bildirgec.org

hayalicindegecti

11 yıl önce üye olmuş, 47 yazı yazmış. 304 yorum yazmış.

Anna Karenina, aldatılan erkeğin el kitabı

hayalicindegecti | 26 May 2010 11:23

Tolstoy’un bu ünlü romanı, (bence) dünya edebiyat tarihinin “baş eseri” olma niteliğini hiçbir zaman yitirmeyecek. E, herkes ona yarattığı o “muhteşem” hatta, kendini trenin altına atmış olsa bile “ölümsüzAnna Karenina (*) figürü ile “şahane” bir aşk romanı diye bakarken bu açı da neyin nesi demeyin.
Gelin beraber romandan (1860’ların Rusyasından) bugüne (Türkiye’ye) bir kolaj yapalım ve tartışalım.
1850’lerdeki,1860’lardaki Moskova ve St. Petersburg’daki yaşamın “tam bir fotoğrafı” sayılacak eser aslında olay örgüsünde arka planda bıraksa da, Aleksey Aleksandroviç Karenin figürü ile bugüne ilişkin önemli “hisseler” de gönderiyor bizlere.
FİZİKSEL AŞK SADECE ERKEKLER İÇİN MİDİR?
Roman karısını aldatan Oblonski’nin (Anna’nın ağabeyidir) öyküsü ile başlıyor. Oblonski’nin durumu (Levin’e) izah edişi şöyle:
-Anlatayım da dinle. Tutalım ki evlisin, karını da seviyorsun, ama başka bir kadını çekti canın…
-Kusura bakma ama bir şey anlamadım bu dediğinden…Şu anda karnımı tıka basa doyurmuşken bir ekmek fırınının önünden geçerken ekmek çalmanı anlayamayacağım gibi, bu senin dediğini de anlayamıyorum.
-Neden? Ama ekmek bazen öylesine nefis kokar ki, kendini tutamazsın.

BİZDEKİ DURUM: “Erkek aşık olmadan sevişebilir, hatta doğası onu buna zorlar (**) Kadın ise ancak aşık olduğu zaman başka erkeğe bakar,” tarzında söylemler yerleşmiştir. Kadın bu söylemlere inanacak ve harfiyen uyacaktır, aksi taktirde kendisine hemen “o” harfiyle başlayan damga vurulur.
EVLİLİKTE HUZUR YETERLİ MİDİR?
Eh, ekmek hep erkeklere “nefis kokacak” değil ya, romanda bu durum yıllardır Karenin’le evli olan Anna’nın da başına geliyor. St.Petersburg’da güzel evlerinde eşi Aleksey ve sevgili oğulları Serjoya’nın taçlandırdığı mutlu yaşamları pürüzsüz ve gayet dingin sürerken Vronski çıkıyor Anna’nın karşısına… Müthiş bir çekim duyuyorlar birbirlerine.

Sekiz silindirli 66 Buick ve yaşamımızdan yitip gidenler

hayalicindegecti | 25 May 2010 09:46

Kimdi o komşular? Nereye gittiler? Oğullarının ismi Gürbüz müydü? Hani şu yan taraftaki Saadet Apartmanının sokağa bakan birinci katında otururlardı, evlerinin balkonunu çepeçevre saran mor salkımlı evde. Nisanda mı Mayısta mı açardı mor salkımlar? Ortalık nasıl bir yağlıboya resim şölenine dönüşürdü?
İlk taşındıklarında onlara “mahalleye hoşgeldiniz” demeye gitmiştik annemle. Evin hanımı Gönül Duyar biz pırıl pırıl temizlenmiş, limon çiçeği kolonyası kokan salonda misafir etmişti. Evleri iki oda bir salondu, pardon salon salomanje… Duvarda, Saatli Maarif Takviminin hemen yanında duran saatin sarkacıyla, uzayıp giden kurma zincirinin ucundaki siyah abanoz kozalaklar nasıl da hoşuma gitmişti. Yakınına gidip, ayaklarımın ucunda yükselerek incelemiştim saati:
Tik tak, tik tak…” sesleri arasında yelkovan ilerliyordu, birden üstteki minik pencere açılmış ve mavi minik kuş çıkıp “guguk guguk” diye dört kez öterek saatin 16.00 olduğunu haber vermişti. Hiç beklemediğim için irkilmiştim kuşun hareketinden.
Kolonya ikram edilmişti anneme ve halama, benimse başıma döküvermişti damlaları Gönül Teyze. Bunu hep yaparlardı zaten, bir keresinde bir damlası gözüme kaçmıştı da nasıl canımı yakmıştı kolonya.
Sonra bizleri beyaz Amerikandan (*) kolalı örtü serilmiş masaya buyur etmişlerdi. Peçeteyi boynuma iliştirmişlerdi. Kuzineden yeni çıkmış, mis gibi kokan bademli kurabiyeleri, iki şekerli “paşa çayıma” batıra batıra yemiştim. Hala damağımda hissettiğim o lezzet ne muhteşemdi öyle. Ya kayık tabaklardaki çıtır çıtır susamlı simitler, beyaz peynir ve çilek reçeli hele…
Sonra köşedeki divana oturmuş, hele elime bir cilt “Çocuk Haftası” (**) verilince nasıl kopmuştum dünyadan, hanımların sohbetinden:

Lanetli gemi STRUMA… Hayalet yolcular anlatıyor.

hayalicindegecti | 17 May 2010 10:22

İkinci Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllar. Romanya, faşist rejim, ırkçı yasalar. Yahudilerin lanetlenişi. Ard arda yaşanan Yahudi toplu katliamları.
Zengin Yahudiler için planlanan bir gizli bir kaçış harekatı. Büyük paralara satılan 790 bilet. İlk durağı İstanbul, son durağı Hayfa olarak ilan edilen pahalı ölüm yolculuğunun sonuçlanmayan öyküsü.
Hayalet yolcuların anlatımı:
O gün hava buz gibiydi. Aralık ayının tam ortasındaydık çünkü. Hepimiz o, meşum gemiye birbirimizi neredeyse ezerek binmiştik. Yavaş yavaş karadan açılıyorduk. Bize el sallayanlar artık görünmüyordu. Köstence çok uzaklarda kaldı.
-Gemide ilk gün hepimiz o kadar sevinçliydik ki . O yıllarda bizler “diğerlerine göre” adeta “lanetliydik” ya, pasaportlarımız sanki “Yahudi” olduğumuzu gösteren birer utanç belgesiydi.
-O buz gibi güvertede ve leş kokan alçak tavanlı kamaralarda 769 yolcuyduk. Hepimizden tam bin dolar almışlardı geminin işletmecileri.
-Amacımız büyük Nazi zulmünün yaşandığı Romanya’dan kaçıp kurtulmaktı. Önce İstanbul’a ulaşacak, sonra Filistin’e varacaktık.
-Kutsal topraklara eriştiğimizde ise özgür, mutlu, huzurlu ve de en önemlisi Yahudi olduğumuzu saklamadan, bundan hiç utanmadan yaşayacaktık.
Romanya’nın Köstence Limanından 12 Aralık 1941 günü Karadeniz’in buz gibi sularına açılan gemide önce sevinç çığlıkları duyulmuştu. Lanetli gemi STRUMA Nazi zulmünden kaçan Yahudileri taşıyordu ve bu 769 yolcu, İkinci Dünya Savaşının zorlu koşullarında para bulup da kapağı kurtuluş gemisine atabildikleri için şanslı sayıyorlardı kendilerini.
Panama bandıralı 46 metrelik STRUMA aslında yolcu gemisi değildi, İngiltere’de yat olarak tasarlanmış, yıllarca kullanıldıktan sonra köhneleşip, çaptan düşünce de Tuna nehrinde sığır taşımacılığında kullanılmaya başlanmıştı. Uyanık, paragöz girişimciler Konfino ve Pandelis tarafından Romanya’da Yahudilere pazarlanması hiç de güç olmadı.
Aralarında iyi yetişmiş meslek sahibi pek çoğunun da bulunduğu yolcuların amacı, faşist Romanya’daki Nazi zulmünden kaçıp, “kutsal topraklar”a, Filistin’e ulaşabilmekti. Dönemin koşullarına gore çok büyük paraydı STRUMA için ödedikleri bin dolarlık ücret.
Ne ki, Köstence limanında büyük bir şokla karşılaştılar, çünkü kendilerine gösterilen fotoğraflarda Queen Elizabeth’ten farksız duran gemi, kırık dökük, derme çatma simsiyah bir mavna olarak karşılarında duruyordu.

Uyanık işletmeci, Pandelis Yahudilerin rıhtımdaki itirazlarına akıllıca karşılıklar verdi:
Bunca Yahudiyi Romen topraklarından çıkarmak, kaçırmak kolay mı sanıyorsunuz? Gizli bir plan hazırladık, asıl gemi 5-10 mil açıkta. Çok acele hareket etmemiz gerekiyor, aksi taktirde Nazilerin baskınına uğrayabiliriz.Kararınızı derhal verin.

Profumo olayı… Geçmişten bir seks skandali sayfası.

hayalicindegecti | 11 May 2010 10:52

Christine Keeler
Christine Keeler

Aşk, dokunmak, özlemek, sevmek, tutku... Neden bu kadar vazgeçilmezdir bu duygular yaşayan! herkes için?
İyi de , bir insan ne için vardır şu kısacık yaşamda? Para mı, güç mü ister, yoksa tanınmak, sosyal statü sahibi olmak mı önemlidir insanoğluna? Ya da bir an gelir, herşey geride alıp “tensel beklentiler” mi ön plana geçer?
Peki, basit bir dokunuş nasıl olur da tüyleri diken diken edebilir? Ya o bir çift göz? Nasıl olur da dünyadaki o milyonlarca gözden farklı bakabilir insana?
Sokaktaki insan için bu duygular beklentiler çok “olağandır” da, neden “siyasetçi”ye çok görülür?
En önemlisi, “aşk skandallerinde” olayın iki tarafından biri olan erkekler neden çoğu kez hoşgörülür, hatta bu işten prim kazanır da… Kadın toplum tarafından adeta lanetlenir?
Peki, madem ki insanlık yüzyıllardır kendini “aşk tsunamisi”nden,sonunda ölüm dahi olsa bir türlü kurtaramamış, o halde neden hala boşa kürek çekilmeye devam edilir? Asıl amaç, insanların “robot gibi yaşamasını” öngörmek, bunu alkışlamak mıdır? Yani şu mu denir:
Otur oturduğun yerde. Ortalama insan gibi yaşa. Sadece ihtiyaçlarını karşıla. Hayallerin, duyguların, beklentilerin olmasın. Hele hele diğerlerinden farklılığın asla ama asla olmasın. Standart bir robot gibi yaşa.
Ödül ise şöyle vaad edilir:
Bizim öngördüğümüz gibi yaşarsan, öbür dünyada sana zaten cennet bahşedilecek… O zaman gel keyfim gel diyecek, ondörtlük huriler, hatta ve hatta kevser şarapları ile taltif edileceksin.
Bugünlerde Türkiye’de “istifa” ile sonuçlanan bir aşk skandalini tartışıyoruz. Yani Deniz Baykal-Nesrin Baytok olayını. Oysa geçmişteki örnekleri o kadar çok ki… İşte İngilterede, 60’lı yıllarda yaşanan Profumo Skandali (*…)
John Profumo, Oxford mezunu, “Baron” ünvanı taşıyan, İngiliz kabinesinde “Savaş Bakanı” olabilmiş, para-pul, statü ve güç sahibi, soylu bir İngilizdir. Güzel, alımlı, üstelik de aktristlik kariyeri olan Valerie Hobson ile evlidir…

John-Valerie Profumo
John-Valerie Profumo

Mutlu çift, 60’lı yıllarda Londra sosyetesinin parlak ve renkli dünyasında yaşarken, kader John Profumo’ya “dünyanın en eski” oyununu oynamaktadır. Profumo, bir gün, bir dostunun evinde tek başına bir partiye katılır ve orada “şahane” bir gençkızla tanışır, Christine Keeler ile… Christine 19 yaşındadır, üveybabasının tacizlerine ve parasız yaşam koşullarına mahkum olduğu kasabadan kaçmış, gözkamaştırıcı güzelliğini kucaklamaya hazır Londra sosyetesinin şefkatine sığınmışır. Üstelik de ne cömerttir bu Londralı erkekler… Anlık buluşmalar, saatlik sevişmeler için bile Christine’e “delice rakamlar” üzerinden ödeme yapmaya hazırdırlar. Chirstine bir anda “taşralı kız” tutumunu terk eder ve “call girl’lüğe terfi eder..
1961 yılı sonbaharında Londra ona tutkun erkeklerin savaşına sahne olmakta, bu işten en büyük parsayı da Christine’i pazarlayan Stephen Ward toplamaktadır. 60’lı yıllar aslında soğuk savaş yıllarıdır, Demir Perdenin odağı “Sovyetler” “en büyük düşman” durumundadır.
Ne yazık ki, Christine Keeler’in randevu listesinde en sık yer alanlardan biri İngiliz Savaş Bakanı John Profumo iken, diğeri de Rus Ataşe Eugene Ivanov’dur…
Bu bilginin kamuoyuna sızması ile birlikte şu soru oraya atılır:
Acaba Christine, bu ikili arasında “bilgi alıverişi”ne de mi aracılık etmektedir?
Oyunun bundan sonrası bilindiği gibi cereyan eder… Profumo ilişkiyi önce reddeder, sonra kabul edip, görevinden istifa etmek zorunda kalır. Keeler ise bir sebep uydurulup 9 ay hapse mahkum edilir. Öykünün en inanılmaz, en olağanüstü sayfası ise Profumo’nun karısı Valerie’nin tutumudur, yaşamlarının sonuna değin kocası John’un yanında kalır, üstlelik de olay üzerinde 40 yıl boyunca tek keime bile etmez.
E, bugün acaba filmi geriye sarabilsek ve John Profumo’nun oyundaki rolünü Valerie’nin oynamasını sağlayabilsek ne gibi sonuçlara ulaşırdık sizce? Düşünsenize John, karısını affedip, ömrünün sonuna değin ona sadık kalabilir miyd?
Hele Valerie, skandalin izlerinin biraz sararıp unutulmasının ardından katıldığı hayır faaliyetleri nedeniyle Kraliçe Elizabeth tarafından saraya davet edilip “Britanya İmparatorluğu Kumandanlık Şeref Rütbesi “ nişanıyla taltif edilir miydi?
Ya dönemin Başbakanı Thatcher onu “Milli Kahraman” ilan eder miydi?

(*) An Affair of State: The Profumo Case
(**)John Profumo – Peter Kinsley

Jackie, kanlı tayyör ve Kennedy suikastı

hayalicindegecti | 05 May 2010 12:48

Kopkoyu gizemli bakışlar, kulağa yumuşacık gelen fısıldar gibi bir ses tonu (hele Fransızca diksiyonu!), parlak gür saçlar, yaşama, aileye, dostlara,sanata ve estetiğe adanmışlık… Oleg Cassini (*) imzası taşıyan zarif giyim stili ve Tiffany’den “kiralanan” (*) görkemli mücevheriyle muhteşem bir First Lady’nin Beyaz Saray salonlarında 3 yıl boyunca, zarif ve ışıldayan salınışı.

Evet evet, Jacqueline Bouvier Kennedy’den söz ediyorum. Amerika’nın 35. Başkanı John Kennedy’nin Beyaz Saraya taşıdığı, gelmiş geçmiş en muhteşem ve unutulmaz ‘First Lady’den. Ya mutluluklarını taçlandıran iki güzel çocuk, Caroline ve John JR? Beyaz Saray’ın Kennedy’lere at Camelot süreci, hem büyük mutlulukları hem de gizlenen hüzünler barındırmıştır içinde. Küçük John’un Babası Oval Ofis’te çalışırken masasının altına saklanışı kadar sevimli bir Beyaz Saray fotoğrafı var mıdır acaba?

Bu gözyaşartıcı tablo, Dallas’ta ard arda duyulan silah sesleri ile karartılır. Takvim yaprakları 22 Kasım 1963 gününü gösterirken, Dallas caddelerinde ilerleyen konvoydaki üstü açık arabada ABD’nin karizmatik başkanı John Kennedy ve eşi Jackie ile Dallas Valisi Conally ve eşi vardır. Saat 12.30’a geldiğinde, konvoy Dealey Plaza’ya girer ve aynı anda da silah sesleri duyulur. http://www.youtube.com/watch?v=E7ao-TD-mu0
Bundan 47 yıl önce, 24 yaşındaki katil Lee Harvey Oswald tarafından gerçekleştirildiği öne sürülen Kennedy suikastı bugüne değin çok tartışılmış, çok araştırılmış (***) ama ABD’nin ‘güç odakları’ istemediği için perde arkası bir türlü aydınlığa kavuşturulamamıştır. Suikastın tetikçisi Lee Oswald olaydan iki gün sonra Dallas Emniyet Müdürlüğünde Jack Ruby tarafından öldürülmüş, suskunlukla geçen yılların ardından Ruby de hapishanede gizemli biçimde ölmüştür.
Kennedy suikastının tek ve en önemli görüntüsü rastlantı sonucu orada kamerayla bulunan manifaturacı Abraham Zapruder tarafından çekilmiştir. Devlet tarafından yıllarca el konulan, sonra da sahibini zengin eden bu görüntüler o meşum anı ve First Lady’nin eşi, çocuklarının babası ama ABD’nin de karizmatik başkanı Kennedy için nasıl çırpındığını ortaya koyuyor.

TERZİ FUAT BEYİN ÖLÜMÜ

hayalicindegecti | 28 April 2010 15:29

Kahverengi ağaç tabut kapağı açılmış,kenarda duruyordu. Kardeşi ve oğlu birlikte indirdiler onu aşağıya, mezarın karanlık dibine. Kefenin içinde de olsa küçülüp kaldığı, hatta kuruyuverdiği nasıl da anlaşılıyordu. Tak, takkk… Beton kapaklar kapatılıverdi, toprağın kürek kürek üstüne atılmasındaydı sıra şimdi, o da bir kaç dakika sürdü. Toprak atıldıkça taze mezar tümsekleniyordu. Toprak yağan yağmurlarla akmasın diye kenarlara taşlar dizildi, en üste camideki törene gelen iki çelenk yatırıldı. “Özgen Ailesi” ve “Küçükesat Pasajı Esnafı“nın gönderdiği çelenklerin karanfilleri solmaya yüz tutmuştu. İmamın mırıldandığı kimi Arapça kimi Türkçe dualar duyuluyordu:

Onu kabir azabından soru yarabbim.

milan kundera’nın kimlik’i

hayalicindegecti | 26 April 2010 16:26

Milan Kundera (1929 doğumlu Çek asıllı yazar, hani şu Prag’dan sürülen –neden bizden iyilere hiç dayanamayız?-, komünist partisi üyesi iken partiden de kovulan, Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nin yazarı) ile o kadar isterdim ki tanışmayı… Aslında yıllardır Paris’te yaşıyor, bir gidişte bal gibi randevulaşılıp Şanzelize’de kahve içerken sohbetin tadına varılabilir.

Neyse işte, Kundera, Kimlik’te (*) neler anlatmış, üzerinde sohbet edelim mi? Memnuniyetle, ama önce bir kaç alıntı:

DÜŞMANIMDIN SEN SİGARA

hayalicindegecti | 24 April 2010 12:10

Nasıl başlamıştı tanışıklığımız? Cumartesi günleri henüz tatil edilmemişti, yarım gün çalışılırdı, ben de ilkokulda mıydım? Nasıl da sevinçli dönülürdü eve. Yarım gün de olsa tatildi ya.

Radyoda Eyfel’den Müzik programı başlardı, kusursuz bir klarnetten süzülen Petite Fleur‘ün melodileri sarardı salonu. Bir de babamın yaktığı sigaranın dumanı. Yenice sigarası. Küçük yassı karton kutuda 20 yassı sigara, fitresiz. Kibritin çakılışı, o müthiş sülfür kokusu ve sigaranın masmavi dumanı.