bildirgec.org

firatocal

11 yıl önce üye olmuş, 80 yazı yazmış. 19 yorum yazmış.

Kader , Check up ve Fasulyeden Hayatlarımız… ( 1 )

firatocal | 10 August 2010 12:02

rüzgarım yatmış , eşim keyifsiz olduğu için benimle gelmemiş , tek başıma günü geceye döndürmek üzere akşam serininde sahildeyim… egeye karşı akşamın cılız ama iç ısıtan ılık ışınlarıyla kumsal şekerlemesi yapıyorum… dertsiz tasasız bir deniz keyfi…

ne mümkün… şeytan dürtüyor bir kere… ahbaplarımıza denk geliyor ve başlıyorum sohbete… sohbetlerim beni geçmişimin acı hatıralarına götürüyor bu akşam…

Sağlıktan bahsederken konu kalp krizinden kaybettiğimiz babama ve konuştuğum ablanın yakın bir zamanda kanserden kaybetmiş olduğu eşine geliyor…

babamı 1995 yılının son demlerinde ikinci krizinde kaybetmiştik… ilkini atlatmasına rağmen ikincisinden kurtulamamıştı… hep en pis ve en acımasız olanı ikincisidir derlerdi… inanmamıştık , ama en acı yoldan yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık… sohbet ettiğim ablam da eşini kanserden 8 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde kaybetmiş…

konu dönüp dolaşıp hastalıkların erken teşhisine geliyor… check up ları tartışıyoruz… zamanında eşinin doktor yüzü görmeyen son derece sağlıklı birisi olduğundan bahsediyor… her 6 ayda bir check up ını yaptıran , hasta ise ilaçlarını son derece titiz bir şekilde hiç aksatmadan kullanan birisiymiş rahmetlik abimiz… babam da ilk krizinden sonra malülen emekli olmuş , daha sakin ve düzenli bir hayatı seçmişti… ama herşeye rağmen ikinci krizin onu alıp götürmesinden kurtulamamıştı…

konuştuğum ablam bütün bu olup bitenlerden sonra , doktora gittiğini ve kendisinde ne var ne yok anlaşılması için check up yaptırmak istediğini söylemiş… doktor , ablamın konuşması bitince kanserin ve kalp krizinin çok nankör hastalıklar olduğunu , tüm kontrolleri yaptırsa bile iki gün sonra bu hastalıkların ortaya çıkmasıyla birlikte hayatının allak bullak olabileceğini söylemiş… o da hayal kırıklığı içinde çıkmış gitmiş doktorun yanından…

ben biraz garanticiyim… elimden gelenin sadece bunlar olduğunu bildiğim için herşeye rağmen check up yaptırmaktan vazgeçmeyeceğimi söyledim… ama sonunda herşeyin bilinmez kör sağır ve dilsiz bir kaderin parçası olduğuna da ikna olduğumu da eklemeliyim… sadece bu sohbetim değil , önceki benzerleri de aynı türde hikayeleri içeriyor…

her şey dönüp dolaşıp beni bu dünyadaki sayısı belli nefes sayısına getiriyor… Tanrı ‘ nın bize verdiği vade doldumu ötesini ne tıp ne de mucizeler üzerine eklemiyor…

Sinir Krizleri ve Kendimizi Cezalandırmamız Üzerine Mazoşistçe Bir Yazı…

firatocal | 09 August 2010 16:33

Sinir halleri , kızgınlıklar , insanın kendini cezalandırma yolları gibi… Yaptığımız hataların intikamını alırcasına farklı karakterlere bürünüyor ve yabancılaşarak kendimizi cezalandırıyoruz… Normal hayatımızda sahip olduğumuz benliğimizin gerektirdiği davranışlardan uzaklaşıp tam tersi davranışlar sergiler hale geliyoruz…

Biraz mazoşitstçe bir tutum… Sanki hatalarımızın kefaretini ödemek için acı çekmek ve bundan da manevi bir haz almak çok insansı ve bizden bir davranış biçimi…

Kendime biraz yakından biraz da dışarıdan bakma fırsatı bulduğum anlarda , yaptığım aptallıkların üstüne türlü bahanelerle sinir krizlerine girdiğimi görüyorum…

Sanal Yetişen Bir Nesil…

firatocal | 09 August 2010 12:49

düşünmeyen , sorgulamayan , düşünse bile düşündüklerini dile getiremeyen ve yazıya yede eleştiriye dökemeyen bir nesil…

yazılarımı zaman zaman internet cafelerden yazmak zorunda kalabiliyorum… bazen ihmalkarlığımdan netbookumun pili bitmiş olabiliyor , yada ne bileyim aklıma gelenleri hemen kaleme yada klavyeye dökmek istiyorum… soluğu klimalı bir internet kafede alıyorum…

en ufağından en liselisine , çeşitli yaş gruplarında onlarca yüzlerce genç arkadaşımla karşılaşıyorum buralarda… belli bir süre oyuna benim de bir itirazım yok ama yok artık olmaz böyle birşey…

Demokrat Fransa Bu mudur ???

firatocal | 09 August 2010 10:15

Sırtındaki bebeğiyle yerlerde sürüklenen ve tekme tokat dövülen kadınlar… Göz kırpmadan kontrolsüz güç uygulanarak ezilen Afrikalı göçmenler…

Demokrasinin anavatanı olarak bilinen Fransa ‘ dan insan manzaraları bunlar… İrkçı tutumlarıyla , insanın kanını donduran görüntüleriyle çok farklı bir Fransa resmi…

Romantik çiftlerin elele tutuşup eiffel kulesi ‘ ne karşı ren nehri ‘ nin durgun sularında gezdiği çiftler yerini , yerden yere vurulan zavallı insan manzaralarına bırakmış…

Umut Dolu Bir Geleceğin Altın Kanatlı Meleklerine…

firatocal | 04 August 2010 17:11

Tarih yazarak 20. Avrupa Atletizm şampiyonası‘ nın fatihi olan atletlerimiz Türkiye ‘ ye dönüşlerinde kahramanlar gibi karşılandı… Ne de çok özlemişiz gurur dolu zaferleri…

Özellikle bayan sporcularımızın göğsümüzü kabartan başarılı sonuçlara imza atmaları , beylik haber başlıkları olmasının ötesinde , sporla alakaları olsa da olmasa da , 7 den 70 e tüm halkımızın dikkatini çekmeyi ve onlardan destek görmeyi başardı… Anadolu ‘ nun cefakar kadının kürsüde başı dik bir şekilde temsil edilmesi herkes tarafından fazlasıyla özlenen bir manzaraymış…

Müsabakalarda , haberlerde ve spor programlarında doyasıya izledik altın , gümüş kadınlarımızı… Spora bakışımızı değiştirmek , olimpik dallarda başarılı olarak sporcu ruhunu yakalamak için yıllardır sürdürülen çabalara inanılmaz bir katkıdır onların zaferleri…

Geleceği yeniden yaratacak , toplumun hassasiyetlerine el verecek atılımlar sizlerin zaferlerinizden güç alacak… Sizler umut dolu bir geleceğin altın kanatlı meleklerisiniz… Sağolun , varolun… Sevgi ve Saygılarımla… Fırat Öçal

TATİLE NOKTÜRN: İŞİM GEZMEK OLSUN , BAŞKA İHSAN İSTEMEM…

firatocal | 04 August 2010 10:14

Tatilin başıboş saatleri… en dertsiz , en kaygısız hayat parçaları…Hiçbirşeyin umrumda olmadığı ,bitmeyecekmiş gibi gelen tembellik savruluşları…

şöyle bir param olsa sevgili oğlum Rüzgar , biraz büyümüş kendini kurtarmış olsa , her etkinliğe katılır , hiç gitmediğim yerleri , o gün sanki hayatımın son günüymüş gibi , dere tepe düz gider , gezer tozardım…

Nasıl konuşur gibi yazmaya çalışıyorsam , yazar gibi konuşup , toprakla , suyla , püfür püfür esen meltemler en başta her tür rüzgarla dertleşir , gamsız kaygısız halimle , bana anlattıklarını bir bir yazardım… Gittiğim şehirlerin dili olur , konuştuğum insanların rüyasını anlatırdım teker teker…

şöyle biraz param olsa , sevgili oğlum Rüzgar söylediklerimi anlasa gezmeye dünden meraklı sevgili eşimle ikisini kapar hayatın karmaşalı koşturmacasından kaçırır , nereye gitmek istiyorlarsa oraya uçururdum…

Hiç anlatılmamış yada anlatılsa da atlanmış köylerin kasabaların hikayelerini en saf , en taze ürünlerle donattıkları kahvaltı sofralarında , eteklerindeki taşları döken köşe bucak gezmiş derviş misali netbookuma bir bir dökmek isterdim… Özgürce dur duraksız uçan kuşun , tabiat anayla fıslıdaşan sazlıkların , misler gibi kokan yar misali türlü türlü çiçeklerin , sözlü çalgılı Aşık Veysel ‘ i olurdum…

Tatilin başı boş saatleri … eğer oğlumun keyfi tıkırındaysa en önemli işlerim ,gerine gerine yataktan kalkmak , kendime gelmeden önce şööööyleee bir şekerleme yapmak , sabah sporum yürümek ve koşmak , üstüne cila niyetine çarşaf misali günün ilk ışıklarıyla pırılpırıl parlayan ege ‘ ye kendimi vurup yorulucaya kadar yüzmek , ardından kahvaltı sofrasında sabah gazetesinin eşlik ettiği fırından yeni çıkmış , dumanı üstünde , gevrek ötesi , misler misi simitleri , yorgunluk unutturan dert ortağı demli çayımla aile saadeti tablosu eşliğinde yavrumla oynaya oynaya götürmek … Daha sayayım mı … Oğlum ve eşimle birlikte kesmedi diye oğlum ve eşimle birlikte ikinci parti deniz keyfi , akşamında kardeşimin ustalığı ile şenlenen mangal sefası , aralarda da oğlum Rüzgar ile oyun molaları…

Saymakla bitiremem aylaklığa övgümü , tatilime döktürdüğüm noktürünümü… Romen Diogen ‘ e selam durup , gölgeler arasından sesleniyorum..İşim gezmek olsun , başka ihsan istemem…

Bazen hayat sizden ruhunuzu ister , benim cevabım hayır…

firatocal | 03 August 2010 09:33

tatil tam benlik bir kavram… bunu şu satırları yazdığım yazlığımdaki aylak ehli keyf hali içinde çok daha iyi anlıyorum…

tembelliğin uzuuuun uzuuuun felsefesini yapabilirim ama o kadar uzatmayacağım… bana hs tembellik üzerine kısacıkötesi bir yazı olacak…

çünkü burada geçirdiğim her dakika ve saat hissettiklerimi çok daha iyi anlayabiliyor ve aslında neyi istdiğimi çok daha iyi ifade edebilir hale geliyorum…

tembellik hakkımı istiyorum.. aynen Paul watlavscik gibi… çalışmanın en ulu din olarak tabulaştırıldığı günümüz kpitalist dünyası içinde kim olduğumuzu , nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi unutmuş bir halde yaşıyoruz , onca kan ter ve meşgulyet içerisine batıp çıkmış zavallı hayatlarımızı..

Ateş , Rüzgar ve Karanlılar Ülkesi Ruhum Üzerine…

firatocal | 02 August 2010 19:04

çok şükür normale döndük… ateş 36.1 – 36.2 giderek yükseldi ve 36.5 civarları seyretmeye başladı… bebeğiniz kötüyse siz de kötüsünüz hatta berbat…

tüm sevinçleriniz hüzünleriniz yavrunuza endeksleniyor… onun en ufak acısı canınızı en dayanılmaz acılar kadar acıtıyor , etinizi kemiriyor ve ruhunuzu çürütüyor…

bir bakmışsınız kan ter içindesiniz… oysa hava ne kadar da güzel terlemenin alemi yok… yada ne bileyim güneş tepede hava cayır cayır yanıyor , ama ateşler içinde yanan yavrunuzun yanında buz kesmişsiniz , kanınız donmuş… ancak yaşayan bilir frekansında harfi harfine doğrudur söylediklerim… pek tabiki Allah kimseye yaşatmasın…

Rüzgarlı bir Gece Mesaisi…

firatocal | 02 August 2010 11:01

vallahi nazar değdirdim … billahi nazar değdirdim … olmaz böyle bir durum … düne kadar her şey yolundaydı… ne oldu da oğlumun ateşi 33.5 lara düştü…

şu an gecenin 2 buçuğu ve hala ayaktayız 15-20 dakikada bir ateşini ölçüyoruz… herkes yüksek ateş probleminden bahseder , bizi düşük ateş buldu…

normalde düşük ateş yeni doğmuş yada premetüre bebeklerde görülüyor… bazen de yüksek ateş gibi bir enfeksiyonun da belirtisi olabiliyor… bizi korkutan aşırı düşmelerde nefes durmasına sebep olabiliyor olması…

sabaha kadar uyku yok… yeter ki iyi olsun canım oğlum.. haftalarca uyumayayım hiç sorun değil… ama onu bu halde görmek koyuyor bana…

Çocuğumla Oynamak…

firatocal | 31 July 2010 13:28

Çocuğumla oynarken çocuk olmak… Oyunların ve oyuncak ların büyülü dünyasında kaybolmak … Oğlum Rüzgar’ım ile birlikteyken hissettiğim duygular bunlar… Onun dünyası, hiçbir kısıtlayıcı kuralın olmadığı , yaşamın gülücüklerden ibaret olduğu bir harikalar diyarı…

Rüzgarımla oynarken kaybolduğumu ve bulunmayı hiç mi hiç istemediğimi fark ediyorum… Kalbi duran ve belli bir süre öylece yatıp tıbben ölü sayılan, sonra yeniden hayata dönenlerin anlattıklarını hatırlıyorum… Bir müddet tünelde ilerlediklerini , sonunda beyaz bir ışığın onları beklediğini , ışığa doğru ilerledikçe , tüm dertlerinden ve acılarından uzaklaştıklarını ve mümkün olsa bir daha geriye dönmek istemediklerini anlatıyorlardı… Sanki onlar da benim gibi , sonsuza dek kaybolmak ve bir daha bulunmak istemiyor gibilerdi… Başka bir alemin , bedenin zincirleri boşaldıktan sonra hissettirdikleriydi bunlar…

Ben de Oğlum Rüzgar ile oynarken anlatılan duyguların aynısını , sanki başka bir alemi yaşarcasına , engelsiz ve dur duraksız hissediyorum… Hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi görmüyor , aklımın mantık zincirlerinin boşalmasıyla birlikte var olan kuralları tanımaz hale geliyorum…

Oğluma sarılıp , kokusuyla saatlerce mest olmayı , yanı başında uykuya dalıp , bilinmez bir zamanda ve faili meçhul bir yerde , günlerce , haftalarca hatta aylarca sonra uyanmayı diliyorum…