminin bu alçakgönüllü yazar gibi bir eser, kiminin ise bir dikilitaş bıraktığını nasibimce öğrendim. Biliyor musun ilk defa bir Yahudi, Sebt gününü ihlal edince mezarının üstüne taşlar yığılmış. Mezartaşı mevzusu böylelikle açılmış. Aman güzel kardeşim, her okuduğunu olduğu gibi mi bellersin hep? Nietzsche dememiş mi “Kendini bilgiye adayan için düşmanını sevmek yetmez, dostuna da kin duyabilmeli insan.” Diye. Bak şimdi ben sana bu metaforu tersine çevireyim senin için. İnsan oğlunun ilk ferdinden itibaren hepsinin mezarı ister taş, ister tahta ile işaretlidir. Ne oldu tahtayı beğenmedin mi?

Çarmıhta İsa Peygamber
Çarmıhta İsa Peygamber

Oysa ki Yeruşalim’deki Golgotha Tepesinde gömülü Adem Babamızın mezarı üstüne, Tanrı öz oğlunu hepimizin kurtuluşu için feda etmemiş miydi? Usta biraz kafam karıştı. Şimdi İsa Aleyhisselam’ın çarmıhı mezar taşı mıydı? Aziz kardeşim anladım, hepsini baştan almam lazım geldi. Pekala dinle o zaman.

Osiris
Osiris

Sigmund Freud “Dinsel öğretilerin içerdiği gerçekler öylesine bozulmuş ve sistematik olarak tanınmaz hale getirilmiş ki, insanlık onları gerçek olarak görmüyor.” diyor. Tanrı’ya ilk bir canlıyı kurban eden, öz kardeşini kıtır kıtır doğrayan Kabil’dir. Adem Babamızın küçük oğlu ve öz kardeşi Habil’in, Tanrıya adak adadığı buğdayı kıskandığı için canına kıymış, bir de kurban olarak sunmuştur. Kitab’a göre Kabil, ilk cinayet, ilk kurban ve kardeşini öldürdükten sonraki duyguları üzere ilk pişman olma şerefine erişmiştir.

Buradaki buğday ile kurban ilişkisine özellikle dikkat et kardeşim. Kim ki buğday yetiştirmiştir, temiz kalpliliğinden başına muhakkak iş gelmiştir. Dikkat et, ne zaman ki Osiris, Mısırlı’lara buğday ekmeyi öğretmeye kalkmış, işte o saat başı belaya girmiştir. Yeryüzü tanrısı Seb’in oğlu Osiris, o zamana dek fakir olan Mısır’a, karısı ve kız kardeşi olan İsis’in keşfettiği buğdayı ekmeyi öğretmiş, onu yabanıllıktan kurtarmış, yasalar koymuş, tanrılara tapmayı öğretmişti. Osiris’i çekemeyen kardeşi Set, yetmiş iki adamı ile birlikte Osiris’i bir güzel sandığa kapatır, Nil Nehri’ne atar. Deniz yolu ile Byblos’a ulaşan Osiris’in canlı canlı gömüldüğü tabutunu, bin bir zahmet bulup, Mısır’a getiren İsis, oğlu Horus’un hasretine dayanamayıp, ziyaret maksatlı yola çıkarken sandığı ağır bulup geride bırakınca, domuz avlamaya çıkan, domuzlar alasıca Set, Osiris’i tekrar eline geçirir. Bu sefer işini sağlama alıp, Kabil misali biraderini kıtır kıtır ondört parçaya keser, bununla dahi yetinmez, parçaları kafasına göre Mısır’ın değişik yerlerine dağıtır. Ne yapsın gözü yaşlı İsis, atlar papirus sandalına, deltada gezer, sevgilisinin bedeninin parçalarını bulduğu yere gömer, bununla da yetinmez, her birinin üstüne bir tapınak diker.

Biz Denedik Tam Anlayamadık. Kordon’da Bira içmeye Gidiyoruz.

INTERNET CAFEE | 27 August 2007 11:06

Sirena
Sirena

Hafif’ten tanıdığım arkadaşlarımdan biri, biranın çocuklara zararlı olduğunu anlatan bir yazı yazınca, Kopanisti insanı ve ben, Hafif’in iki sokak çocuğu olarak, ahkamlarda uzun uzun biranın faydalarından bahsetmiştik. Ancak ikimizde, fikrimizden emin olamayıp, gidip denemeye karar verdik. Gittik ve denedik. Biranın böbreklere iyi geldiğinin inanılmaz bir bilinmeyen olduğunu gördük. Ancak geçen gün yine sevdiğimiz bir arkadaş, biranın faydalarından tekrar bahsedince, bu yeni öğrendiğim faydalarını da, gidip yerinde tespit etmek ihtiyacı duydum.

Hacı Sirani
Hacı Sirani

Şimdi efenim, Kordon’da, Sirena diye on numara forma giyip santrafor oynayabilecek bir mekan yapmış babalar.

Bikini Giyen Hatun
Bikini Giyen Hatun

Üstelik de bikini manzaralı. Ben, 3 Eylül pazartesi günü gidip, biranın faydalarını test etmeyi düşünüyorum Sirena’da. Sanki siz geldiniz de, almadılar. Kamuya açık bir mekan kardeşim. İsteyen gelir, isteyen gelmez.

En iyi savaşçı, hiç savaşmayandır. SunTzu, Savaş Sanatı
En iyi savaşçı, hiç savaşmayandır. SunTzu, Savaş Sanatı

Yalnız, şu internet cafee’ye acaip gıcığım, gidip de orda kafasını gözünü patlatayım diyenler varsa, öncelikle karate ve judoda siyah kuşak sahibi olduğumu ve en iyi savunma saldırıdır kaidesini düstur edindiğimi bildirir, abicim ben şiddete karşıyım, gelin sizi bir öpeyim kanalını açar dinlemeye başlarım.

Kudüs’te Uyandım ve Uyudum Tekrar

INTERNET CAFEE | 17 August 2007 14:38

Süleyman'ın Ünlü Tahtı
Süleyman’ın Ünlü Tahtı

Dokuzyüdoksandokuzda girdi Davud Yeruşalim’e. İsa doğmadan dokuzyüzdoksandokuz yıl önce. Bu topraklar onlara vaad edildikten sonra, tam kırk yıl çölde dolaşmışlar, kavmini Mısır’dan çıkaran Musa, uzaktan görmesine rağmen Tanrı’nın daha önce söylediği gibi o gece vaad edilmiş topraklara ulaşmadan ruhunu teslim etmişti. Babasından sonra Süleyman tahta geçince, hemen Moriah’ın üstünde, tanrısına tapınak inşa ettirmeye başladı.

Süleyman Mabedi
Süleyman Mabedi

Güya bu tek tanrı için dünya üstünde yapılan ilk tapınak idi. Peki o zaman Heliopolis’te Akhenaton emrinde çalışan duvar ustaları tek tanrıya adanan ilk tapınağı inşa etmemişler miydi. İşte yanındaydı o taşları kesenler, üstüste koyanlar. Bugün bu tapınağı yapıyorlardı. Kırk yıl sonra tapınak bitince, Ahit sandığını getirtti Süleyman. Yaptırdığı tapınağın içine koydurttu.

Tapınak Dağı
Tapınak Dağı

Sonra da İsa’dan önce beşyüzseksenaltıda Nabukadnezar gelip hepiciğini yıkmış, İbrahim’in soyundan gelen tüm zanaatkarları da Babil’e götürmüş. Ahit sandığının nerede olduğu ise bu tarihten sonra meçhul. Sırası ile Romalılar, İslam İmparatorluğu, Haçlılar, Eyyubiler, Osmanlılar. Bizans döneminde Konstantin’in anası, Aziz Cyrus ve Aziz John kilisesini inşa ettirdi tepeye. Sonra da Aziz Hikmet Kilisesi yapıldı. Haçlı döneminde, Baldwin karargahı’nı tepeye kurdurup, yıkık mabedi İsa’nın Yoksul Şövalyeleri Tarikatı’na vermişti.

Kubbet'üs Sahra
Kubbet’üs Sahra

Harem-i Şerif’te bulunan Sahra da denilen Hacer-i Muallak. Yada asılı duran taş. Kubbet’üs Sahra’nın içinde duruyor. Daha doğrusu bu kubbe taşın üstüne yapılmış. Taş binlerce yıldır burada.

Hacer-i Muallak
Hacer-i Muallak

Altıyüzdoksanbir yılında Suriyeli Emevi Halifesi Abdülmelik yaptırır binayı taşın üstüne. Suriye kiliselerinin yapısı yaklit edilmiş sekizgen yapılmış. Dıştan bakıldığında sekizgen ancak içi yuvarlak. Bu yapı anlayışı rotondo olarak adlandırılmış. Kubbesi ağaç kaburgaları ile desteklenmiş. Kubbenin yerden yüksekliği otuzbeş metre ve çapı yirmi metredir. Kurşun ve altın yaldız ile kaplanmış. Dört girişi vardır. Hasar gören balkonları Mimar Sinan tarafından onarılmış. Dış yüzeyi de Suret-ül Esra adı verilen ve Peygamberin Miraca yükselişini anlatan küfi tekniğiyle yazılmış hat eserleriyle süslenmiştir.

Mescid-i Aksa yada Ömer Camii
Mescid-i Aksa yada Ömer Camii

Aslında Kubbet-üs Sahra, ibadethane olarak yapılmamış, ortasında yer alan Sahra adlı taş ziyaret edilebilsin diye inşa edilmiş. Daha sonra içine mihrap koyunca ibadete uygun hale gelmiş. Asıl ibadethane Kubbe’nin karşısında duran Mescid-i Aksa yada Ömer Camii. Hazreti Muhammed’in, Miraç gecesi namazı burada kıldırmasının en temel özelliği Mescid-i Aksa’nın Mekke’deki Mescid-i Harem’den en uzaktaki camii olması. Burak’ın sırtında Mekke’den Kudüs’e gelir. Daha sonra Taşın yani Hacer-i Muallak’ın üstüne basıp göğe yükselir.

Peygamberin Bineği Burak
Peygamberin Bineği Burak

Taş’ı daha önce de İbrahim’in oğlu İsmail’i tanrıya kurban etmek isterken kullanmıştı. Tam oğlanı taşın üstüne uzatmıştır ki; hatırlarsanız Cebrail Aleyhisselam, elinde koç ile zuhur eder de İsmail kurtulur. Hatta Nuh’un gemisinin burada taşa oturduğu ve İsrafil’in borusunu aynı yerde üfleyeceği bile rivayet edilmiş. Altında da daha önce Şövalyelerin aradığı gibi Süleyman’ın hazinesinin olduğunua inanılmış. Onbir basamaklı bir merdiven ile taşın içindeki odaya iniliyor. İşte Aziz Peygamberimizin, İbrahim ile Musa’ya Miraç gecesi Namaz kıldırıp imamlık ettiği seccade burada yere serilmiş.

Şimdi gelelim asıl konumuza. Hacer-i Muallak. Asılı duran taş demiştik. Çünkü taşın altındaki odadan bakınca tek bir noktadan yere değdiği ve sütunlarla desteklendiği için havada asılıymış gibi görünüyor. Bu yüzden asılı duran taş demişler. Muallak deyince hemen benim aklıma alak kelimesi geliyor. Kuran-ı Kerim’in doksanaltı numaralı suresi olan Alak Suresi Mekke’de Vahiy olmuş. Özellikle Nuzul’ün ilk beş ayeti olan kelimeleri hemen hatırlayacaksınız. Elifya sayesinde dersime çalıştım.

Alak Suresi
Alak Suresi

Süleyman’ın Mabedi

INTERNET CAFEE | 15 August 2007 09:58

Chatillandlı Reynaud’un terk edip gittiği Sidon’daki haçlı kalesinin yıkıntılarından çıktık yola. Hep gece yol alacağımızı söyledi. Üç yıldızlı çöl gecesi sonra kapısından sevgili şehrime gireceğiz demişti. Dediği gibi oldu. Ben bu yolu binbir yıldır yürüyorum dediğinde inanmamıştım. Benimle eğleniyor sanmıştım. Atlara güvenme çölde diye anlatmıştı ihtiyar. Nerede duracaklarını söylemezlermiş. Susuzluktan ölünceye kadar yürürler ve sonra düşerlermiş. Oysa deve ölmeden sana belli edermiş. O yüzden develerle geçtik eski hac yolunu. Devenin en az at kadar hızlı koştuğunu çöl tavşanı avlarken öğrendim.

Karşılaştığımız her dili konuşuyordu rehberim. Çöldeki vahaların sahipleri olan Bedevilerin, Arapların, İbrahim’in dilini konuştuğunu duymuştum ve eskiden buraların hakimi olan bir çok başka milletin dilini de konuştuğunu kendi anlatmıştı. Sabaha karşı vahada durup da, hizmetkarlar yemek hazırlarken, ateşin başında benim için tütün sardığında anlatmıştı Süleyman’ın gelmiş geçmiş en akıllı hükümdar olmasının sırrı, tüm canlıların dilini konuşabilmesiydi diye. Kuşların ötüşünden ve ağaçların fısıltısından anlarmış söylediğine göre.

Süleyman'ın Mührü
Süleyman’ın Mührü

Bugün Türklerin ülkesinde kalan ve Haçlı ordusu toplayan Kutsal Roma Germen İmparatoru Sakallı Barbarossa’nın gidebildiği son şehir olan Roma kenti Iconium’da yaşayan bir müslüman şaire göre, parmağındaki saltanat yüzüğü ile perilere ve şeytanlara hükmedermiş.

Ama ben çok kalamadım o ateşin başında eski hikayeleri dinlemek için. Uzun siyah saçlarım ve kabilesindeki Bedevilerden farklı olan oldukça tüylü olan bedenime bakarken yakaladığım kızı kuytuda sahip olabilmek için sessizce gözden kayboluyordum sabaha karşı. En fazla onbeşindeydi. Ceylanlar gibi başı dik ve yaylanarak yürüyordu. Teni kadife gibiydi, gözleri ise derin bir kuyu gibi kapkaraydı Fatima’nın. Hele o avuçlarımdan taşan göğüsleri, kiraz tadında dolgun dudakları, gencecik gergin bedeni. Hatırladıkça bugün bile ateş basıyor.

Süleyman’ın Yoksul Şövalyeleri

INTERNET CAFEE | 09 August 2007 18:38

Şövalyelerin Ünlü Arması
Şövalyelerin Ünlü Arması

Şimdi bu şövalyeler Süleyman’a ait olmuş gibi bu başlık. Aslında Süleyman’ın Tapınağı yazacaktın sanırım. Tabi o zaman, Süleyman dizisinde hem sıralama hatası yaptığın, hem de arada bir öykü atladığın ortaya çıkacaktı. Peki kabul ediyorum.

Benim için bu öykünün en gizemli yanı, şövalyelerin başlangıçta kaç kişi olduklarıdır. Jack Kerouac’ın ünlü romanı Zen Kaçıkları’nda, tayfanın Çin Restoran’ındaki garsonu Bodidarma neden doğuya gelmiş sorusunu sorarak illet etmeleri gibi ben de kendi kendime sık sık, başlangıçta İsa’nın Yoksul Şövalyeleri Tarikatı’ndan kaç kişi Kudüs’e geldi diye sorarım. Eğer başlangıçta aralarında olup da Kudüs’e girince biri gizlice sokak arasında girip sıvıştı mı diye merak ediyorum sanıyorsanız yanılırsınız. Benimki sadece dilbilgisi gediği. Bütün sorunum şu cümlede saklı. 1119 yılında oldukça sıcak bir Haziran günü Hug De Payn yönetiminde dokuz şövalye Kudüs’e geldi diyor. İşte bu kısa cümle tüylerimi diken diken ediyor. Hug De Payn dahil dokuz mu, yoksa Godfrey De Saint-Ömer’in de aralarında bulunduğu dokuz şövalye daha mı getirmişti yanında?